Radyoyu açıp, kahvaltı sofrasını hazırlamaya başladı. Vişne reçelinin bitmiş olduğunu gördü. Kahvaltıda eksik olmasına dayanamadığı şey vişne reçeliydi. Evden hızlıca çıkıp yolun karşısındaki büyük markete koştu. Güzel bir pazar kahvaltısı yaparken sevdiği radyo programını dinlemenin hayaliyle raftan reçeli aldı. Hızla kasaya ödeme yapmaya geldiğinde tüm açık kasalara rağmen on beş dakikadan önce sıranın kendisine gelmeyeceğini anladı.
Elindeki ürünü sırada bekleyenlere göstererek ‘tek parça ürün için sıralarını istemeyi becerebilir miyim?’ diye düşündü. Fakat programı kaçırmamak pahasına bile utangaçlığını yenemedi. Saate baktı. Radyo programı birkaç dakika sonra başlayacaktı. Eğer kol saati biraz geriyse program çoktan başlamıştı bile. Bir radyo programının en güzel anı açılış konuşması değil miydi? Sunucun sesini duymak için acele etmeliydi. Reçeli almaktan vazgeçerek onu kasanın yanına bıraktı. Marketten kendini dışarı atıp uçar adımlarla merdivenden çıkarak eve girdi. Reçeli olmayan kahvaltı sofrasına oturduğunda programın giriş müziği başladı. Çayını bu müzik eşliğinde yudumladı ve müzik sesi azalırken sunucu:
“Sevgili dostlar selam olsun hepinize! Yepyeni bir güne yepyeni umutlarla, sizlerle beraber merhaba demenin mutluluğunu yaşıyoruz. Doğa hoş geldin diyerek uzatır kollarını, gökyüzünün, ayın, gündüzün, koca evrenin, insan için, insanı yüreklendirmek için olduğunu hatırlatır bize…”
Bir anda heyecanla yemek masasından kalkıp elinde çay bardağıyla dinlemeye başladı.
“Yeni haftaya yepyeni umutlarla girebilmek…”
Kapı zili hızlı hızlı çaldı üç kez. Kim ola hayırdır, dedi seslice, radyodan koptu. Sunucunun konuşmaları odanın içinde kimsesiz kaldı. Hızla kapıya yürüdü. Sinirle yüklendiği kapı kolunu kendine çekince, apartman görevlisi ve yönetici belirdi. Üç yalancı tebessüm ve üç günaydın apartman boşluğunda yankılandı. Kapıcıya vermek üzere mutfağa gidip çöpleri alıp geri geldi. Yöneticiyle göz göze geldiğindeyse yönetici konuşmaya başladı.
“Çatı giderleriyle ilgili bizi mahkemeye vermişsiniz bununla ilgili konuşmak istiyorum. Bakın ortak alan olmasını geçtim çatı sizin tepenizde üstelik”
Adam kaçan radyo programının öfkesiyle çıkıştı:
“Mahkemeye verdim çünkü mahkemede konuşacağız” diyerek kapıyı yönetici ve apartman görevlisinin suratına kapattı. Radyodaki konuğun ve konunun takdimini kaçırmıştı. Konuğun kim olduğunu biliyordu ama sunucunun o buğulu sesinden tekrar duymalıydı. Uzun zamandır takip ettiği bu programda sunucunun ses rengindeki değişikliklerden onun ne düşündüğünü anlamaya çalışır bundan ayrı bir keyif duyardı. Artık sunucu bu programa konuğu kendisi de merak ederek mi çağırmıştı yoksa sadece dinleyici beklentisi mi etkili olmuştu programın gidişinden bunu anlayabilirdi.
“Yani çocuk müzik olayını oyun olarak algılıyor burada”
“Evet müzik her yaşta hayatımızda farklı şekilde var çocukken oyun…”
……..
“Peki, bir dinleyicimizin sorusu var, kızıma keman mı gitar mı alayım?”
……
“Siz okulunuzda sadece çocuk ve ergenlere eğitim vermiyorsunuz bildiğimiz kadarıyla…”
Tam programın en heyecanlı yeriydi. Sanki adam yanındaki kişilerin sohbetini dinliyordu. Masada duran telefon çaldı. Ekranda “anneanne” yazıyordu.
“Alo validem nasılsın?”
“Oğlum iyiyim yavrum, sen nasılsın?”
“Aynı validem devam iyiyim siz na’pıyorsunuz dedem nasıl?”
“Oğlum ben iyi değilim. Büyük abdestimi yaparken sürekli kan geliyor. Vişne çürüğü gibi böyle bir görüntü oluyor kakamda. Parça alınması lazımmış bağırsağımdan bize İzmir’den randevu ayarlayabilir misin?”
“Tabi valdem ben yarın randevu tarihi ayarlayıp sizi arıycam”
“Tamam yavrum görüşürüz”
“Görüşürüz anneanne”
Doktor olan adam anneannesinin kanser olduğunu anlamıştı, askından kabanını aldı, kapıyı açtı, tek lokma alamadığı kahvaltı masasına baktı. O sırada kulağı radyoya takıldı:
“Aslında böyle bir sıkıntımız var, neye göre başarılı?”
Kapıyı çarparcasına kapadı ve merdivenlerden indi…Sahil şeridinde arabayla programı dinleyebileceğini düşündü.
Merdivenlerden inip apartmanın önüne geldiğinde arabasının arkasında park etmiş arabayı gördü. Aracın dörtlüleri yanıyor, motoru çalışıyor açık şoför penceresinin camından radyo sesleri geliyordu. Kafasını camdan uzatarak aracın kornasına uzunca süre bastı. Bir yandan kulağı radyoya takıldı, evet aynı programdı:
“Etrafımızda bir sürü insan var üzerlerinde müziğin olumlu etkilerini gördüğümüz…”
Kornaya bir kez daha uzunca bastı. Geri zekalı şoför kim bilir hangi cehennemdeydi. İnsanlardan nefret emek için her yer sebepler doluydu. Camdan eğilerek arabanın radyosunu kapadı. Kimsenin dinlemediği radyo boşa konuşan birisi demekti. Aracın sahibinin gelmeyeceğini düşünerek sahile doğru yürümeye başladı.
Biraz sonra büyük bir alışveriş merkezinin otoparkına kurulmuş sirk çadırına takıldı gözü. Uzaktan okunabilen “Avrasya Sirki” yazısına doğru yürümeye başladı. Çizgili pijama desenli, kırmızı beyaz iki ayrı kubbeli çadıra yaklaştıkça kapıda bir kuyruk belirdi. Ellerini tuttukları anne babalarına içerde ne göreceklerini soran her yaştan çocuk, açılan turnikelerden heyecanla içeri geçiyordu. Reçel için girmediği kuyruğa burada mı girecekti. Evet programı nasılsa kaçırmıştı. Ses sisteminden “Az sonra içeride akrobatlar, cambazlar, sandalyede oturan filler, çılgın kaplanlar hünerlerini sergileyecek, hepiniz Avrasya Sirkine hoş geldiniz! “anonsu duyuldu.
Sıra turnikenin yanına ve kasaya yaklaşmıştı. Tam bilet almak için gişeye parayı uzatırken içerde çalan radyodan o ses duyuldu:
“Yılsonu konserlerimiz oluyor ve çok büyük orkestralar oluşturarak yapıyoruz bunları…”
Her yerde bu kanalın dinleniyor olması biraz garibine gitti. Biletini alıp turnikeden geçti, çadırın kapısına doğru ilerledi.
Garip saten elbiseleriyle üç kız (palyaço ile garson arası elbiseleri vardı)çay mısır ve çekirdek servisi yapıyorlardı. Farkını vererek aldığı ön sıradaki yerine doğru ilerledi. Anonsların merkezi burasıydı. Daha gür bir şekilde bu kez “ateş yutan adam ve ip cambazı sıradaki gösterilerimiz sevgili bayanlar baylar ve çocuklar” sesi duyuldu.
Sirkleri palyaçoları ve atlıkarıncaları hep büyülü bulmuştu. Belki de neden yaşadığımızı bilmediğimiz bu dünyada bir anlamdı bunlar. Çocukluk her şeye inanma dönemi, ergenlik aşk dönemi, erişkinlikse savaş dönemiydi. Zamandan bağımsız olansa bu üç kavramdı: Sirk, palyaço ve atlıkarınca.
Yerine oturmak istediğinde sandalyesinde bir kaban olduğunu gördü. Bu kabanı alır mısınız demek için yanına döndüğünde, şaşkınlıkla radyo programının sunucusunun yandaki kişi olduğunu fark etti.
“Aaaa! Siz radyo programının sunucususunuz! Ama programda değil misiniz?” dedi.
“Yoo, bugün program yok, neyse ben program başlamadan hemen şu telefona bakayım ”diyerek yerinden kalktı.
“Ama yol boyu her yerde programınızı tüm radyolardan dinleyerek geldim”
“Yok siz benzetmişsiniz benim program salıları” dedi ve önüne döndü sunucu
Bir taraftan sunucuyu bir taraftan sirk gösterisini beklemeye başladı. Az sonra iki direk arasında gerili bir telin üzerinde bisiklet süren cambaz belirdi. Yürekleri hoplatan gösterisi bitmiş ama sunucu hala gelmemişti. Ateş üfleyen adam elinde meşaleyle sahneye girdiğinde sunucunun gelmeyeceğine emindi ve çadırı terk etti.
Alkol sofralarında mezeyi bayat bulan, lüks restoranlarda servisi yavaş bulan adamlarınkine benzer bir sıkıntı vardı içinde. Sunucu nereye gitmişti? Program devam etmiyor muydu? Çocukluğunu ve anneannesini düşündü. Anneannesinin ona nasıl baktığını düşündü. Vişne çürüğü dışkı büyük ihtimalle bu yaşta kanser olabilirdi. Canı yıllar sonra tekrar sigara çekti. İlk gördüğü markete girdi ve dükkânda açık olan radyodan gelen sesi hemen tanıdı:
“Son dakikalara geldik, programımızı müziğe dair küçük bir hikayeyle bitirelim…’lütfen benden bi şey isteyin’ der Beethoven ve gözleri görmeyen kız ‘bana ay ışığının nasıl olduğunu anlatın lütfen ’deyince Beethoven Ay Işığı Sonatını çalmaya başlar”