ÖYKÜ
Bir çadırın içerisinde sergilenen gösteri kuklaların dünyasıyla tanıştırdı beni. Sadece kuklalarla değil Usta Kao’yla da o gün tanıştım. Gösteri boyunca adeta büyülenmiş, perdenin önünde hareket eden kuklalardan alamaz olmuştum gözlerimi. On bir on iki yaşlarımda olmalıyım o sıralar. Perde kapanmış, kuklalar toplanmış, çadır boşalmıştı. Bense tahta sandalyede kalakalmıştım öylece. Kukla oynatıcısı Usta Kao, kuklalarını toplamış çadırdan çıkmaya hazırlanıyordu ki yan yana dizilmiş tahta sandalyelerin arasında beni gördü.
“Oyun bitti. Artık evine gitmelisin.” diyen ses şaşkınlığımı daha da arttırdı. Kuklaların çıkardığı kavgacı, şamatacı, ortalığı yaygaraya veren sesin sahibi, sakinliğiyle insana huzur veren bu sesin sahibi olamazdı.
“Gidemem.” dedim.
“Neden gidemezmişsin?” dedi bana.
“Çünkü ben onların dünyasına aitim.” dedim.
Şaşırmış, “Kimlerin dünyasına?” demişti.
“Onların, perdenin önünde, sahnede oynayanların dünyasına.” Çadırın içerisini dolduran kahkahayı işitmem, sözlerin ağzımdan çıkmasıyla aynı anda oldu sanırım. O günden sonra bir daha bırakmadım Usta Kao’nun peşini. O nerede ben ordaydım artık.
Evinden sahneyi kuracağı yere kadar malzemeleri taşımasına, sahneyi kurmasına, toplamasına yardım ediyordum. Bu işi öğrenmenin en iyi yolu, parmaklarınla kuklaları buluşturmadan önce karşıdan izlemek demişti Usta Kao. Sahnenin gerisine geçmeden önce aylarca izledim sergilediği gösterileri. Sahnenin üstündeki köprüden iplerle aşağıya sarkıttığı kuklaların başlarını, el, kol ve ayaklarını gevezelikleri tuttuğunda da ağız ve gözlerini hareket ettirmelerini hayranlıkla izler, seyircinin nerede nasıl tepki verdiği hakkında notlar alırdım. Öykü anlatı becerisi kazanmamdaki, kukla ve gölge oyunlarını öğrenmendeki en önemli ders olmuştu işte bu süreç. Her gösteri için ayrı bir hikaye yazardı Usta Kao. Sahnenin arkasına geçtiğinde bir başka insan olur çıkardı, tanıyamazdım onu. Çift kişilikli yaratılmış bu adam derdim içimden. Sakinliği, durgunluğu ve kederli haliyle konuşmak yerine çoğu zaman susmayı tercih eden o insan gider yerine neşeli, hareketli, konuşkan ve kavgacı bir insan çıkardı sahne arkasından.
Evli değildi Usta Kao. Haliyle çocuğu da yoktu tabi. Ben işimle evliyim, kuklalarım da benim çocuklarım derdi hep. Gösterilerin olmadığı günlerde evinde ziyaret ederdim Usta Kao’yu. Karşısına dizdiği kuklalarıyla kavgaya tutuşmuş bulurdum çoğunlukla. Bir taraftan oyun sırasında ses yapmamaları için eklem yerlerini yağlarken diğer taraftan da paylar, azarlardı onları. “İplerinizin elimde olduğunu, patronun kim olduğunu ne çabuk unutuyorsunuz. Bazı zamanlar kendi kafanıza göre hareket etmeye çalıştığınızı, sizi var eden, size hayat veren, size kişilik kazandıran ustanızı görmezden geldiğinizi, bariyerleri yıkmaya çalışarak, içinizden geldiği gibi davranmaya, konuşmaya çalıştığınızı fark etmediğimi mi sanıyorsunuz. Sizin bir sahibinizin olduğunu, o ne derse onu yapmanız, o ne söylerse onu söylemeniz gerektiğini ne çabuk unutuyorsunuz.” der kav-
gaya tutuşurdu onlarla.
Söylediklerinde haklıydı sanırım. Oyunun içinde bazı zamanlar beklenmedik davranışlarda bulunur, beklenmedik sözler çıkardı kuklaların ağzından. Böyle anlarda perdenin arkasında olup bitenleri merak eder, sahne arkasına dolaşırdım. Gördüğüm manzara ürkütürdü beni. Sinirden eli, yüzü kızarmış, gözleri kanlanmış bulurdum Usta Kao’yu. Bazı gösterilerde kuklalarını ağlatırdı. Bilirdim, kendi ağlamak istediğinde yapardı bunu. Oyun bittiğinde ağlamaktan kızarmış gözlerini saklamaya çalışırdı benden. Oyunları sergilemeden önce kağıda yazar, günlerce provasını yapardı sonrada. Bazı zamanlar beni kuklalarının yerine koyar, karşısına alır, söyleyeceklerimi ezberlettikten sonra başlardık oyunu karşılıklı oynamaya. Seslendirmeyi de kendimin yapmasını isterdi benden. Oyunu kendi yazmış olmasına rağmen bazı yerlerde söylediklerimi beğenmez, kuklalarının yerine koyarak pataklardı beni. “Hayat sandığın gibi sadece bir oyundan ibaret değil, doğru da olsa yersiz ve zamansız sözlerinle başımı belaya sokacaksın bir gün benim.” diyerek değiştirirdi kendi yazdığı oyunun sözlerini. Her doğrunun her yerde söylenmeyeceğini işte o günlerde öğrendim ben Usta Kao’dan.
Oyunda söylenen bir sözden dolayı bir gün, hükümet güçlerince basıldı oyunun sergilendiği çadır. Apar topar alıp götürdüler Usta Kao’yu. Günlerce haber alamadım ondan. Eli yüzü morar-
mış, halsiz ve bitkin çıkageldi günler sonra. Suskunlaşmış, eski heyecanını, neşesini yitirmiş görünüyordu. Oyun için yazdığı sözleri söylemeden önce yutkunduğuna, kekeleyerek sözleri değiştirdiğine şahit olmaya başladım o günden sonra. Seyircilere belli etmemeye çalışsa da ben fark ederdim perdenin arkasında olup bitenleri.
Perdenin arkasına geçeceğim günlerin hayaliyle geçen bir yılın sonunda, perdenin diğer tarafına geçebildim nihayet. İlk sınavıma çıkmıştım. Kukalarla bir beden, bir ruh olmak denilen şeyi başarabilecek miydim bilmiyordum. Usta Kao’nun karşısında, ipleri parmaklarıma bağlı kuklalarla bir oyunu sergileyecek olmak çok heyecanlandırmıştı beni. Heyecanlı olan sadece ben değilimdim, ipleri parmaklarıma bağlı kuklaların titremelerinden anlamıştım bunu. Dikkatli bir izleyici anlardı o an yaşadıklarımı. İplerin gereğinden fazla gergin ya da gevşek olması, konuşmaların sinirli, sakin veya duygulu olması kukla oynatıcısının o anki ruh halini ele veriyordu aslında.
Bazı günler hiç konuşmak istemezdi Usta Kao, sessiz gösteriye çevirirdi oyunu. İpleri gevşek tutar ne haliniz varsa görün derdi kuklalarına. Sorumluluk duygusundan ötürü konuşmayan bilgeliğin suskunluğundan söz etmiyorum. Kastettiğim bütün yaşamı boyunca yaşadığı pişmanlıklardan kaynaklanan hayal kırıklıklarının sebep olduğu bir suskunluktu onunkisi. Kör olmak lazımdı bunu anlamamak için.
Bazı günlerse, provalarını yaparak hazırlandığımız oyunun dışına çıkar, parmaklarına bağlı kuklalarla uzun tiratlar sergilerdir Usta Kao. İnsanların maruz bırakıldığı haksızlıklar karşısında isyana varan duygu ve düşüncelerinin yoğunlaştığı anlarda yapardı çoğunlukla bunu. Duyarlılığı, hissiyatı kuvvetli bir insandı Usta Kao. Böyle anlarda ağzından kontrolsüz çıkacak tümcelerle başını bir kez daha belaya sokmasından korkardım. Her şeye, herkese, her olaya karşı muhalif bir duruşu, bir bakışı vardır Usta Kao’nun. “Sanatçı muhalif olmak zorundadır, yaşadığı toplumun maruz bırakıldığı haksızlık ve hukuksuzlukları herkesten önce görüp fark eden insanın doğal refleksidir sanatçının sergilediği.” derdi daima. Bu dünya görüşü, duruşu ve bakış açısıyla yetiştirdi beni Usta Kao. Ondan olsa gerek, elimden çok şey gelmeyeceğini bilsemde, bir yerlerde bir yanlışlık bir haksızlık gördüğümde dayanamaz müdahale etmek zorunda hissederim kendimi.
Hastalanıp öldüğünde, sevdiği kuklalarıyla birlikte mezara kondu Usta Kao. Dünyada yaşanan insanlık dışı olayları, yukarıdan biryerlerden izlediğinden eminim. Sahneyi o tarafta da kurmuş, orada da söylüyordur söyleyeceklerini belki de kim bilir.



