Bilinen bir gerçektir ki film yönetmenin hayal gücüdür, kitap ise yazarın. Biz bir kitabı okuduğumuzda yazarın hayal ettiğinden yüzlerce belki binlerce farklı şey hayal edebiliriz. Yazar kadının mavi bir elbisesi vardı, dediğinde bizim zihnimizde mavinin onlarca tonu tezahür edebilir. Kadının elbisesini kendi tecrübelerimize ruh halimize göre birçok farklı şekilde düşünebiliriz. Oysa filmde mavi bir kadın elbisesi yönetmenin gözünde nasıl canlanıyorsa onu görürüz. Bu gerçeğin ışınında seyrettiğimiz birçok film bize hayal kırıklığı yaşatmıştır. Çünkü bizim kafamızda canlanan yönetmenin kafasında canlananla aynı değildir doğal olarak. Bazen de tam tersi olur. Yönetmen oldukça kabarık bir bütçe ve çok yetenekli oyuncularla çok güzel bir bütünlük ve hayallerimizin ötesinde bir sahne ortaya koyabilir. Tam da böyle olurdu herhalde, dedirtebilir biz seyircilere. Bazen de film kitabın bire bir aynısı olmakla suçlanır. Diyaloglar, mekânlar… Orijinalliğini korumuş, diye düşünüp takdir edenlerin yanında hiçbir ayrıntı katılmamış, yönetmen kendini hiç yormamış, hiçbir yorum katmamış diye düşünenler de olur.
Tek bir doğru var mı bilemiyorum. Film kitabı olduğu gibi yansıtmalı mı, yoksa yönetmen ve senaristin hayal gücüne göre olaylar kişiler dekorlar değiştirilebilir mi? Değiştirilebilirse bunun oranı ne olmalı? Kitabın aslına ne kadar sadır kalınmalı? Bunun ayarı nedir?
Tartışılan bu konunun ışığında film uyarlamalarıyla olumlu veya olumsuz çok eleştiri alan ünlü romanlardan örnekler vermek bu ünlü film ve romanları bir kere daha değerlendirmek istedik. Elbette hepsini bu yazıda incelemek mümkün değil. Bu yüzden en popüler olanlardan birkaç tanesini seçtik. Film mi daha etkileyici yoksa romanın kendisi mi? Karar her zaman sizin…
AŞK VE GURUR
İngiliz yazar Jane Austen tarafından yazılan Gurur ve Önyargı (özgün adıyla Pride and Prejudice), yazarın ikinci romandır. Roman 1813′ te yayınlanmıştır. 2013 yılında yayınlanışının 200. Yıldönümü özel etkinliklerle kutlanan roman bizde Aşk ve Gurur adıyla bilinmektedir.
Austen bir kadın yazar olarak erkek ve kadın karakterlerinin ilişkilerini, yaşantılarını, genel dünya meseleleri olarak vermiştir. Bunlar değişik mekânları, zıt karakterleri, kullandıkları farklı dilleri ve en genel konular olarak; aşk, para, evlilik, sınıf ayrımlarını, bireysel acıları, kaderi vb. kapsayan genel, sosyal, dünya çapında konulardır. Yazar, kendi bireysel ev eğitiminden kazanımlarını, klasik eseri ve mükemmel bir roman yazım tekniğiyle ortaya koymuş, yalnızca kendinin de üyesi olduğu toprak sahibi İngiliz orta sınıfın temel değerlerini öğretmekle kalmamış, ele aldığı en temel insani konularla birlikte, günümüz yirmi birinci yüzyıl insanına bile birçok değer kazandırmıştır.
Dizi uyarlamalarının yanı sıra iki defa beyaz perdeye aktarılmıştır. İlk film Robert Z. Leonard tarafından yönetilmiş başrollerinde Laurence Olivier ile Greer Garson yer almıştır. 2005 yılında çevrilen ikinci filmi ise Joe Wright yönetmiş, Keira Knightley, Matthew Macfadyen, Brenda Blethyn, Donald Sutherland, Tom Hollander, Rosamund Pike, Jena Malone, Judi Dench yer almıştır. Keira Knightley bu filmdeki performansı ile Oscar ve Altın Küre‘ye aday gösterilmiştir. 28 milyon dolar bütçe ile çekilen film 121,147,947 milyon dolar hasılat elde etmiştir. Filmin IMDb puanı 7.8’dir.
Daha önceki dizi uyarlamalarıyla ve film uyarlamasıyla karşılaştırıldığı için oldukça eleştiri alan film iki saat dokuz dakika içinde İngiliz geleneklerini, yaşam biçimini, bakış açısını vermesi açısından çoğu eleştirmen tarafından başarılı bulunmakla birlikte olumsuz eleştirilere de maruz kalmıştır. Time Out dergisi Austen’in hicvinin parlak duygusunun filmde olmadığı şeklinde eleştiride bulunmuş. Variety dergisinden Derek Elley daha olumlu eleştiriler yapmış . Bolca detay sağladıkları ve kitabın gençlik özünü kaldırdıkları için filmi övmüş. Başrol oyuncularından Keira Knightley’in en iyi performansı olduğunu da düşünülmüş.
Wikipedia’da filmle ilgili ilginç bir bilgi de veriliyor. 11 Aralık 2017 tarihinde Netflix, Şili‘den bir kişinin filmi yıl boyunca 278 kez izlediğini duyurdu. Daha sonra bu kişinin kendisini filme “takıntılı” olarak ilan eden 51 yaşında bir kadın olduğu ve Elizabeth Bennet’ı “feminist bir ikon” olarak gördüğü bildirildi.
Hem romanı birden fazla okumuş hem de filmi defalarca seyretmiş biri olarak diyebilirim ki orijinaline oldukça sadık kalınmış bu ikinci film beklentilerimin çoğunu karşıladı. Elizabeth Bennet’in yüzündeki muzip ifade, alaycı gülüş, Darcy’in duruşundaki gurur, kibir, çaresizlik, o gururun yavaşça erimesi, aşkın bütün duygulara baskın çıkması etkileyiciydi. Balodaki dans sahneleri, karakterlerin balo salonundan çıkıp baş başa kaldıkları farklı bir yerde dans ediyormuş hissi verilmesi çok güzeldi. Sinemadaki uyarlaması da romanı kadar cazip nadir filmlerden biri.
ANNA KARANİNA
İngiliz klasiklerinin ardından bir Rus Klasiği olan Anna Karanina beyaz perdede elde ettiği başarı ve aldığı eleştirilerle anılmayı hak eden eserlerden. Tolstoy’un ünlü eseri Anna Karanina realist bir romandır. İlk baskısı 1878’de yapılmış olan eser eleştirmenler ve yazarlar tarafından yazılmış en güzel eser olarak kabul edilmiştir. “Bütün mutlu aileler birbirine benzer; her mutsuz ailenin mutsuzluğu kendine göredir.” Cümlesi ile başlayan roman 1870’lerin Rusya’sında birbirinden bağımsız iki aşk hikâyesi anlatılır. Arka planda Rus kültürü, eğitimi, kadınlara bakış gibi konuların olduğu romanda mutlu bir evlilik ve mutsuz bir evlilikle beraber gelen yasak aşk teması, ihtiras, kıskançlık, sadakat gibi yan temalarla işlenir.
Daha önce defalarca film ve tiyatroya konu olan Anna Karanina bizde de Ankara Devlet Tiyatrosunda canlandırılmıştır. 1997 yılında Bernard Rose tarafından yazılan ve yönetilen filmde Sophie Marceau, Sean Bean, Alfred Molina, Mia Kirshner ve James Fox rol almışlardır. 108 dakika süren film eleştirmenlerce başarılı bulunmuştur. Son olarak 2012 yılında beyaz perdeye aktarılmış ve başrollerinde Keira Knightley, Jude Law, Aaron Taylor-Johnson yer almıştır. İki saat on bir dakika süren bu versiyonun Yönetmeni Joe Wright |ve senaristi Tom Stoppard’tır. Imdb puanı 6.6 olan film eleştirmenlerce Anna Karanina ve Vronky’nin yakınlaştığı sahnelerin fazla uzun tutulduğu, Keira Knightley’in performansının kötü olduğu gibi gerekçelerle eleştirilse de genelde beğenilmiş. 43,327,000 hasılat elde edilen film dekorları ve kostümleriyle de beğeni toplamış.
Hem romanı okuyan hem filmlerin her ikisini de seyreden biri olarak söyleyebilirim ki romanda verilen psikolojik tahliller filmlere yansıtılamamış. İki filmin de intihar sahneleri etkileyici. Ancak ben son versiyonunu daha çok beğendim. İlk filmdeki tutku yoğunluğu daha fazla olmasına ve Anna Karanina’nın Vronsky’e duyduğu aşkı daha iyi vermesine rağmen ikinci filmde Anna Karanina’nın çocukluğunu hatırlaması, sanki bir göle atlar gibi soğukkanlı bir şekilde trenin önüne atlaması çok duygusal bir an. Ekranın kararması ve Anna Karanina’nın titreyen göz kapağının açılıp tekrar kapanması sarsıcı. Yönetmen bir intihar sahnesinin yaratması gereken etkiyi fazlasıyla yaratmış.
YEŞİL YOL
Korku romanları ile rüyalarımızı kâbuslara çeviren Amerikalı ünlü yazar Stephan King’in filme aktarılan romanlarından biri Yeşil Yol 1996 yılında yayınlanmıştır. Yazarın otuzdan fazla kitabı filme aktarılmasına rağmen en yüksek hasılatı elde eden ve en dikkat çeken filmi bu olmuş. Roman 1996 yılında “En İyi Roman” Bram Stoker Ödülünü aldı. Önce Amerika’da olduğu gibi Türkiye’de de ciltler halınde yayınlanan roman sinemaya aktarıldıktan sonra tek ciltte toplandı. 400 sayfalık roman çeşitli platformlarda satışta.
Roman 1930’larda ABD’de ağır suçlar işlemiş ve idam cezaları almış mahkûmların bulunduğu Could Mountain hapishanesinin E bloğunda geçer ve hapishane gardiyanlarından Paul Edgecombe’un ağzından anlatılır. Ölüm sıralarını bekleyen mahkûmlara bir de isim takılmıştır: “Yürüyen ölü”. Mahkûmlar ‘İhtiyar Sparky’ (Kıvılcım saçan) diye adlandırdıkları elektrikli sandalyede cezalarının infaz edilmesi için sıralarını beklerlerken, buraya getirilen dev cüsseli ve saf kalpli John Coffey adındaki mahkûm başta Paul Edgecombe olmak üzere herkesin hayatını değiştirecektir. John Coffey İki küçük kıza tecavüz ederek öldürmek suçundan yargılanıp idama mahkûm edilmiştir. Ancak bu vücudu iri yarı ama beyni ve kalbi çocuk gibi olan adam idamlıklar koğuşuna getirildiği andan itibaren tüm insanlara hatta farelere bile gösterdiği derin sevgi ve merhametle gardiyanların ve mahkûmların sempatisini kazanır. Gardiyanlar Coffey’in bu suçu işlememiş olabileceğini düşünmeye başlarlar. Ayrıca Coffey bazı garip güçlere de sahiptir. Ölmüş bir fareyi diriltir, gardiyan Paul Edgecombe’un bir türlü geçmeyen hastalığını nefesiyle iyileştirir ve hapishane müdürünün ölümcül bir hastalığa yakalanmış karısını sağlığına kavuşturur. Psişik güçleri ile Edgecombe’a suçla ilgisi olmadığı olay anını gösterir. Artık bu insanlar Coffey’in suçsuzluğuna emindirler ama yargı kararını vermiştir bir kere ve infaz gerçekleştirilecektir.(Wikipedia)
290,7 milyon $ hasılat elde edilen filmin Yönetmeni ve senaristi Frank Darabont‘tur. Film birçok ödüle aday gösterilmiş ve birçok ödül kazanmıştır. Romanın bir bölümü hariç tamamı filme aktarıldığından üç saatlik uzun bir film ortaya çıkmıştır. Filmin başrolünde Forest Gump, Er Rayn’ı Kurtarmak, Da Vinci’nin Şifresi, Sıkıysa Yakala gibi başarılı filmlerin de başrolünü üstlenen Tom Hanks oynamış, Michael Clarke Duncan idama mahkûm olan iri yarı zenciyle mükemmel bir performans sergilemiştir.
Hem kitabı hem romanı insanda gerçek, adalet duygularını sorgulatan bu hikâyenin finalinde gözlerinizin kuru kalması mümkün değil. Üç saat bir film için uzun bir süre olmasına rağmen zaman çok çabuk geçiyor çünkü filmin her dakikası dolu dolu. Filmdeki idam sahnesi çekilirken oyuncuların gerçekten çok etkilenmesi ve ağlaması sonucu bu sahnenin on dört defa çekildiği de biliniyor. Oscar’a dört dalda aday gösterilmesine rağmen hiçbirini kazanamayan film seyircinin gönlündeki Oscar’ı kazanmış görünüyor. Filmin başrolü önce John Travolta’ya teklif edilmiş, ancak Travolta rolü reddetmiş. Daha önce Forest Gump’taki rolü nedeniyle Esaretin Bedeli filminin başrolünü reddeden Tom Hanks bu rolü gönül borcu düşüncesi ile kabul etmiş. Filmde john Coffey’yi oynayan aktörün boyu beyazperdede gördüğümüzden daha kısa. Özel kamera açıları ve yüksek platformlar kullanılarak boyu çok uzun gösterilmiş.
Yoruldum patron! İnsanların insanlara saldırmasından, çocukların ömrünün kelebekten az olmasından, adaletin bozguna uğradığı bu dünyadan yoruldum… gibi diyaloglarla içimize işleyen kitabı da mutlaka okumanızı tavsiye ediyorum. Zira her cümlesi insanın içine işliyor, düşündürüyor, sorgulatıyor. Bu vesileyle bu cümleleri kuran filmde John Coffey’i canlandıran ve 2012’de 54 yaşında vefat eden Michael Clarke Duncan’ı da anıyoruz.
Kurguda idam mahkûmları yeşil bir yoldan geçerek ömürlerinin son dakikalarını geçirecekleri elektrikli sandalyeye gidiyorlar. Bu yol boyunca hayatlarının muhasebesini yapan, korkan, pişman olan, üzülen mahkûmların yaşadıklarına şahit oluyoruz. Bu yeşil yol biz izleyicileri veya okuyucuları da düşündürüyor. Belki bizlerin de hayatı pişmanlık, korku, üzüntü duyduğumuz ve yaşadıklarımızın muhasebesini yaptığımız yeşil bir yoldan ibarettir.
“Her birimizin bir ölüm borcu var. Bunun istisnası yok, biliyorum ama bazen, ah Tanrım, Yeşil Yol o kadar uzun ki.”
Kaynakça:
1.Yavuz, M. E. (2013). “TEACHING ’LOVE, MONEY AND MARRIAGE ISSUES’ WITH AUSTEN’S PRIDE AND PREJUDICE IN LITERATURE CLASSES”. Atatürk Üniversitesi Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi Dergisi(23).
2.https://tr.wikipedia.org/wiki/Ye%C5%9Fil_Yol_(film)
- https://tr.wikipedia.org/wiki/A%C5%9Fk_ve_Gurur_(film,_2005)
- https://tr.wikipedia.org/wiki/Anna_Karenina_(film,_2012)
- Anna Karanina, Tolstoy, Hasan Ali Yücel Klasikleri, Türkiye iş Bankası Kültür Yayınları,2011
6.Aşk ve Gurur, Austen Jane, Can Yayınları, 2019
- Yeşil Yol, King Stephan, Altın Kitaplar,2019