Sordukları zaman,benimle konuştukları zaman, neyi nasıl yaptığım üzerine kafa yordukları zaman, babamın ölümünü nasıl karşıladığımı merak ettikleri nasıl geçindiğimi düşündükleri zaman – diyorum o zaman hayata döneceğim.
Döneceğim bir hayat yok, düşündükleri bir şey yok
Ne düşündüklerinin bir önemi yok.
Başta bayrağımız var kıpkızıl bayrağımız göndere en yukarlara çekilmiş .
Zaman geçiyor -diyorlar ki
Mülk edinmeli, mülkü olmalı şahsın
Şahsın varlığı bir mülk edinmeyle bütünleştiği zaman
-Diyorum o zaman hayatta dönmem.
Ellerimi saçlarının arasında dolaştırmaya başladım. Gittikçe daha cüretkar, gittikçe kendi açımdan daha çekilmez oluyordum.
-Geçen seneyi hatırla babanın canlı mavi gözlerini.
Denizin dibinde kampın ikinci günündeydik. Akşamüstü hava henüz kararmaya yüz tutmuş, mayhoş bir rüzgar refakatinde oturuyorduk. Nadin gözlerini yavaşça çekilen günışığından ayırmıyordu. Ben ise altı ayın sonunda belki de ilk kez babamın ölümünü düşünmediğim bir anı yaşıyordum. Yılların arkadaşlığı vardı ortada ancak engellemiyordum kendimi engellemek istemiyordum, haddimi defalarca aşıyordum. Babamın acısı bana her şeyi yapma hakkını tanımıştı. Geri dönüşü olmayan bir noktada saçlarından uzaklaşıp boynuna, yüzüne dokunmaya başlamıştım. Kocası ise çoktan sarhoş olmuştu. İlerici naralar atıyor ama ikimiz de ona kulak asmıyorduk.
“Kara deryalarda bir fenersin.”
Nadin şaşırmış gibi değil de yıllardır beklediği bir itirafı almış gibi rahat ve sevecen bakıyordu.
“Biz bu karanlık yolun sonunda doğacak güneşi görüyoruz.”
Nadin elime dokunup tekrar günışığına bakıyordu. Kampı dolduran ışık gözlerinden çıkıyor gibiydi ya da bu benzetmeyi o dakika yapmak için tüm koşulların uygun olduğunu düşünüyordum; fakat gözleri hiç görmediğim kadar canlıydı.
-Babanın masmavi gözlerini hatırla.
Bir süre öyle kıpırtısız durduk. İçimden konuşarak bir “anı” yaratıyordum.
“ Yıllardır burdayım”
“Bekliyordum, biliyordum yıllarca aynı hissi yaşadım” bu sessizliği çok iyi değerlendirmiştim..
Nasıl olduğunu merak ediyordum nasıl hissettiğini.
İyi olmak bir eylem biçimi olarak burada sıkıcı bir atmosfer yaratacak ve anlam kattığımız neredeyse her halin içini boşaltıp “buyrun” diyecekti bize. “Buyrun” burası dünyanın en büyük boşluğu.
Nadin önce kocasına sonra bana bakıyordu. Yıllar ona her şeyi öğretmişti öyle ki bir itiraf burada yeterince yersiz bir konuma sahipti. Susmak tüm eylemlerin anasıdır dedim. Bunu der demez kendimden utandım.
Kocasına acıyordum. Kendime de
“Iyi değilim, hiç değilim”
Beni daha mutlu edebilecek bir söz öbeği yoktu.(ne kadar yalan bir cümle böyle kurgularda mutluluğa yer yoktur.)
İyi değildi işte ben de iyi değildim daha ne olsundu. Bunu bir normale çevirmeye, onu tam anlamıyla özgür kılmaya çalıştım. Düşündüğüm en alakasız arkadaşı hakkında bir soru sordum.
“Arkadaşın vardı bir tane çok yakındınız hani Çiçekçi’de oturan senin için ölüme giderim demişti bir gün sarhoşken”
“Bana doğalgaz faturası kitlemeye çalışınca uzaklaştık.”
Uzaktan bağırtılar devam ediyordu.
“Anamız amele sınıfıdır…. Hepsi şerefsiz çıktı hepsi…başta bayrağımız sosyalizm.”
Bu adam gerçekten sinirlerimle oynuyordu. Nadin ben de iyi değilim demek istiyordum ama her cümlenin arasına bu herifin cümleleri parazit gibi doluyordu. Ben 20.yy’da bir derviş kadar yalnızdım.
Ellerini aldım, ellerimi saçlarından ayırdım ve dünyada güzel olan ne varsa avuçlarına döktüm.
Duymamış gibi yaptı,anlamamış gibi. Belki de anlamadı.
Babam ölmüş gibi değil de bunu kullanmak, bütün anlayışlılıkların o gün bana gösterilmesini istemek gibiydi tüm hareketlerim. Bu konu aylardır açılmamıştı.
“Bedri nasılsın.” diyordu beriki “Artık kendine gel üzülüyoruz hepimiz”
-Babam üzülerek öldü çok üzüldü ölürken.
Onlar üzüldüğü için, ölümü altı ayda atlatma zorunluluğum varmış, sonra hayata dönüp onlarla her şeyiyle eskiye dönmem gerekiyormuş, ,yoluma bakmam gerekiyormuş. Yapamadım.
-hatırlıyorum masmavi gözleri vardı, hiç kanamayan bir kesik vardı babamın gövdesinde.
Karanlıkta bulutlar mutsuzluğun resmi gibi duruyordu.(doğru bir cümle) Yıllardır ilk defa bu kadar rahattım. Ne için hırpalandım bunca zaman? Artık rahattım, bu üçüncü sınıf kamptaki en rahat insandım ben.
“Çadıra mı taşısak şunu.?”
“Tasıyalım Nadin.” Gözlerden en çok da hayatını sonuna kadar yaşayacağın herifin gözlerinden ırak olalım.
Ağırdı neredeyse 95 kilo bu kafayla taşımak neredeyse imkansızdı. Olduğu yere bıraktım birkaç saate kendine gelir nasılsa diyerek.
Durdum ve ona baktım sonra kocası olacak herife sonra, vicdanıma, orada bulduğum ne varsa baktım, orada insana dair olan her şeye. Sonra öptüm…babamın ölüsü benim sağımda, Nadin’in ölüsü kendi sağında bir ömür boyunca öpüştük.
Ben başladım bir dolu gibi içl içli yağmaya, ben başladım tüm iyi niyetleri ömrümden koparmaya. Onu yüz kere, bin kere öptüm.
Sabahın henüz altısında çadırım güneşin tüm sıcaklığını biriktirmişti. Ter ve plastik karşımı o kesif kokuya dayanamayarak kendimi dışarı attım.
–Duydun mu babanın yorganı üşüyor.
Yok yere duruyorum burada
-Duydun mu ölüyor masmavi capcanlı güzel mi güzel gözler.
Sabah oluyor,,,unutuyorum. Önceki geceye ait elle tutulur hiçbir şey yok benim adıma, neredeyse hiçbir şey.
-Duydun mu babanın kırmızı kazağı da üşüyor.
Aklıma geliyor sadece düşünüyorum.
Ben babamın gözlerinden daha güzel hiçbir şey görmedim.