… Üzerinde “Senin İçin” yazan sarı zarfı özenle ikiye katladı, sağ avucunun içine yerleştirip parmaklarını sıkıca kapattı. Hiç acele etmeden yavaş hareketlerle girişinde durduğu evin portmantosundan ceketini aldı. Üzerine giymedi bile, omzuna attı. Ayakkabılarını aynı sakinlikle giyerek, kapıyı çekip kapattı.
Gitmeyi düşündüğü yer çok uzak sayılmazdı. Kasabada yaşayan herkesin tanıdığı ve en az bir kere kapısını çaldığı kişi, Ali’nin oturduğu evin bir kaç ev yanındaki bir binadaydı yaşıyordu. “Dede” diyordu kasabada yaşayan herkes ona. “Dedeye sorsan kesin bilir.”, “Sana ancak Dede yardım edebilir.” gibi söylemlere şahit olmuştu çoğu kez Ali. Çünkü kasabadaki herkes sabah onun adıyla güne başlamayı adet edinmiş gibiydi.
Yanlış Bir Kapı, Doğru Bir Sohbet
Ali de daha önce kendisi ile konuşma fırsatı bulmuştu, ama başı sıkıştı da kapısını çaldı sanılmasın. Bu sevimli kasabaya yerleşme kararı aldıktan sonra sık sık kiralık ev bakmaya geliyordu. İşte o zaman, şimdi oturduğu küçük müstakil evi ararken yanlışlıkla kapısını çalmıştı Dede’nin. O zaman garip diye düşündüğü ama zamanla aslında neden öyle hissettiğini anladığı bir selamlama ile karşılanmıştı.
Dede, sanki arkasında hazır bekliyormuş gibi, Ali elini vurmak için kaldırır kaldırmaz kapıyı açmıştı. Uzun boylu, normalden daha uzun parmakları dikkat çeken, fit görünümlü ve şık giyimli bir beyefendi karşısında duruyordu.
Üzerinde özenle ütülenmiş, tamamen pamuk kumaştan olduğu belli düz renk uzun kollu bir gömlek, altında ütü çizgisi muazzam derecede düz bir kumaş pantolon, ayağında yeni damatlara çeyiz olarak alınan ucu kapalı terliklere benzer kahverengi bir terlik ile karşısında duran adamı görünce uzun bir süre konuşamamıştı.
Neden o kadar büyülendiğini kendi de anlamamıştı. Söyleyeceklerini kafasında toparlayıp da cümleler halinde ağzından dökülmesi için enerjisini toplayınca bu sefer de adamın garip karşılaması ile şoka girmişti. “Sen çaycısın!” demişti adam. Ali, “çaycı” derken neyi kastettiğini anlamaya çalışırken adam, bir adım ile kenara çekilip eliyle eve buyur etmişti onu. Ali, ağır adımlarla ve gözlerini adamın gözlerinden ayırmadan içeri girdi. Girer girmez kendini bir salonun ortasında bulmuştu.
Sabun Kokulu Salon
İçerisi mis gibi sabun kokuyordu. Her eşya sanki hazır olda birilerini bekler gibiydi. Oda kocaman bir L şeklindeki koltuk ile ikiye bölünmüştü. Koltuğun arka tarafında kalan kısım mutfak olarak kullanılıyordu anlaşılan. Koltuk ile mutfak tezgahı arasındaki boşlukta, tam ortada küçük bir masa ve iki sandalye vardı. Koltuğun diğer tarafında ise büyük bir sehpa ve üzerinde büyük bir özenle üst üste konumuş kitaplar ve bir tane yakın gözlüğü vardı. Başka hiç bir şey görmedi gözleri Ali’nin. Gördüğü sadelik vücudunda anlamsız bir hafiflik hissi yaratmıştı.
Bir Çayın Ardından Gelen Dostluk
Adam bir şey demeden kendini o koca koltuğa bırakmıştı. Bir süre sonra önüne konan, dumanı üzerinde, berrak bir çay ile “çaycısın” dan kastın ne olduğunu anladı. Nereden anladı diye merak bile etmedi. O kadar uzun yol gelmiş ve bir çaya hasret kalmıştı ki. Hiç bir şey demeden içmeye başlamıştı.
Sonra sen kimsin, nereden geldin, neden buradasın, ne iş yapıyorsun gibi kalıplaşmış hiç bir sorunun geçmediği uzun bir sohbet başlamıştı. Ne hükümeti devirmişler ne de havaların bir türlü tam olarak yaza dönememesinden bahsetmişlerdi. Sadece sohbet etmişlerdi. Neydi konu diye Ali’ye şimdi sorsan hala cevap veremez.
Ne için orada olduğunu unutmuştu bile. Yaşlı adamın evinden inanılmaz güzel hislerle ve gülümsemeyle çıkmıştı Ali. Sokakta yavaş yavaş yürürken, aradığı evin ilanını camda görünce yanlış eve girdiğini o zaman anlamıştı.
İşte böyle yanlışlıkla tanıştıkları adamın “Dede” olduğunu da çok sonra öğrenmişti. Bir kaç defa daha ayakları Ali’yi o eve götürmüştü. Adam aynı ritüelle karşılamıştı kendisini. Ali, yine ve her seferinde uzun sohbetlerin verdiği tat ve dertlerinden arınmış bir halde evine geri dönmüştü.
Zarfın İçindeki Sözler
Bu seferki başkaydı ama. Ağır adımlarla Dede’nin evine doğru yürüdü. Kapıyı yine tam olarak çalamadan kapı açıldı. Dede, tüm şıklığı ile karşısında duruyordu. Bu sefer ağzının kenarında sanki hakim olamadığı gülümsemesinin bir titreşimi vardı. Ya da Ali’ye öyle geldi.
Her zaman olduğu gibi; hiç konuşmadılar, adam bir adım geri çekildi, Ali sabun kokulu salona girdi, koltuğa oturdu. Adam uzun parmakları ile tuttuğu çayını sehpanın üzerine koyarken Ali’nin elinde buruş buruş olmuş zarfa gözleri takıldı. Ali uykudan uyanmış gibi irkilerek zarfı Dede ye uzattı. Dede zarfı aldı ve içindeki notu okudu. Kafasını kaldırıp Ali’ye baktı. Bakışları çok keskindi ve insanın taaa içini görüyor gibiydi…
Benzer Hikayeler:
Bir önceki yazımı aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz. Teşekkür ederim.
Blok Yazılarımı da aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz. Teşekkür ederim.