Büşra,
Sana bunları yıllar sonra anlatabilme cesaretini ömrümün artık sona erecek olmasından aldığımı bilmeni isterim. Her bir kelimeyi onları yaşadığım yıllardaki heyecanla kaleme alıyorum. Bununla birlikte biliyorum ki artık ne ben eski Mustafa’yım ne de sen eski Büşra’sın. Bu acı gerçeği bilmene rağmen niçin bütün bunları anlatıyorsun diye düşünebilirsin. Sadece ismini anmak bile Büşra, bu mektubu sana yazmama yetecek motivasyonu veriyor bana. Ama bilirsin ki aradan geçen yıllar boyunca ismini andığımdan tek bir an bile haberin olmadı. Bunu ne kendime yakıştırabilirdim ne de sana böylesi bir yük yükleyebilirdim. Böylesi bir yük diyorum, biliyorum, kibirli gelecek bu sana. Yine de böyle hissetmemi engelleyemiyorum. Sana anlatacaklarım artık ikimizin hayatında da bir farklılık yaratmayacak. Tam da böyle olduğu için gönül rahatlığıyla her şeyi anlatabilirim.
1976 sonbaharını hatırlıyorsundur; ikimizin de hayata dair henüz toz pembe hayallerden başkaca bilgimizin olmadığı o yılı. Ülkenin içinde bulunduğu çalkantılı durum bizim gibi diğer gençlerin de hayal kurmasını engelleyemiyordu. Atatürk Lisesine geldiğin o yıl benim de artık hayal kurmak için bir sebebim olmuştu. Sen gelene dek sağ sol kavgasının içinde bir köşe kapmaya çalışan ruhum artık huzura kavuşmuş hissediyordu kendini. Bu huzurun kendi mezarımdan başka bir şey olmadığını anlamak müneccimliğinde bulunacak değildim. Günler haftalar birbirini kovalıyor, ben senin yörüngenden bir türlü ayrılamıyordum. Bu ıstıraplı duruma bir son vermeye, sonu ne olursa olsun içimdekileri sana ideolojik çığlıklarını duvarlara haykırarak rahatlayan yaşıtlarım gibi haykırmaya karar vermiştim. Bunu her acının bir sonu olarak tasavvur ediyordum. Sonraları iki kutbun ucu kadar farklılaşacağımız kıymetli dostumun da cesaretlendirmesiyle sana, mektubumu yazmıştım. Mektubu hala sakladığına dair ucu boş umutlarımın beni yıllarca esir almasını seyredip durdum. Seni bir kez daha görmek bahtiyarlığına kavuşmak için beklediğim saatler bana yıllarca sabrı ilmek ilmek işletti. Bugünlerde bir tuş rahatlığında ama aynı zamanda basitliğinde olan iletişim o yıllarda hatırlıyorsun ki kolay değildi. Bir kez bakışabilmenin ruhumda meydana getirdiği o alevli yangının külleri hala kalbimdedir. 76 sonbaharının son günlerinde mektubumu sana ulaştırmanın bir yolunu nihayet bulmuştum. Sınıfta unuttuğun ders kitabının arasında belki günlerce kalacak, belki sana hiç ulaşamayacak mektubumu sana olan hislerimin verdiği ümitle bıraktım. Daha sonra çekeceğim acılarımın bedeli olacak kadar kısa bir süre sonra aynı kitabın arasında senden gelen bir kâğıdı bulmak beni çıldırtacak derecede sevindirmişti. İçindekileri okumadan evvel elinin değdiği her bir santimin kıymetini bilerek sımsıkı tutuverdim kâğıdı. Zaman o an donup da sonsuza dek o duyguyla yaşayabilseydim. Benimle ilgili bir gelecek düşünmediğini öyle güzel ifade etmiştin ki sevmediğine üzülmek yerine benim için kaleme aldığın kelimelere sevineceğim tutmuştu. Gençliğimin verdiği gururla, sana olan sevgimin karmaşık duygularla beni sarması o yıllar için şaşılacak şeyler değildi. Seni bir daha rahatsız etmeyeceğimi açık ve kesin bir dille ifade etmiştim. Etmiştim etmesine ama seni unutup da yeni bir hayata başlayabilmek benim için çok zordu. En azından o yıllarda böyle düşünüyordum. Şimdilerde biliyorum ki senden sonra yeni bir hayata başlamak benim için zordan öte imkansız olmuştu. Yine de kararımdan dönmeyeceğimden adım gibi emindim. Nitekim öyle de oldu. Bununla birlikte sana kavuşamamanın acısı aşkımı daha da alevlendirdi. Ateşi söndürmek isterken daha da büyüten acemiler gibi aşkımın artmasından başka hiçbir işe yaramadı bu kararım. Lisenin biteceği son yıl Bursa’ya taşınacağın haberi zaten çileden çıkmış duygularımı allak bullak etti. Aşk için döktüğüm ilk göz yaşı yanılmıyorsam 1977 baharına denk geliyordur.
Liseden sonra geçen yıllarda ne seni unutabildim ne yeni bir yol çizebildim. Yine de zamanın üstünü örttüğü duygularım üniversite sıralarında tanıştığım Zeynep’le yeniden dirildi. Zeynep’in beni candan sevişi hatalarımdan ders çıkarmak için bana bir sebep vermişti. Üniversiteyi bitirip aynı yıl BANKADA Zeynep’le birlikte çalışmaya başlamıştık. Buralara dair ayrıntı vermekten hoşlanmıyorum. Zeynep’i anmak şimdilerde bile içimi bulandıran bir his doğuruyor. Banka memuriyetimizin ikinci yılında sözlendik. İşte ne olduysa o yıl oldu. 1983 Aralık ayında elime nereden geldiğini anlayamadığım bir mektup geçti. Senin de bildiğin gibi mektup sana aitti. Beni yıkan her bir cümlen mıh gibi aklıma kazınmış halde. Aradan geçen yıllar beni sana unutturamamış, seni gerçekten sevdiğimi, bunu da gittiğim her ortamda belli ettiğimi yıllarca haber almışsın. İnan bunu nasıl haber aldığını hala biliyor değilim. Bütün bunları düşününce bana olan hislerin değişmiş. Lise yıllarında evliliği de düşünemeyeceğin gerçeğiyle verdiğin cevap artık bu yıllarda eskisi gibi değilmiş. Sana olan duygularım hala baki ise seninle görüşmeyi kabul etmem senin için büyük bir sevinç kaynağı olacakmış. İhanetin adını bile yanıma yakıştıramayacağımı adım gibi biliyordum. Kesin bir kararlılıkla hayatımda başka biri olduğunu ve evlenmek üzere olduğumuzu münasip bir dille yazmıştım sana. Hemen sonraki yazda o yıllardan ortak arkadaşlarımız vesilesiyle evlenmiş olduğunu duyunca şaşırmadığımı söylersem yalana bulaşmış olurum. Yine de senin için en iyisini temenni ettiğimi hatırlıyorum. Keşke her şey benim için de bu kadar kolaylıkla ilerleseydi de ikimiz de birbirimizin hayatında hoş birer lise anısı olarak kalsaydık. Ancak öyle olmadı. Beni sevdiğini düşündüğüm ve evliliğimizin üçüncü ayını geçirdiğimiz Zeynep üzerine devrettiğim evi satıp, bütün birikimimizi alarak bana ihanet etmişti. Aylarca kabul etmediğim gerçek zamanla yüzüme çalındı. Zeynep beni değil saflığımdan yararlanıp alabileceği üç beş kuruşu sevmişti. Hala daha anlayamadığımsa bu kadarcık para için yıllarca nasıl beni seviyormuş gibi davrandığıydı. Belki de ilk başlarda gerçekten seviyordu. Dedim ya buralara dair ayrıntı vermekten hoşlanmıyorum.
İşte Büşra, uğruna seni reddettiğim hayat arkadaşımın kazığıyla bir başıma kalmıştım. Artık ne yapacağıma, hayatımı nasıl inşa edeceğime dair en ufak bir fikrim yoktu. Ancak bu ihanet bile aşkın safi yalan olduğuna inandıramadı beni. Çünkü sen vardın. Sana olan aşkım vardı. Yıllarca düşündüm -ki bu mektubu sana yazmamın en büyük sebeplerindendir- teklifini kabul etseydim seninle nasıl bir hayatımız olurdu diye. Bu sorunun bir cevabının olmayacak oluşu beni yıllarca üzmüştür. Benim hayatımın mahvının seninle ilgisini merak ediyorsundur belki. 1995 yazında Bursa’dan eşinle tekrar buraya taşıdığında benim hayatımın mahvının seninkini de etkilediğini anladım. Öyle görünüyordu ki bundan senin haberin yoktu. Aylarca takip ettiğime bakılırsa aslında hiç kimsenin haberi yoktu. Çalıştığım bankaya bir şirketin sorumlusu olarak sürekli gelip giden Hüseyin’in kocan olduğunu çok sonraları anladım. Bu kadarını öğrenmek bile hayatınızın nasıl gittiğini merak etmem için yetmişti bana. Hüseyin’in bankada uğraştığı miktarlardan ekonomik olarak iyi durumda olduğunuz çabasız anlaşılıyordu. Ancak benim merak ettiğim senin bu evlilikte neler hissettiğindi. Banka müşteri bilgilerinden iki evladının olduğunu öğrendiğimde sana dair de olumlu hisler edinmiştim. Şimdiden sonra söyleyeceklerim sana neler hissettirecek bilmiyorum ancak yıllar sonra gerçekleri söylemem gerektiğine dair içimde oluşan hisse artık engel olamıyorum. Hatta şimdilerde bunları sana o yıllarda hemencecik niçin söylemediğime de yanıyorum. Çalıştığım bankada şube değişikliği olmasaydı belki de hiç haberim olmayacak bir manzarayla karşılaştım bir gün. Zeynep üniversite yıllarındaki içten tebessümüyle Hüseyin’in karşısında bir pastanede oturuyordu. İlk başta bunun iş vesilesiyle bir araya gelinmiş toplantı, garip bir tesadüf olduğunu düşündüm. Ne de olsa Zeynep de bir bankacıydı ve Hüseyin bir bankacıyla görüşecek kadar zengindi. Yine de içime düşen şüphe beni bir tür casusluğa itti. Yalnızlığım bana bu yeni meşguliyetimi bir tür oyun gibi gösterdi. Ne kadar az şey bilirsek o kadar mutlu oluruz tezine bütün benliğimle inandığım şimdiki aklım olsaydı o anki manzarayı bir kenara bırakıp kendi hayatımla ilgilenmeye devam ederdim. Ancak böyle yapmadım. Hem Hüseyin’i hem de Zeynep’i takip etmeye başladım. Sonraki buluşmalarından gördüğüm manzaralar Hüseyin’le Zeynep’in zannettiğimden daha farklı bir birlikteliklerinin olduğunu anlamama yetmişti. Bu durum onları daha yakından takip etmeme sebep oldu. Ancak bununla birlikte durumu sana anlatmayı da içimden geçirmiştim. Takip eden iki ay içinde yaşananlar olmasaydı sana bunları mutlaka anlatacaktım. Ancak daha sonra yaşananlar benim de sessiz kalmama sebep olmuştu. 2000’li yıllara yaklaştığımız o günlerde birilerinin takibini yapmak daha da kolaylaşmıştı. Her alanda olduğu gibi bankacılıkta da bütün bilgilerin yavaş yavaş bilgisayarlara aktarıldığı bu dönemde Hüseyin’in Zeynep ile sistem üzerinden bir ilişkisinin olup olmadığını da kontrol ediyordum. 97 yılında ayını şimdi net hatırlamasam da bir ilk bahar ayında Mustafa’nın banka hesabından Zeynep Yılmaz adındaki alıcıya yüklü miktarda para aktarıldığını fark ettim. Bu yasak ilişkinin içine bir de paranın eklenmesi aklıma daha önce nasıl gelmez dediğim ihtimali getirmişti. Zeynep hayatını zengin erkekleri kandırmakla geçiren profesyonel bir dolandırıcı olmaya adamıştı. Buna kesinkes inanıyordum. Yapmam gerekenin Hüseyin’i uyarmak olduğunu biliyordum. Bu konuda senden dolayı her ne kadar olmaması gereken hisler beslesem de yapmam gereken vicdanımı dürtüklüyordu. Ancak Hüseyin’i uyarmak Zeynep ile olan evliliğimi, seninle aramızda yaşananları bir bir açıklamak anlamına geliyordu. Bu ikilemle bir süre yaşananları uzaktan seyretmek zorunda kaldım. Bu süreçte Zeynep tam da tahmin ettiğim gibi ortalıktan kaybolmuştu. Ancak fark ettiğim başka bir durumsa kocan Hüseyin’in de ortadan kaybolmasıydı. O dönemleri hatırlar mısın bilmem, 1997 yılının yaz aylarında Hüseyin artık bankaya uğramıyor yerine birini gönderiyordu. Bu süreçte eve geliyor muydu diye zihnini yoklama gerekir. Zeynep’in ortadan kaybolması normaldi. Ancak Hüseyin de ortadan kaybolunca Zeynep ile ilgili fikirlerimde yanıldığımı düşünmeye başladım. Belki de Zeynep Hüseyin’i gerçekten seviyordu ve belki de Hüseyin seni bırakıp Zeynep’le yeni bir hayata başlamıştı.
Bütün bu yaşananların ortasında Büşra, ben yine bencillik ederek bizi düşündüğümü utançla söylüyorum. Seni ziyaret etmeyi, Hüseyin’in gidişini bir nebze unutturmayı, çocuklarını büyük bir olgunlukla kabullenmeyi ve daha çılgınca bir sürü düşünceyi kafamda tartıyordum. Her günü bir önceki günkü düşüncelerimin aksini düşünerek ve kendimi buna ikna ederek geçiriyordum. Nihayet bütün bunları bir kenara bırakıp akıllıca bir tercih yaptım. Hüseyin’in yerine gelen şirket sorumlusuna Hüseyin’in işi bırakıp bırakmadığını sordum. Aldığım cevaba içten içe üzüldüğümü sonra böyle hissettiğim için kendimi ayıpladığımı da ifade etmeliyim. Hüseyin yıllık izne ayrılmış ve ailecek Muğla’ya tatile gitmişti. Ailecek derken kastedilen sen miydin yoksa Zeynep mi? Bunun cevabı da çok açıktı. Ama ben Zeynep olmasını içten içe istiyordum. Demek gönlü bol kocan Zeynep’e kaptırdığı paraları önemsemeden hayatına kaldığı yerden devam etmek istiyordu. Belki de yaptıklarından pişman olmuş, Zeynep’in ihaneti onu kendine getirmişti. Bu tatille aranızdaki ilişkiyi onarmak daha güçlü bir aile olarak yaşamak niyetindeydi. Ben bütün bu yaşananların içinde kendimi her geçen gün daha da yalnız daha pişman ve daha öfkeli hissediyordum. Daha yalnızdım çünkü Hüseyin’in bile senin gibi bir eşi vardı. Seni hiç hak etmemesine rağmen böyle mutlu olması beni daha yalnız hissettiriyordu. Daha pişmandım çünkü senin teklifini bir hiç uğruna reddetmemiş olsaydım, kim bilir neleri sineye çeken sen benimle birlikte olduğunda dünyanın en mutlu insanı olacaktın. Bunu kendimi övmek için söylemiyorum. Hüseyin’in seni ne kadar hak etmediğini dile getirmek istiyorum. Onun gibi biriyle bile birlikteyken evliliği yürütme hünerini büyük bir uysallıkla yürüttüğünü hissediyor gibiydim. Böylesi kötülüklerin üstesinden gelen ruhunun bana denk düşmeyişine o an anlamlı da olsa kendi tercihimle sebep olmama pişmanım. Kızgınım çünkü beni sevdiğini söyleyen birinin hislerinin gerçek olmadığını anlayamayacak kadar safım. Bütün bunlar bize kaderin yüksekten örülü bir kafes olduğunu hatırlatıyor. Biraz yükselince çarpıyorum kaderin parmaklıklarına ve işte geldiğimiz yer yine aynı oluyor.
Tatile gittiğiniz hafta yerel gazetede okuduğum haber beni dehşete düşürmüştü. Üçüncü sayfanın manşetinde Zeynep’in kocaman bir resmiyle haber şöyle duyuruluyordu; ‘’Ormanlık alanda çobanlar tarafında gömülü halde bulunan genç kızın hikayesi yürek dağladı. Sevgilisi tarafından canice öldürüldüğü iddia edilen genç kızın hayatta bulunan herhangi bir yakını olmadığı öğrenildi. Genç kızın nasıl öldürüldüğüyle ilgili araştırma ve olası şüpheliler hakkında işlem başlatıldığı duyuruldu.’’ Bu haberle birlikte artık ne düşüneceğimi bilemez haldeydim. Aklıma gelen en kötü senaryoyu sende tahmin edebiliyorsun artık. Hüseyin hatırı sayılı para için birlikte olduğu ancak kendisine ihanet ettiğini öğrendiği sevgilisini öldürmüş olabilir miydi? Dahası Büşra, sen bir katille evli olabilir miydin? Bu ihtimal yüreğimi yakmaya yetmişti. Ancak Hüseyin sadece iki hafta sonra bankaya gelmeye başladığında tahminimlerimde yeniden yanıldığımı düşündüm. Ve artık bu anlamsız bulmacanın sessiz bir parçası olmaktan vazgeçtim. Seninle karşılaşma ümidiyle Hüseyin’i görmeye tahammül ettiğim 6 yılın ardından bankadan tayinimi isteyerek İstanbul’un ücra bir semtine yerleşmeye razı oldum.
Bütün bunları bir rüya, gerçekleşmesini istediğim bir temenni olarak düşünme gafletinde bulunma. Böyle bir temennim olsaydı bunu ölmek üzere sana yazıyor olmazdım. Beni lise yıllarında o kısacık yazışmalarımızdan ne kadar tanıdın bilemiyorum. Ancak sana olan sevgimin beni sana karşı dünyanın en dürüst insanı yaptığını da bilmeni isterim. Sana anlattığım her şey olmasını hiç istemediğim kadar gerçek. Evet belki o yıllarda bunların bir şekilde lehime sonuçlanacağı gibi aptalca düşüncelere kapılmıştım. Ancak bugün yaşananları sana anlatmamın tek nedeni var. Yıllarca içimde sakladığım gerçekleri artık tek başıma saklayamayacak duruma gelmem. Yine de Hüseyin’in vefatını duymasaydım gene yazmazdım sana. Şimdilerde sosyal medya bizi her şeyden haberdar ediyor biliyorsun. Eski bir alışkanlıkla takip ettiğimde öğrendiğim Hüseyin’in vefatının beni üzdüğünü söyleyemeyeceğim. Senin yıkıldığını tahmin etmek de zor değil. Bu gerçekleri sana anlatarak sana kötülük yaptığımı düşünüyorsan yanıldığını belirtmek zorundayım. Geçen bir ömür boyunca aranız nasıldı bilmiyorum ama Hüseyin’i henüz hayattayken affedebilmen için bir fırsat veriyorum sana. Gerçekleri kabullenmen, öfkelenmen ve affetmen uzun da sürse henüz hayattayken bunu yapabilme fırsatı.
Son olarak bilmeni istediğim bir şey daha var. Bunu belki de torunları olan bir yabancıya söylemek ne derece doğru bilemem. Ancak yıllarca için için yanarak seni kendimden korumamın küçük bir karşılığı varsayıyorum bunu. Dökülen saçlarım, aklaşan sakallarım ve buruşan cildime rağmen sana olan sevgimin hala dipdiri kalbimde olduğunu bilmeni istiyorum. Bilince ne olacak? Kocaman bir hiç. Farkındayım. Ancak bu öylesine bir hasret ki Büşra, bunu biliyor olman bile mesut edecek beni. Son bir de ricam olacak senden. Seni ölmeden evvel son bir defa görebilme bahtiyarlığını bana yaşatırsan bunun geçen ömrümün telafisi olacağını bilmeni isterim. Bu gerçekleşmeyeceğini bildiğim bir talep. Ne olur bir baskı hissetme üzerinde. Hatta bu mektubuma bir cevap yazma gerekliliğini bile hissetme içinde. Sana yük olmak en son isteyeceğim şey olur. Yalnızca içinden gelirse yap bunları. Yalnızca beni sevdiğini hatırlarsan.
Seni bir ömür seven ve son nefesine kadar sevecek olan,
Hiçbir şeyin,
Mustafa.