Kıştan kalan serin rüzgarlar tepeyi çıkan iki genç adamın önünde başka bir diyara yolculuğa
çıkıyor. Günbatımını izlemeye gidiyorlar. Birinin elinde pipetten içmeye devem ettiği vişneli
meyve suyu diğerinin elinde ise takur tukur yediği bir paket fındık var. Biri uzun biri kısa
değil biri şişman biri zayıfta değil. Ama tezatlık var. Biri dokunmak istemediği ıslak bir hırka
gibi bedenini üzerinde taşıyor diğeri ise neşe dolu genç bir tay gibi koşmaya zıplamaya hazır
parmak ucunda yürüyor. Tepeyi çıkıyorlar nihayet, iki katlı, bahçeleri meyve ağaçlarıyla dolu
müstakil evlerin olduğu düzlükte aştıkları tepenin zamanı geriye almasıyla tekrardan bir karış
yükselen güneşe bakıyorlar. Tay gibi olan enerji dolu genç yakınlardan gelen tabak çanak
sesiyle irkilerek sesin nereden geldiğini anlamak için meyve ağaçlarının, çitleri örtsün diye
dikilen sarmaşıkların arasından bir mutfak görmeye çalışıyor. Islak hırka da duruyor onla
birlikte ne olduğunu anlamaya çalışıyor. Diğeri gülerek konuşmaya başlıyor; “ne var biliyor
musun o çitlerin ardında? Okuldan döndü çocuklar, anneleri yemek hazırlarken babaları işten
gelene kadar televizyonun tadını çıkarıyorlar. Sonra yemek masasında akşam haberleri. Ne
sihirli saatler değil mi ne muhteşem bir ses. Metalin porselene hafifçe çarpınca çıkardığı ince
tını. Bir sayfa kapanır bunla bir sayfa açılır, gün batar, baban birazdan gelir, mutfaktan salona
sıcak tencereler taşınır. Ah yine nasıl bakıyorsun. Benim için öyleydi, kesin senin trajik
anıların vardır, baban anneni hiç dövmedi, ya da sizi terk etmedi. Biliyorum anlattın
çocukluğunu. Sende yaşamadın mı, kim bir bahar akşamı mutfağın açık penceresinden gelen
pilav tenceresinden ya da tabağa konulan çatal bıçaktan çıkan sesten etkilenmez ki. Çoğu
şeyde sana hak veririm bilirsin ama kabul et yaşamak güzel şey.” Islak hırka çıktıkları tepeden
geldikleri yola doğru bakıyordu, “bir şey dediğim yok, yoruldum sadece, bu tepede ne
yüksekmiş, ter içinde kaldım, keşke montları giymeseydik, en azından dönüşte yokuştan aşağı
ineceğiz. Bekleyecek miyiz burada, gün batmaz ki daha, baksana güneş aşağı inmiyor da
giderek yükseliyor sanki. Tamam artık dönelim.” Birbirlerini iyi tanıyor olmalıydılar, çünkü
söyledikleri başkaydı anladıkları başka.
“Dönelim, tepeye çıktık ya bir kere, her gün balkondan izlediğimiz tepeye, en azından ardında
ne var biliyoruz. Çocukluktan kalan tabak çanak sesleri.”