Sayısını bile hatırlamam onca hayalin izinin , giz bir toprağı tutup atmaksa eğer. Aslında hayat bir evmiş, Dört pencere bir kapı , pembe panjurları varmış. Bahçesi ayçiçeklerin. Yaşamak aslında , salonda bir piano imiş, güz de yanan soba , estaneleri varmış. Dünyanın en güzeli , ağaçların arasındaymış.
Ağaçlar hala aynı , kuşlar hâlen daha sabahın erken saatlerinde uyanıyor , bazen geç vakitlerde ötüyor , bu doğmuş güneşe alışamıyorum. Üşümek bir bedenin soğuması mı , neden ellerim hala sıcak ve kırmızı. Neden hala nefes alırken binbir kokuyu alamıyorum. Karanlık bir oda da sabaha kadar seninle dans etmek istiyorum , anlaşılmadan, görülmeden , duyulmadan , bir soyut kavramın içinde dönüp , dolaşıp durmak , ayaklarımı oynatmak. Sonra kapıyı açmak göremeyecek olduğumuz ışığa , sanki yaşanılmayacak bir yere , haddinden fazla anlam yüklemek gibi , hayal etmek. Seslerin içinde uyanmak , notalarla buluşmak. Yıldızlar ve battaniye , sonra uzanmış boylu boyunca çimenlik. Yürüyemiyeceğimiz kadar yol , gezemeyeceğimiz kadar dünya.
Kuşlar vardır cana benzer havalar da ,Bir mavide kirletirken ellerimi, karanlık da ,Nasıl olacağımı bilmeden yaşadığım da.İnsan düpedüz hadsiz oluyor. Hele ki bu sonbahar da. Sonra rüzgarın nasıl kırıldığını, esmek istemediğini , yel değirmenleri ne hiç uğramadığı zamanları. Sonra banklar , plaklar , belki beton bir zemin , üzerinde bulunduğumuz. Gülmüş oturuyoruz, kalkıp dünyaya bakıyoruz. Nasıl etmeli de , nefesini kesmeli insan , nasıl can vermeli şimdi toprağın altında , denizin dibinde , ağacın gölgesinde.
Yüzler bir hakiki nasihattan geçmiş ,Acem bir hırsın uzağındaki koruluktan.Yorulmuş , dünyadan uzak bir yer seçmiş. O beklediği baharın üzerinden , dermansız güzler , gözlerinin önünde. Bir sen varsın birde evren , olduğundan yeşil , dayanmaktan ellerim kanlar içinde , Çelikten bir masa dört ayağı sandaldan ,Sonra ver elini Viyana işte , müzeler , evler , dere boyunca dizilmiş takalar, iskeleler , kayıklar , köprülerin altından geçerken , Yaşamak ne büyük bir şefkat kollarında.