Dar ve karanlık koridorlardan geçip, nihayet kontrol noktasına vardık. Karşıda üç aynasız. Biri uzun ve sıska, bir diğeri orta boylu, biridee…
Kel olanı bana mı bakıyor ne? Yok, canım bana öyle geliyor. Derken copunun ucuyla beni işaret etti.
Önce gıcıklığına hiç oralı olmadan sallana sallana ilerleyesim geldi. Ama copun küt burnu gözüme ilişince vazgeçtim.
Dediği, noktaya doğru ilerledim. Adam konuşmuyor, durmadan copuyla bana direktifler veriyordu. Gözlerimi gözlerine dikip konuşarak anlatmasını emreder gibi bakıyordum. Fakat oralı bile değildi.
Bir müddet sonra copu başımın etrafında dolaştırdı. Gömleğimin düğmelerine copun ucunu takıp çıkar işareti yaptı. Aramızda sessizlik yemini vardı sanki. Ne garip.
Başımla onaylama işareti yaptım ve gömleğimin düğmelerini hızla çözüp, yavaşça yere bıraktım. Aynasız copunu tekrar havaya kaldırdı. Bu seferde pantolonumu işaret etti. Bunu filmlerde görürdüm. Önce mahkûmu anadan üryan soyup, olmadık yerlerini arıyorlardı.
Acemiliği yüzünden okunan bir aynasız, diğerinden görevi devraldı. Vakit kaybetmeden ellerine plastik eldivenleri geçirip oramı buramı kontrol etti. Erkekliği boka sürdürmemek için gıkımı çıkarmadan denileni yaptım.
Geri kalan mahkûmlarda aynı işlemden geçtikten sonra, tek sıra halinde dar koridorlarda yürümeye başladık.
Az ötede dört yeni aynasız bizi bekliyordu. Bunlardan biri beni işaret edip ‘’sen benimle gel’’ dedi.
Denileni yaptım.
Beni başkaca bir koridora doğru sürükledi. Ben de hızlı adımlarla onun peşi sıra gittim.
Büyükçe bir kapının önünde durduk. Tekrar üst baş arama derken, sonunda beni bir deliğe tıktılar.
Gelinmesi gereken son yermişçesine derin bir nefes alıp var gücümle’’ oh beee’’ dedim.
Odanın sağ köşesinde orasına burasına erkeklik organı çizilmiş bir ranza, ötesinden berisinden yaylar fırlamış kirli bir yatak, bir lavabo, bir de alafranga tuvalet var.
Sizde, hapishanede olmaktan haz alıyormuş gibi bir izlenim uyandırmak istemem ama gerçekten çok rahatlamıştım bu delikte. Üzerimden koskocaman bir yük kalkmıştı.
Rahatlamış olarak yatağıma uzandım. Yorgunluktan hemen uykuya dalmışım. Uyandığımda duvardaki saat gece üçü gösteriyordu. Bu dışardayken hep uyandığım saatti. Biyolojik saatim yine iş başındaydı.
Yataktan kalkar kalkmaz yüzüme su çarpıp parmaklarımla saçlarımı taradım. Aynadaki yüz benim yüzüm müydü? Bu ben miydim? Aman Allah’ım berbat görünüyorum. Yanaklarımdan sarkan derilerle vahşi bir Buldoğu andırıyordum. Ya gözlerime ne demeli. İki büyük yağ torbası burnuma doğru uzanmış gibi hoyrat hoyrat karşımda duruyorlar. Anlaşılan dışarısı beni fena benzetmiş dedim.
Bir ara, doğruysa eğer, arkadaşımın birinden hapishane anıları dinlemiştim. Onun içerideyken tek yaptığı spor şınav çekmekmiş. O spor sayesinde kendine gelmişmiş…
Ben de aynını yapmaya karar verdim.
Bu beni epey oyalıyor ve yoruyordu.
Saat sabahın altısını gösterirken yemekhane tarafından tabak, kaşık tıngırtıları, su fokurtuları duyuluyordu. Aşçılar kendi aralarında oradan buradan konuşup gülüşüyor, birbirlerinin yatak maceralarını anlatıyorlardı.
Bir müddet onlara kulak misafiri oldum. Sonra pencere kenarında durup öylece dışarı seyrettim. Her şey normal ve sıradan görünüyordu.
Ben küçük yaşta öksüz ve yetim kalmıştım. O sıralar bana amcam sahip çıktı. Bir müddet sonra onu da kanserden kaybettim. O günden sonra Sosyal Hizmetlerde kalmaya başladım.
Orada kaldığım süre boyunca okula gidiyor, inek lakabını hak edecek derecede ders çalışıyordum. Amacım tıp fakültesine gitmekti. Onun için çok çalışmam gerektiğini abilerim bana uzun uzun anlatıyorlardı.
Bir taraftan okula devam ediyor bir taraftan bir pastanede yarı zamanlı çalışıyordum. Bu yoğunluktan hiç şikâyetçi değildim. Hatta zevk bile alıyordum.
Bir gün kapıdan Üstü başı kir pas içinde, göz çevreleri mosmor, dudakları yara bere içinde dağınık kötü giyimli bir kız girdi.
Bana patronu sordu. Henüz gelmediğini, biraz beklerse görüşebileceğini söyledim. Başını onaylar gibi salladı. Yavaş adımlarla pencere kenarındaki masaya ilişti.
Ona bir bardak çay getirdim. Başını öne eğip kısık sesle teşekkür etti. Bu kızda beni çeken bir şey vardı.
Az sonra kapıda patron gözüktü. Usulca kulağına eğilip kızın iş istediğini söyledim.
Patron bayram önü elemana ihtiyacımız olduğunu söyleyip kızı işe aldı.
Kız, vakit kaybetmeksizin ertesi sabah işe başladı. Patronun gözüne girmek için acelesi varmışçasına temizliğe girişti. Her yer tertemiz olmuştu. Ondan beklenmedik performanslar sergiliyordu.
Bununla da kalmayıp gün be gün bana ısınıyor yavaş yavaş bana açılıyordu. Bir gün tüm hikâyesini bana anlattı. Onun yaşadıkları bendende beterdi. Bencillik edip bir an şükrettim.
Kız artık benden çekinmeden alıcıları dükkâna davet ediyor, el altından satışlar yapıyor, kazandığının bir kısmını kendisi kullanıyordu.
Zamanla beni de uyuşturucuya alıştırdı. Aynı şekilde satış işi de yapıyordum. Patronun bundan hiç haberi olmuyordu.
Çok paralar kazanıyor, çok harcıyor, çok içiyorduk.
O, bir sabah evinde altın vuruşunu yapmıştı.
Onun ölümü beni epey sarsmış, yaşadığım hayatı gözden geçirmemi sağlamıştı.
Bir an geldi. Tam hayatımı yoluna koymaya karar vermişken suçüstü yakalandım. Bildiğiniz üzere sonrası kodes…
Ara ara krizlerim tutuyor. Ölecekmişim gibi hissediyorum. Gözlerim görmüyor, nefesim kesiliyor. Dünya, bu oda, her şey dar geliyor. Kabıma sığamıyorum. İçimde filler tepişiyor. Günlerce kimseyle konuşmuyorum. Bir şey yemek te gelmiyor içimden. Üç gündür sadece suyla yaşıyorum. Geçecek diye teselli ediyorum kendimi. Nitekim öyle de oluyor.
Tam bir yıldır buradayım. Krizlerim son buldu. Sağlığıma kavuştum. Açıktan okuyup sınavlara girmeye karar verdim.
Meğer yaşamak güzel şeymiş.