YABANCI
Yolu nasılsa hiç bilmediği bir gezegene düşmüştü. Her şey ona yabancıydı. Etrafında kendine benzeyen insanlar aradı. “Oradaki hayvanlar dahi dünyalılara benzemiyordu.
Uzun ve engebeli dar yollardan umutsuzca ilerledi. Karşısına üç beş kulübelik bir yerleşke çıktı. Oraya yaklaşmak onu çok ürküttü. Karşısına ne çıkacağını bilemezdi ne de olsa.
Yürümeyi bırakıp sürünmeye başladı. Yaban otlarının tarazları ayaklarını ve kollarını yalıyordu. Acıya aldırmadan ilerledi. Az ileride uzun otlar vardı. Amacı oraya ulaşmak ve kulübelere daha yakın olmaktı.
Ayaklarının kesiklerinden kan sızıyordu. Zorlu uğraşların ardından dev otların salındığı tarlaya vardı. İki iri otu kendine siper edip yerleşkeyi gözetlemeye koyuldu. Etrafta hiçbir kıpırtı yoktu. Sadece karnının gurultusunu işitiyordu. Etrafına yenilebilecek bir şeyler var mı diye bakındı. Fakat bu bitkiler ona çok yabancıydı. Bir an kendinden geçti. Göz kapakları ağırlaştı. Tüm vücudu uyuştu. Uyandığında hava kararmak üzereydi. Başını hafif kaldırdı. Bir iki adım attı. Bir anda arkasından gelen bir erkek kollarını arkasından kavradı ve onu yere yatırdı. Adam iri yarı bir mamudu andırıyordu. Kalın ve püsküllü kaşları mavi gözlerini perdeliyordu. Bıyıkları sakallarıyla karışmış, saçları gür bir ormanı andırıyordu.
Kız korkudan hareket edemiyordu. Adam anlaşılmaz bir dille ona bağırıyor, itekliyordu. En sonunda saçlarından tutup onu kulübeye sürükledi. Kulübenin kapısı tiz bir gıcırtıyla açıldı. Karşısında kıza bakmakta olan tam beş çift göz vardı. Biri anne dördü çocuktu. Kadın korku dolu gözlerle bir tutsağa bir kocasına bakıyordu. Adam kızı onların yanına fırlattı. Çocuklar çil yavrusu gibi dağıldı.
Adam önlem olsun diye kızın ellerini ve ayaklarını ipe benzer bir şeyle sıkıca bağladı. Kız boylu boyunca yere uzandı. Karnı fena halde acıkmıştı.
Adam mutfağı andıran bir yerde ayakta duruyordu. Eline kocaman bir meyve almış vahşice kemiriyor, şapırtılarla mideye yuvarlıyordu.
Kadın usulca yerinden kalktı, mutfağa yöneldi. Anlamsız kelimelerle adama bir şeyler mırıldandı. Adam başını salladı. Kadın yemek hazırlıklarına başladı. Çocuklar da teker teker kalkıp analarına yardım etmeye başladı. Kimi dışarılardan bir yerlerden su getiriyor, kimi tavuğa benzer bir hayvanı boğazlıyor, kimi ateş yakıyordu. Bu sırada adam her birerine emirler yağdırıyor, arada tekmeler ve yumruklar savuruyordu. Özellikle karısına vahşi bir hayvan gibi davranıyordu. Kadın yediği tekmeler karşısında susuyor, ağzının kenarından sızan kanı elinin tersiyle siliyordu.
Aradan epey zaman geçti. Yemek hazırdı. Masayı andıran tabure benzeri çıkıntılara oturan çocuklar yemek beklemeye başladı. Kadın her birerine birer parça et ve bir dilim peksimet verdi. Adamın önüne dört parça et ve iki koca dilim peksimet koydu. Kendisine minicik bir peksimet parçası kalmıştı. Çekingen bakışlarla kızı süzdü. Ona da bir şeyler vermek istedi. Peksimetin uç kısmından ufak bir parça koparıp kıza uzattı. Adam bunu gördü. Öfkeyle kadına atıldı. Yumruklarıyla kadını yere serdi. Peksimet yerde kana bulanmıştı.
O gece aç yatan kız ağlamamak için kendini zor tuttu. Burada gün erken doğuyordu. Kadın erkenden kalkıp kıza biraz peksimet verdi. Kız oburca ekmeği yuttu. Kadına teşekkür manasında elini uzattı. Kadın elleri titreyerek kızın elini tuttu. Aralarında gizli bir anlaşma doğdu.
O sabah ev halkı erkenden kalktı. Kahvaltı yapıldı. Adam kızı dışarı sürükledi. Ardından yük hayvanını andıran koca kafalı, uzun tüylü, kısa bacaklı bir hayvanı ahırından çıkardı.
Hayvanın üzerine bindi. Kızın iplerini hayvanın semerine bağladı. Arkada, karısı ve dört çocuk hayvanı takip etti.
Uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra bir tarlaya vardılar. Tarla ekini andıran fakat boyu epey kısa olan bir mahsulle doluydu. Adam hayvandan indi. Kayalığın gölgelik yerine kilim serdi üzerine uzandı. Kadın eline kesici bir alet alıp mahsulü kesmeye başladı. Adam hışımla kalkıp Kızı iplerinden çözdü. Onun eline de kesici aletten verdi. Sonra çocukların eline küçük olanları tutuşturdu. Kendisi de gidip kaya gölgesine uzandı. Bir müddet sonra adamın horultuları işitilmeye başladı.
Adamın uyuduğunu gören kadın kıza yaklaşıp elleriyle bir şeyler anlatıyordu. Fakat kız hiçbir şey anlamıyordu. Kadın yaralı yerlerini gösterip adamı işaret ediyor ardından çocukların sırtlarındaki morlukları gösteriyordu. Kız hepsinin adam tarafından şiddet gördüğünü zaten şahit olmuştu.
Kadın eliyle uzakları gösterdi. Karşı tarlada üç kadın ve bir erkek vardı. Erkek kadınların bellerine ve bacaklarına ipe benzer bir aletle vuruyordu.
Anlaşılan kadın, tüm kadınların burada değersiz olduklarını anlatmaya çalışıyordu. Kız anlamış gibi başını salladı.
Güneş tepede yükseldi. Ana elinde altı parça kuru peksimetle geldi. Sırayla önce çocuklara sonra kıza en sonunda da kendi aldı. Kuru peksimeti suyla ıslatıp mideye yuvarladılar. Adam hala horul horul uyuyordu.
Saatler sonra tarladaki mahsul toplanmıştı. Kadın kocasını uyandırmaya gitti. Adam uyku sersemiyle kadına tokat attı. Kadın yüzünü tutarak hayvanın yanına gitti. Hayvanı bağlı olduğu yerden çözdü, adama getirdi. Adam tarlaya baktı. Memnun gözlerini, çocuklardan yana devirdi.
Yola koyulan aile sessizce yürüyordu. Epeyce yürüdükten sonra hava karardı. Karanlıkta düşe kalka eve vardılar.
Çocuklar açlıktan kıvranıyordu. Kadın bir koşu ateşi yaktı. Üzerinde patates benzeri yumrular pişirdi. Adam payın en büyüğünü aldı. Kadın sesini çıkarmadı. Çocuklardan en küçüğü: ’açım, istiyorum’’ diye ağlayınca, adam öfkeyle kalkıp çocuğu dışarı fırlattı.
Kız adamın yaptıklarına tahammül edemiyordu. Fakat elinden hiçbir şey gelmiyordu. Kadın ve çocuklar adamın bu durumuna alışmış, yapılanları normal karşılar olmuşlardı.
Kız zaman içinde kadınların paspas gibi kullanıldığını, hayvanlar kadar değerlerinin olmadığını öğrenecekti.
Zaman bu keşmekeşlikte akıp gidiyordu. Yerleşkenin kadın ve erkekleri kıza alışmışlardı. Ona da aman vermez işkenceler yapıyorlar ve onu köle gibi çalıştırıyorlardı.
Kız bu duruma fazla dayanamadı. Yerleşkedeki kadınları gizlice kocalarına karşı kışkırtıyordu. Önceleri alışmış oldukları bu durumdan çıkmak istemeyen kadınlar zaman içinde kızın dedikleri yapmaya başladılar.
Kendi içlerinde silahlandılar. Erkeklerin uyku zamanlarında dövüş yöntemleri öğrendiler. Çocuklar da annelerine katıldı. Kısa sürede dev bir ordu gibi güçlüydüler. Sadece uygun zamanı kolluyorlardı.
Yerleşke halkı bir sabah fırtınayla uyandı. Fırtına her şeyi önüne katıp götürüyordu. O gün tarlaya da gidilmezdi. Adamlar bizim kahvehane dediğimize benzer bir yerde eğlenceye daldı. Kadınlar bu durumu fırsat bilip isyan etti. Yer yerinden oynadı. Erkekler kadınların bu dayanışması karşısında fazla direnemedi. Hepsi pes edip yere çöktü. Şimdi üstünlük kadınlardaydı.
Erkekleri kahvehaneye hapseden kadınlar, kendi aralarında dayanışma sözleşmesi imzaladı. Erkeklere ise bir ahit imzalattılar.
Bu duruma zaman içende kadınlarda erkeklerde alıştı. Artık yerleşkede kadın ve erkek aynı seviyedeydi. Buraya bir nebze de olsa sükûnet gelmişti.
Bizim yabancı oranın dilini çok iyi öğrendi. Çocuklara eğitmenlik yaptı. Yerleşke zamanla medenileşti.
Şu an iletişimim koptuğu için ne durumdadırlar bilemem.