Alnında güneş lekesi
Alnında su sesi
Alnında kimsesiz yatan bir keder
Yalnızlığın barikatına uyanmışsın
Gündüzler kalabalık deyip
Şarabına kendinden biraz şiirden biraz
Sevdandan biraz katmışsın
Artık acıklı ağlamaklı yanı olmaktan usanmışsın dünyanın
Bu kadar beklemek yeter deyip
Uzanmışsın tanrının sarhoş kalktığı masalara
Cumaları garibanlara
Pazartesileri devlet dairelerine bırakıp
Günün yorgunluğunu bağışlamışsın
Bunca dert keder
Niye dedirtir insana
Niye diye diye kısılan sesinde
Uzun bir yolun umudunu tüketmişsin
Göllerden, denizlerden çekmiş ayaklarını
Yaşamın yangınına bırakmışsın
Ekmeğin suyun havanın verdiği ömrü
Koca koca sevdalara harcamışsın
Bir kadın yıkamışsın gecenin teninde
Bir erkek büyütmüşsün umudun rahminde
Şimdi hepsi öldü deyip
Yatmışsın ananın şefkat kokan beşiğine
Kaç şehir var şu dünyada
Her şehir yeniden mi dedirtir insana
Öğrenmişsin terklerin kendinden olmayınca
Kendine döndüğünü.
Güneşin doğduğu, battığı değildir zaman
Bir gözün bir göze, bir sözün bir söze atıldığıdır zaman
Zamansızlıktandır diye düştüğün boşluğa bakıp
Yok mu ettin kendini diyen bir arkadaş edasıyla
Yorulmuşsun gözler aramaktan
Sözler duymaktan
Dünden geçmeyen dudaklar mı kaldı
Yarına eskimiş cümleler kurulur diye
Suskunluğun andını içmişsin
Direnmek yılgınlıktandır biraz
Hasret ayrılıktan
Hikayeler de yalnıktan,
Bırak salınsın kolların sandalyenden
Kapat gözlerini
Değmesin acının cekirdeğine
Güneşin ölgün yüzü.