Etrafındaki kalabalığa baktı Ayla, bir de kendi yalnızlığına… Bu bakışı kaç satır ederdi ya da kaç mevsim? Kaç kabusa bedeldi tercihleri? Bir zorunluluk muydu yoksa, bilemedi…
Neredeyse tüm masalar doluydu. Kapının yanındaki masa; sandalyesiz, üstü birkaç peçetelikle dolu, öylece duruyordu. Birkaç dakika sonra kirli çay bardaklarıyla dolu kocaman bir tepsi bırakılmıştı üzerine. İşlevinin dışında kullanılmaya mahkûm edilmiş gibi duruyordu. Acil durumlar için kullanılan, sadece gerektiğinde masa olabilen bir eşya. Üzerindeki yıpranmışlık, dayalı dirsekler arası yapılan sohbetlerdendir umarım, diye geçirdi aklından.
Ne çok ses vardı. Rahatsız edici bir uğultu gibi toplanıyordu sesler kulağında. Herkes aynı anda mı konuşuyordu yoksa? Birbirini gerçek anlamda dinliyor muydu bu insanlar? Kimsenin susacağı bir şeyler yoktu anlaşılan.
Kaç çay içtiğini düşündü. Dört ya da beş? Tostunun da yarıdan fazlası duruyordu. Kalabalık gelen gruplar tek başına bir masa işgal ettiğini düşündüklerinden olsa gerek hafif kızgın bakış atıyorlardı ona. O da kaşlarını çatarak baktı sonra, burası herkese aitti.
Issız bir tepede, kendi demlediği çayı yudumlayabilirdi belki. Belki daha az kişinin tercih ettiği, daha çok gizli aşıkların mesken tuttuğu pastanelere gidebilirdi. Penceresinden izleyebilirdi ezberlediği sokağı. Tek başına yapılan ne kadar aktivite varsa yapabilirdi. Yapmadı. Şehrin merkezine, üstelik en kalabalık zamanında, insanların sosyalleşmek için en çok tercih ettikleri yere düşürdü yolunu. Kendi tekliğini yüzlerine vururcasına. Bu seferlik böyle olsun diyerek.
Tostu iyice kurumuştu. Yemekten vazgeçti. Dişlerini acıtmak istemiyordu daha fazla. Kağıdına sarıp çantasına koydu. Sütle ıslatıp sokak kedilerinin kaplarına bırakacaktı. Bir süre sonra elinde taşıdığı sandalyesiyle boş masa var mı diye bakınan bir kadınla göz göze geldi. Nasıl olduysa, belki de boş bulunduğundan, eliyle işaret etti tam karşısını. Kadın gülümseyerek oturdu ve teşekkür etti Ayla’ya. Nedense bu teşekkür çok içten yapılmış gibi geldi ona. İkisi de gülümsedi.
Uzaktan bakıldığında randevulaşıp gelmiş gibi duruyorlardı. Kadın susmadan anlatıyordu neden buraya geldiğini. Kızı ve torunu yandaki alışveriş merkezinde olacaklarmış iki saat kadar. O da kapalı yerleri sevmediğinden bu yarı açık çay bahçesine oturmak istemiş. İki üç bardak çay içip dinlenmek için. Sandalye bulmuş ama kimsenin kalkmaya niyeti yok gibi duruyormuş. Neredeyse hiç ara vermeden konuşan bu kadınla aynı masayı paylaşmak ne kadar akıl kârıydı bilemedi. Tek taraflı sohbet, tabii sohbet denirse, sırasında bir garson içi çay bırakıp gitti masaya. Bu heyecanlı konuşmayı bölmek istemediği belliydi. Çayımı içip kalkarım diye düşündü Ayla. Kendini yorgun hissediyordu. Bu kadınla bir daha karşılaşma ihtimali çok düşüktü ne de olsa.
Çayları bitmek üzereydi. Kadın bu sefer sorular sormaya başlamıştı. Kısa ve yuvarlak cevaplarla geçiştirmeye çalıştı her seferinde.
Nihayet çayı bitmişti. Kadınla vedasını epey aceleye getirip yediklerini ödemek için kasaya yönelmişti. Tam o sırada kadının burası için dediği “yarı açık” benzetmesini düşünüyordu. Kendi de gönüllü gelip bir süreliğine tutsak olmamış mıydı burada? İçi sıkıldı.
Çay bahçesinin kalabalığından ayrılmak üzereydi ki kadının bıraktığı gibi konuşmaya devam ettiğini gördü.
Kendi yeri; bir sürü gereksiz ayrıntıyı dinlemek üzere, uzun kumral saçlı, genç bir kadınla dolmuştu bu sefer.