Din, dil, cins, ırk, renk, ulus ayırımı yapmanın doğru olmadığını düşünürüz. Yapmamaya da çalışırız. Ne var ki; biraz derine inince insanları aynı potaya koymanın da çok doğru olmadığı gerçeğiyle karşılaşırız. İnsanların farklı etnik köklerden aldığı genler aynı değildir. Aldıkları eğitim, yaşadıkları sosyal çevre, aile yapıları, doğup büyüdükleri coğrafya; onların kişiliğini etkiler, değiştirir. Ayrıca yüzyıllardır yapılan evlilikler, yaşanan beraberlikler sonucu dünyaya gelen yeni kuşaklar tamamen evrilmişlerdir.
Çoğumuzun soyağacı incelendiğinde hiç beklemediğimiz bilgilere ulaşırız.( Sonuçta kimse kimseden üstün üstün değildir.)düşüncesinde birleşiriz. Dünyanın bu çok eskiye dayanan geçmişinde; benliğini koruyabilen, kendi etnik köklerinden fazla uzaklaşmayan, geleneklerinin çoğunu bu güne taşıyan topluluklar da var. Ülkemizde, gürcü, manav, roman, kürt, boşnak, çerkes, tatar, türkmen vs. mahalleleri, köyleri vardır. Aslında onların içinde de farklı kültürü olan grupları görürüz. Mesleğim gereği çok farklı etnik köklerden gelen insanlar tanıdım. Kimse için kötü demem, diyemem. Ortak yanlarını görme şansım oldu. Ama bazılarına daha fazla sempati duyduğum gerçeğini de saklamam, saklayamam. Ailem de oldukça renkli bir yapıya sahip. Hepsiyle gurur duyuyorum.1969 yılında evlenip Bandırma’ya geldim. Yeni Ziraatli Köyü’ nde göreve başladım. O yıllarda; yeni mezun, ülkenin farklı beldelerinde göreve başlamış bayan meslektaşlarımın başına çok tatsız olaylar geldi. Dağa kaldırılanlar, tecavüze uğrayanlar, öldürülenler veya köy ağasıyla evlenmek zorunda kalanlar oldu.
Çok genç yaşta, hiç bilmediği kültürlerle karşılaşmak benim için de hiç kolay olmadı. İlk iki yılda annem ve babam yanımda olduğu için daha, rahat daha huzurluydum. Yeni Ziraatli Köyünde okul ve öğretmen lojmanı, köyün dışında denebilecek bir noktadaydı. Eşimin, işi gereği köyde kalması mümkün değildi. Araç olmadığı için gidiş geliş yapmam da mümkün değildi. Bir süre özel taksi ile gidiş geliş yapsam da tüm gelirimizi taksiye yatırmak bizi zorladı. Ayrıca köy yolu sık sık kardan ,yağmurdan kapanıyordu. Köyde kaldığım gecelerde öğrecilerimden gönüllü bir kızım, beni yalnız bırakmıyordu. Daha sonra, Allah ikisine de gani gani rahmet eylesin, Keramettin Amca ve Fatma Teyze bana evlerini açtılar. Sabah erkenden köye gelir doğruca onların evine giderdim. O tertemiz köy kokulu evin girişinde, yer sofrasında beni beklerken bulurdum onları. Kendileri yemeseler bile, benim önüme manda kaymağı ve köy ekmeği mutlaka konmuş olurdu. Delikanlı evladını yitirmiş bu acılı insanların yüzünde hep tebessüm vardı. Sanki hiç dertleri yokmuş gibi sessiz ve sakindiler. Kızları Sezgin’ i çok saygılı , ölçülü terbiyeli yetiştirmişlerdi. Diğer kız daha küçüktü, çekingendi. Ben de her gelişimde onlara nakış ipi ,yün, şiş, tığ bazen kıyma gibi köyde az bulunan şeyler getirirdim. Canım babamı birkaç ay önce kaybetmiştim. Özel eşyalarını dağıtmış, en son aldığımız tütün kokulu takım elbiseyi kimselere verememiştim. O, yatak odamda asılı duruyordu, buram buram babam kokuyordu. Sonunda o elbiseyi köyde birine versin diye Keramettin Amca’ ya verdim. Baktı , beğendi, kendi giymeye karar verdi. İlk RAMAZAN BAYRAMI’ nda karşıma o elbise ile çıktı. Elini öptüm, babamın kokusunu aldım. Sanki ,babam yeniden dönmüştü hayatıma. Orada yetkili müdür ve birleştirilmiş beş sınıfın öğretmeni olarak yaklaşık iki yıl çalıştım. Bu arada kızım doğdu. Kızımın adını( Tasfir ) koymak vardı aklımda. Aile büyükleri olunca bana söz düşmedi. Kızımın adı Gamze oldu. Tasfir, o köyde tanıdığım dünya güzeli ,uslu mu uslu, temiz mi temiz bir öğrencimin adıydı. Yeni Sığırcı Köyüne atandıkta sonra uzun yıllar Fatma Teyzem ve Keramettin Amca’mı ziyarete gittim. Şimdi onlar cennete! Yıllar geçti, kızlarıma ne yazık ki bir daha ulaşamadım. Daha sonra, yine bir çerkes köyü olan Yenisığırcı’ da göreve başladım. Bu benim ikinci büyük şansım oldu. Her iki köyde de; yeniliklere açık, hoşgörüsü yüksek, saygıda kusur etmeyen insanlarla karşılaştım. Bu köyde yine çerkez asıllı olan canım kardeşim, güzel yürekli arkadaşım Şükran Gün ile tanıştık. Onunla arkadaşlığımız o bu dünyadan ayrılıncaya kadar devam etti.Rahmetli Şükran Baygöl bize annelik ablalık yaptı, Kevser Kenar kardeşim oldu yaklaşık dokuz yılım köylerde o güzel insanlarla uyum içinde geçti. Harika çocuklarla ders yaptık. Bir dediğimizi ikiletmeyen muhtarımız ve daima bize destek veren köy halkı muhteşem insanlardı. Çocuklar bana; ya süt ya sabun kokar. Eğer bunun dışında bir koku alıyor isem, o çocuk ; ya öksüzdür ya yetim. Ya da problemli bir ailede büyüyordur. Onların daha çok sevgi ve ilgiye ihtiyaçları vardır diye düşünürüm. Kime ne kadar dokundum bilemem. Hatalarım ,noksanlarım olmuştur mutlaka. Bilerek isteyerek kimseye zarar vermedim, ihmal etmedim. Bundan eminim. Yıllarca çerkes köylerinde çalışmış olmak ,onları yakından tanımak, beni onlara hayran bıraktı. Çocukluğumda, baba sülalemize dışarıdan gelmiş yengelerimden biri çerkesdi. Biz ona Çerkes Yenge derdik ve onun ailedeki yeri bir başkaydı. Aile büyüklerinin ondan söz ederken neden methiyeler dizdiklerini büyüyünce anladım. O çocuklarını da aynı terbiye ile yetiştirdi. Nur içinde uyusun… Kısacası biri bana çerkes olduğunu söylediğinde bunları hatırlıyorum, saygım, sevgim katlanarak tazeleniyor. Eğitim sistemimize onlardan alınması gereken davranışların eklenmesi gerek diye düşünüyorum.
ULVİYE KARA AKCOŞ