Diğer kentlerde durum nedir bilemem ancak farklı etkinliklerle, çok yoğun şekilde kutlanmaya devam ediyor. Gerçekleştirilen etkinliklerin tamamını izlemeniz neredeyse olanaksız diyebilirim. Durum bu olunca seçim yapmanız, bazı etkinlikleri zorunlu olarak eleyip seçiminiz olan etkinliğe doğru koşturmanız gerekiyor.
Benim, bu yoğun program içerisinde koşturduğum etkinliklerden biri oldu “HAYKIRIŞ” adlı tek perdelik tiyatro oyunu.
Oyunun yazarı Yeni Adana okurlarına çok yabancı bir isim değil aslında; Adil Okay.
Adil Okay, Yeni Adana’da da yayımlanan yazılarının dışında, çoğu sanatseverin şiirleri ve öyküleri ile tanıdığı değerli bir isim; arkadaşımız.
Oyun sahibi tanıdık olunca, oyun üzerine konuşmak da kaçınılmaz oldu elbette.
Her anını büyük bir heyecanla ve çok beğenerek izlediğim oyunun yazarı Adil Okay ve oyunun yönetmeni Burcu Yılmaz’la oyundan çok, oyun üzerinden kadın sorununu masaya yatıralım
Uzun zamandan beri kadınlara bir borç ödeme düşüncesi vardı kafamda. Bir özür dileme isteği. Niyeydi bu özür dileme? Çok uzun zamandır dünyada ve Türkiye’de erkek cinsi olarak bizler, kadınlarımıza, annelerimize, kardeşlerimize, tanıdığımız tanımadığımız tüm kadınlara baskı uyguladık. Bu konuda herkes hemfikir. Baskıyı uygulayanlar kimler? Benim hemcinslerim, erkekler. Dolayısıyla ben bu baskıya karşı çıkarken, bunun bir ifade şekli, bu mücadelenin bir yöntemi olmalıydı. Bunu hem erkek arkadaşlarıma hem de kadın arkadaşlarıma nasıl anlatabilirim diye düşündüm. Bu noktada en iyi yöntemin sanat olduğuna karar verdim. Resmi makaleler, kuru istatistik bilgileri insanları sarsmıyor. Sanatın gücü insanları sarsar diye düşündüm işin doğrusu. Mesajımın insanlara daha iyi geçebileceği düşüncesi içinde bir tiyatro eseri yazmaya karar verdim.
Sadece Türkiye’de değil o çok uygar denen Batı’da da kadınlar gece belli bir saatten sonra tek başlarına sokakta gezemiyorlar. Orda da şiddet görüyorlar, orda da baskı görüyorlar.
Şiddet Doğu’da vardır Batı’da yoktur diye bir şey yok. Doğu’da töre cinayeti varsa, Batı’da da üniversite mezunu kadın kocasından dayak yemekte; böyle örnekler de var.
Buna karşı bir tavır almak gerekir diye düşündüm. k yerine bu özrün bir ifadesi olsun istedim. Bir tiyatro oyunu yazmaya koyuldum. Elbette bu oyun bir birikim sonucu ortaya çıktı. Dünyanın üç kıtasını gezdim. Üç kıtadan kadınlar tanıdım. Hep kadınlara zulüm gördüm. O kadınların çektiği çileyi yakından gördüm. Tüm bu gözlemlerin sonucunda böyle bir eser ortaya çıktı diyebilirim.
: Evet, bu konuda bana kızanlar, hatta küsenler bile oldu. Aslında bu tiyatro eserinin öncesi var. Benim bu oyundan önce kadın sorunu üzerine yazdığım bir kitabım var biliyorsun. Hatta sen de o çalışma üzerine çok güzel bir yazı kaleme almıştın, tekrar teşekkür ediyorum. Kitabın adı şu: “Valizini Karısına Hazırlatan Erkek Faşist Sayılır mı?” Faşist sözcüğü tırnak içinde tabii.
Çevremde aydın geçinen o kadar çok arkadaşım var ki, bunlar yolculuğa çıkarken valizlerini eşlerine hazırlatıyorlar demek ki. Eşleri çalıştığı halde hem de. Faşist sözcüğünün anlamını çok iyi biliyorum, ancak amacım birilerini sarsmaktı.
Yine de içlerinden biri geldi ve bir gün bana dedi ki: “Haklısın ben hiç bunu ben böyle düşünmemiştim.”
Alman kadın yazar İngeborg Bachmann’ın bir sözü vardır; “Faşizm, meydanlarda veya kalabalıklar arasındaki gerilimlerde değil, fakat iki insan arasındaki ilişkide başlar.”der. Bu söz beni çok etkilemiştir aslında.
Şöyle bir dikkat ettiğinizde günlük ilişkilerde kadına sürekli zulüm uygulandığını göreceksiniz. Kadın üzerinde sürekli bir baskı var, taciz var; bunu biz görmüyoruz; yanımızdan geçip giden gerçeğe gözümüzü kapatıyoruz. Ben insanları bu tiyatro oyunumla ve öncesinde bu aymazlıklarından vazgeçmeye davet ettim;
Tiyatro insanlığın başlangıcından günümüze değin, toplumlar üzerinde büyük etkisi olan sahne sanatları dallarından biridir. Büyük kitlelere yönelik olan bu sanat dalı, içinde diğer birçok sanat dallarını da barındırmaktadır. Tüm sanatlar içinde tiyatronun ayırıcı özelliği, onun insan ilişkilerini hareketli olarak ele alması ve sanatsal ölçüler içinde, seyircilere aktarabilmesidir.
Tiyatro toplum ruhunu içinde taşır, yaşamakta olan değerleri dile getirir. Tiyatro, insanlığın kişiliğini oluşturan bir yerdir. Sahne yaşamı insana sevinç, mutluluk veren, insandaki sanat bilincini oluşturan çok verimli bir topluluk yaşantısıdır. Tiyatro takım çalışmasıdır. Birlikte iş başarma duygusunun tadıldığı alandır. Tiyatronun öyle özellikleri vardır ki, bir eğitim aracı olması bakımından onu bütün öteki güzel sanat kollarından üstün kılar. Bu özellikler onun hayata en yakın bir sanat kolu olmasından ileri geliyor. Tiyatro gerçek hayatın kısaltılmış, buna karşın gereksiz eklenti ve takıntılarından soyutlanmış,
1960’lardan günümüze İşlevsel açıdan pek çok sanat dalında (resim, müzik, mimari, folklorv.s…) çağrışımsal bir yöntem olarak sıkça başvurulan bir yöntem olan metinlerarasılık, yazınsal bir metnin başka bir metne ait unsur yada unsurları kendi içerisindeki kavramın getirdiği tüm anlamsal süreci beraberinde sürükler. Bu süreç -tırnak içerisinde-, metnin başvurulan metne ait unsurları kendi içerisinde erittiği ve kendi yazınsal / düşünsel kurgusuna dönüştüğü zaman dilimidir. Rusyalı filozof ve dilbilimci Mikhail Bakhtin (1895-1975) bu zamansal sürecin yaratımlarını ‘Carnivalesque’ (Karnaval) adlı eserinde ‘dilin çok sesliliği’ olarak tanımlar. Çokseslilik kavramının arkasında yatan, kapalı bir kutu olarak muhafaza edilerek okuyucuya ulaştırılan kapalı metinleri, açık metne yani ya da izleyiciye farklı anlamsal görevler yükleyen; okuyucu ya da izleyici zihnini çalıştırmaya yönelik bir takım yeni tanımlamalara sürüklemektir.
Aynı zamanda “Carnivalesque” kavramının yerleşiminde M. Bakhtin‘in anlamsal açıdan metinlerarasılığa olan yaklaşımıda saklıdır. Bu kavram, ortaçağın karnaval atmosferiyle beraber hiyerarşiye karşı düzensizlik savunusunu ve başkaldırıyı tanımlar. Bakhtin‘e göre, karnaval, resmi düzenin ve normların geçici olarak tersine çevrildiği, farklı sosyal sınıfların bir araya getirildiği bir ortamdır. Tıpkı tiyatro gibi…Her katmandan insan ,yan yanadır. Tıpkı kültürleşme gibi… “Carnivalesque” kavramı buna göre, yazınsal eserlerde ve kültürlerarası işlerin eleştirel boyut süreçlerinde geçici ve kaotik durumları tanımlamak için kullanılır. Bu tür karnaval yani kaos anlatılarında bazı yazarlar, okuyucuda yada izleyicide imgesel bir etki yaratabilmek adında süreci kapalı bir metin olmaktan çıkarmak arayışına girerler. Burada yaratıcı olarak konumlanan yazar için amaç, yazısının bir yandan dilsel karnavala dönüşürken öte yandan yazar odaklı psikolojik ve yazınsal bir etkinlikten çıkıp okur odaklı hale gelmesidir.
Alışılmışın dışında bir gökyüzü vaadiyle okuyucu yada izleyicide vücut bulan yazar, oluşturduğu metnin artık bir veya birden fazla iç içe geçmelerden oluştuğu sarmal bir sürece girer. Bu süreç kullanımı yalnızca yazınsal alanla sınırlı değildir. Örneğin, İsa’nın Son Akşam Yemeği Tablosu’ndaki Erguvan Ağacı, metinlerarasılık bağlamında, gün gelir Ahmet Haşim’in dizelerinde kendine yeni bir yaşam bulur ya da Balzac’ın Sarrasine’i gelir Roland Barthes’ın ’sine konuşlanıp tutunur.
Oyun öncesi fuayede sizi Klasik Türk Müziği’nden eski İstanbul ‘a dokulu fasıl müzikleri karşılıyor. Ardından oyuncular salona bir anda dağılıp gelen izleyicilerle sohbet etmeye başlıyorlar. Ta ki oyun saatine kadar. Oyun başlama saati geldiğinde ise, hepsi sahnede yerlerini alıyor. İki saat süren oyun, eğer iyi bir tarih ve edebiyat bilginiz varsa, kendiliğinden akıp gidiyor. Oyuncular, istibdat yönetimi, meşrutiyet ilanı, mütareke dönemleri, azınlık sorunları, cumhuriyetin ilanı derken, bu minvalde bir halk adamı ve hiç kimsenin adamı olan Sabit Efendi’nin başına gelenleri canlandırıyorlar. İlk bakışta, mütareke yıllarında geçen bir aşk hikayesi gibi gözükse de, insanın kafasını tuvalet kağıdıyla olan bağlantısı karıştırmıyor değil hani. Halk adamı Sabit Efendiyle tuvalet kağıdının bağlantısını, tuvalet kağıdını mütemmim cüz’e bağlayan yönetmen Batuhan Yalçın, ‘kurgusal bağlantı’. diye açıklıyor.
Sabit Efendi geleneksel Türk Tiyatrosu’nun tüm donelerinden yararlanan bir oyun. Batuhan Yalçın’ın bir podcast yayınında yaptığı açıklamaya göre, üslup olarak Grotowski ‘yi benimsemişler. Dolayısıyla oyundaki bütünsel sürece katkı ortak bağlamda, Grotowski’nin uyarlanabilir fiziksel eylemleri demek hiç yanlış olmaz. Oyunun kendine has üslubunu ve dilini değerlendiren yönetmen Yalçın, oyunu dokulu bir üretim olarak gördüklerini, geçmişle günümüz arasındaki bağıntıyı izleyiciye yansıtırken, oyuncu duruşundan dekora, ışığa, aksesuara kadar oyunda kullanılan her şeyin bir dokusu olduğundan bahsediyor.yazımı bu sözler bittirmek istedim
Biz insanlığın gerçek kültürünün, sanat sınırından başladığına inanıyoruz. Ruh kalkınması olmadıkça adamı hayvandan ayırt edemezsiniz. Gerçek medeniyet, edebiyat ve sanattan doğar. Tarih, tiyatrosuz yükselmiş bir millet gösteremez
başka bir yazıda görüşmek dileğiyle