rüzgârsız bir geceydi uykudaydı yaprak, masaldı zaman
tek başınaydı Zerda kadın taş duvarın dibinde bir düşün içinde
düşündü, alnının çizgileri çoğaldı hüzünden, baktı, boş baktı
gülmeyi unuttuğu yıllarına saydı, aklında kalan zamanın yalnızlığına
daha gün sevincin ışığını düşürmeden yeryüzüne, mevsim kışa göz ederdi
karamsarlığın gölgesi kaplardı yüreğini Zerda’nın, gözlerini toprağa çatardı
bir sarmalın içindeydi, çıkamadı içinden yüreğine işledi
taş kesildi o an ne bir ses duydu ne bir nefes…
sessizlik akıyordu. Ne kadar yalnızsan o kadar üşürsün dedi
yapayalnızdı yek başınaydı, yolculuğu nereyeydi bilemedi
cümlesinden ayrılmış harf gibiydi, tekti
biraz parça duruyordu, biraz yavan, biraz kimliksiz mekân
yek başına harften ses çıkmaz dedi her dem bu böyle
harflerin musahipliğidir cümleyi kurduran yarın motifli zamanlara
kendi kendine konuştu, örtük konuştu, az konuştu, sustu…çok anlattı
sonra öfkesini kalbinde taşıyanları hatırladı zamanın penceresinden
he canım unuturmuyum, hile akıyordu suratlarında dedi Zerda
kötülükle hemhaldirler…elleri kan lekeli, dilleri zehir zemberek
yaşam var, nihayetinde ölüm var, bilirim
arada sevgi var, hüzün var, keder var, bilirim
bilirim ayrılık var, hasret var, yitirmek var
yitirmeyen kıymet bilmez dedi, bilirim… içi yandı yüreğine işledi
akıp giden zaman, yitip giden yıllar var, az yaşam
sevgi, ki işin bereketi, ekmeliyiz hayatın rahmine
yiten geri gelir mi, bilemem? diye düşündü Zerda
her yitik, insanın kendini bulmasına, bilmesine kapı aralar
anlatılırsa duyanlar olur durma anlat de haydi !
duyanlar olursa yazanlar olur düş notunu, bekleme
yazanlar olursa yarına kalır, değişir gelecek, kim bilir
tarihin yükü hafifler, ruhu güzelleşir, kötülükten irkilir
o zaman hayata sığar iyilikle temas ederiz, farkına varırız
ömrü ancak böyle yaşar keyif alırız dedi Zerda
konuşmak ne büyük özgürlükmüş meğer
ben söyledim sen ne anladın anlat, anlat ki; biline
kalbin deruni(si)nden yaşamın içine…
ve de bir yere dayanmadan, yenilerek, yenilenerek
kendini aramanın zevkini tadarak…



