20 Eylül. Güzel bir sonbahar günü… Telaşlı ve sevinçli adımlarla Fenerbahçe Parkı’na doğru ilerliyorum. Derken kapıda bir adam, “Kızlarımı okutmak için,” diye defalarca belirterek roman isteyip istemediğimi soruyor. Kendisinin en sevdiği kitabı önerse de ben, ortaokul yıllarında okuduğum bir romanı seçiyorum: Halid Ziya Uşaklıgil – Mai ve Siyah. Heyhat! Konusunu bile hatırlamıyorum. Aradan geçen onlarca yıl sonra bu romanla ilgili aklımda kalan tek duygu, yazarına olan hayranlık.
Az ileride, 600 yaşındaki sakız ağacını görüyorum. Kollarını merhametle ve büyük bir bilgelikle göğe kaldırmış. Bu eski dosta selam veriyorum. İlk gençlik yıllarımda, üniversiteden arkadaşlarımla da buraya gelirdik. Anlaşılan, Fenerbahçe Parkı bugün bana geçmişten selam getirmiş. Ne güzel. Baş üstüne!
Yaklaşık beş-on adım sonra bir düzine kedi karşılıyor beni. Çoğu yavru. İnce ve ürkek patileriyle büyüme telaşındalar. Kulağımda eski bir bilgi çınlıyor: Kedilerin kulakları hiç büyümezmiş. İlk doğduklarında nasıllarsa öyle kalırmış. Demek ki bu yüzden bu kadar sevimliler; küçücük suratlarının üstünde bir çift kocaman kulak…
Derken telefonuma bir mesaj geliyor: Yağmur. Biraz gecikeceğini söylüyor. “Olsun,” diyorum. Oturduğum kafenin manzarası oldukça güzel. Meraklı bakışlar üzerimde geziniyor, ben ise martıların seyrine dalmışım; bir bardak demli çay eşliğinde. Çok geçmeden Yağmur geliyor.
Yağmur ile ortak bir geçmişimiz var. Aynı iş yerinde çalıştık. İş dışında da güzel sohbetlerimiz olmuştu. İkimizin sohbetleri çoğu kişiye biraz “uçuk” ve bazen de sıkıcı gelirdi. “Bu kadar derine inmeyin,” derlerdi. Ama biz yüzeyde kalmayı hiç sevmedik ki… Arayı epey açmıştık ama sanki dün buluşmuşuz gibi, derin bir sohbete daldık. “Dün buluşmuşuz gibi” duygusu çok güzel. Kaç kişi kaldı ki hayatımızda bu duyguyu yaşatan?
Gelelim söyleşiye:
Hazır buluşmuşken bir söyleşi yapmayı teklif ettim. Evvelden hazırladığım soruları çıkardım ve ses kayıt tuşuna bastım. Neler mi konuştuk? Önden buyurun :
20 Eylül 2025 – Yağmur ile röportajımız. Fenerbahçe Parkı, eski adıyla Romantika Kafeterya.
- İlk sorum geliyor, Yağmurcum. Hayatındaki kırılma noktası neydi?
– (Kısa bir duraksama) 2011 yılında, aslında benim için bir tabu olan şeyin elimden alınmasıydı kırılma noktası. Bunun detayına çok girmek istemiyorum ama benim için çok kutsal olduğunu düşündüğüm bir şey gitmişti. O zaman, bütün gücümün ve hayattaki var oluşumun dayandığı şeyin yok olduğunu hissetmiştim. - Eşya mı bu?
– Aslında bu, benim içsel bir duygum diyelim. - Yine esrarengiz konuştun. 🙂
- Hayatı bir cümleyle tarif et desek?
– Bilgi derdim. Bilmek. - “Bilmek” bir kelime oldu. Bir cümle olarak?
– Bilmek çok güzel. - Gezmeyi sevdiğini biliyorum. Bugüne kadar seni en çok etkileyen şehir hangisiydi?
– Viyana. (Gülümser) - İyi düşün.
– Viyana, evet. Beni çok etkiledi. Ama şöyle söyleyeyim: Rusya’ya da gitmiştim, Moskova’ya. Oranın da çok farklı bir atmosferi vardı. Genellikle Avrupa’yı gezdim. Moskova’nın mimarisi, insanları… O soğukluğun içinde garip, kucaklayıcı bir şey vardı. Bu kucaklayıcı şey genellikle bilgiydi. Çünkü her parkında öğretici, bilimle ilgili küçük semboller vardı. Mesela güneş saati, füze… Seni bilimle iç içe tutan, öğrenmeye teşvik eden bir yapısı vardı. Bu çok hoşuma gitmişti. - Belki de eski dönemdeki insanların ruhunu saklıyordur. Şimdi Rus edebiyatı geldi aklıma.
– Rus edebiyatını severim. Ama Rus edebiyatında kasvet vardır. O kasvet bazen beni daraltır. En çok da Dostoyevski’nin Kumarbaz romanı beni daraltmıştı. Gerçekten bir kumarbaz gibi, o kaybı ben yaşamış gibi hissetmiştim.
(Burada astrolojiye geçiyor. Zaten sever.)
– Sonra kendi kuzey-güney ay düğümümü keşfettiğimde – ki Aslan’dan Kova’ya giden bir karakterim – şöyle deniyordu: “Bundan önceki hayatınızda çok büyük bir kumarbazdınız.”
- Gerçekten mi? Çok enteresan.
– Evet. Kumarbaz kitabı beni neden bu kadar rahatsız etmişti, o zaman anladım. Belki de geçmişten gelen bir bilginin, bir kaybın, bu dönemde benimle buluşmasıydı. - Çok enteresan gerçekten. Benim aklıma şimdi Gorki geldi, Ana romanı.
– Evet, o da güzel bir kitap. - Romanın sonunda ağlamıştım. Anne duygusu bende çok baskın. Belki bu da etkilemiştir. İlk kez bir roman beni finaliyle sarsmıştı.
– Bir şeyler bizi sarstığında ve bir bilgiyle buluştuğunda başka bir bilginin fitilini ateşliyor. Ama ateşleyen şeyi unuttuğumuz için – insan, yani “unutan” biz – neyi hatırlattığını içsel olarak biliriz. Ancak bunu bulamamak bazen bizde bir sıkışmışlık yaratır. - Evet, çok güzel söyledin.
- Seni hep gayet sağlıklı görüyorum. Bunun sırrı nedir? Hep parlıyorsun.
– (Gülümseyerek) Çünkü görüntü, beden de önemli bir şey. İnsanlara güzel görünmek lazım. Neden bir insanı görüntüsel olarak rahatsız edeyim ki? Bir de bilmeyi çok sevdiğim için, her yeni öğrendiğim şey bende dışa vurum olarak belki de güzellik şeklinde yansıyor olabilir. - Beslenmene de dikkat ediyorsun gibi geliyor bana.
– Evet, doğru. Lise döneminde çok fazla cilt problemi yaşıyordum. Doktor bana abur cuburları ve asitli içecekleri yasaklamıştı. Bende şöyle bir özellik var: Bir şey yasaklandıysa ve benim için sağlıklı değilse, ona uyarım. - (Gülerek) Benim aksime… Biz ailecek pek yasaklara uymayız. Mesela anneme doktor sütü yasaklamıştı, o da aynı gün sütlaç yapmıştı.
– (Gülerek) Yok, ben dikkat ederim. Sağlıklı değilse uygulamam, uyarım.
- Hayatta kahkaha ve gözyaşlarını dolu dolu yaşıyorsun, birçok insan gizlerken. Acılarla başa çıkma yolun nedir?
– Evlilik dönemimde acılarım oldu. Acı ile baş etme şeklim birinden destek almak oldu. Psikoloğa gittim. Ama şunu fark ettim: Onların sorduğu sorulara cevap vermeye içsel olarak hazır değilsen, kimse sana yardımcı olamıyor. Bu noktada kitaplardan çok fayda gördüm. Felsefe, tasavvuf bana çok iyi geldi. - Kişisel gelişim kitapları?
– Çocukluğumdan beri okuyorum. Ancak kişisel gelişim kitapları yüzeyseldir. Anlıktır. Örneğin “çekim yasası”… Orta sondayken Secret adlı kitap çıkmıştı. “İste, çek” vs… İstiyorum ama çekemiyorum. Demek ki sadece istemek yetmiyor. Altında bilmediğim başka bir şey var. Nedir bu? Şunu da fark ettim: Bir sıkıntı yaşıyorsam, bu onun içten dışa yansımasıdır. Çünkü insan kendi kadar bilir, kendi kadar görür. Aslında kimseyi tam anlamıyla olduğu gibi göremeyiz. - Çok güzel söyledin. Mesela bir şeyi tasvir etmem aslında benimle ilgilidir. Psikolojide öyle bir test var. Bir tablo gösteriliyor: “Burada ne görüyorsun?” Verdiğin cevap senin duygularını yansıtır. Hatta sana bu soruyu sormam bile aslında benimle ilgili olabilir. Kahkahalarla yaşıyorum ama kendi acılarımla nasıl baş ediyorum? Belki de kendime sormak istediğim bir soruyu sana sordum.
– Aslında her insan başka bir insanın aynası gibidir. Kendini aynasız göremezsin. Elini görürsün ama yüzünü göremezsin. Eğer bir şeyle yüzleşmek istiyorsan, yüzünü görmek istiyorsan aynaya bakmak zorundasın. - Soru sormak bu açıdan çok güzel. Ne yazarsam yazayım – hikâye, deneme, kısa yazı – hep bir soru cümlesi olur içinde. Sorularla iyi anlaşıyorum kendimle.
– Evet, aynaya bakmak zorundasın.
- Rutin bir günün nasıl geçiyor?
– Sabah kalkıyorum, işe gidiyorum. İş yerinde genellikle gülerek, keyifle çalışıyorum. Artık çoğu şeyi çok fazla ciddiye almıyorum. Canımı sıkan bir şey varsa kendime şunu soruyorum: “Bu beni neden rahatsız etti? Bende hangi eksiklik var? Bunu neden böyle yorumladım?” Kendimi geliştirmeye çalışıyorum. - Kitap okumayı sevdiğini biliyorum. Hayatında iz bırakan bir kitap?
– İvan Denisoviç’in Bir Günü. - Okumamıştım.
– Stalin’in ordularından Berlin’e gidip dönenleri vatan haini ilan edip kürek mahkûmu yapıyorlar. Rusya’nın o soğuğunda… Vatan için savaşıyorsun, sonra çalışmak zorunda bırakılıyorsun. Kitap, adamın sadece bir gününü anlatıyor: Sabah kalkması, yaşadıkları… Hani sordun ya “Bir günün nasıl geçiyor?” diye. Ne güzel denk geldi.
(Kahkahalarımız yankılanır.)
– Şu söz beni çok etkilemişti: “Soğuk bir kere içine işledi mi, bir daha çıkmaz. O yüzden o soğuğun içine girmemesi lazım.”
Bence hayat da öyle. Bir şey bir kere içine girerse, onun çıkması çok zor. O yüzden her şeyi kabul edip içeri almamak lazım.
- Sorularımız bitti.
– (Biraz hayıflanarak) Aaa… - Çok teşekkür ediyorum. Çok keyifli bir söyleşiydi.
– Teşekkür ederim. Benim için de öyleydi.