• Destek
  • Üye Ol
  • Yazar Girişi
  • Abone Ol
0 553 423 00 17 kibelekulturs@gmail.com
Kibele Kültür Sanat Dergisi | Hayatı Doğuran Sanat  |  Hatice DÖKMEN
  • Hakkımızda
  • Künye
  • Dergiler
  • Galeri
  • E-Dergi
  • Yazılar
    • Edebiyat
      • Şiir
      • Roman
      • Öykü
      • Deneme
      • İnceleme
      • Anlatı
      • Araştırma
    • Kitaplar
      • Kitap İncelemeleri
      • Yeni Çıkanlar
    • Tiyatro
    • Sinema
  • Yazarlar
  • İletişim
  • Üye Ol
No Result
View All Result
  • Hakkımızda
  • Künye
  • Dergiler
  • Galeri
  • E-Dergi
  • Yazılar
    • Edebiyat
      • Şiir
      • Roman
      • Öykü
      • Deneme
      • İnceleme
      • Anlatı
      • Araştırma
    • Kitaplar
      • Kitap İncelemeleri
      • Yeni Çıkanlar
    • Tiyatro
    • Sinema
  • Yazarlar
  • İletişim
  • Üye Ol
No Result
View All Result
Kibele Kültür Sanat Dergisi | Hayatı Doğuran Sanat  |  Hatice DÖKMEN
No Result
View All Result
Home Röportaj

“Sonsuzluğun Eşiği: Baran Saldanlı ile Varoluşun Derinliklerine Yolculuk”/ Serpil Meriç

Serpil Meric by Serpil Meric
22 Kasım 2025
in Röportaj
0
“Sonsuzluğun Eşiği: Baran Saldanlı ile Varoluşun Derinliklerine Yolculuk”/ Serpil Meriç
0
SHARES
12
VIEWS
Share on FacebookShare on Twitter

Günümüz insanı hızla değişen dünya karşısında anlam arayışını hiç olmadığı kadar
derinden hissediyor. Bilimle maneviyatın, sorgulamayla teslimiyetin, akılla kalbin
kesiştiği ince çizgide yürüyenlerin sayısı her geçen gün artıyor. Tam da böyle bir
dönemde, varoluşun sınırlarına cesur sorular yönelten, yaşamın hakikatini hem bilimsel
hem de ruhani kaynaklarla araştıran bir isim çıkıyor karşımıza: Baran Saldanlı.
Mühendislik eğitiminden enerji sektöründeki iş hayatına, Sorbonne’daki akademik
yolculuğundan tasavvuf ve felsefe eksenli derin okumalarına uzanan geniş bir yelpazede
biriktirdiği deneyimleri, “Varım! Ama Neden?” ve “Sonsuzluğun Eşiği” adlı iki kitabıyla
okura sunan Saldanlı, özellikle modern insanın içsel uyanışı üzerine dikkat çeken bir
perspektif ortaya koyuyor.

Bu röportajda Saldanlı ile varoluş, ruhsal huzur, sorgulama cesareti, modern dünyanın
yarattığı yabancılaşma ve insanın kendi hakikatini bulma yolculuğu üzerine konuştuk.
Hem kişisel dönüşüm hikâyesi hem de kaleme aldığı eserlerle düşünsel bir kapı aralayan
Saldanlı, okuru hem sarsan hem de özgürleştiren bir yolculuğa davet ediyor.

Baran Saldanlı kimdir?Eğitiminiz ve kariyeriniz hakkında bilgi verir misiniz?

10 Aralık 1988’de Denizli’de doğdum. Ortaöğrenimimi Denizli Anadolu Lisesi’nde
tamamladıktan sonra Yeditepe Üniversitesi Endüstri ve Sistemler Mühendisliği
Bölümü’nden mezun oldum. Şu anda enerji sektöründe faaliyet gösteren aile
şirketlerimizde çalışıyorum. İş hayatım sürerken Paris Sorbonne Üniversitesi’nde
Executive MBA programını tamamladım. Ayrıca helikopter pilotluğu gibi farklı alanlarda
da lisanslarım bulunuyor. Tüm bu eğitim ve kariyer yolculuğum, aslında hayatı layığıyla
sürdürmek için geçtiğim aşamalardan ibaret. Fakat bunların ötesinde, varoluş üzerine
düşünmek, araştırmak ve çalışmak benim asıl ilgi alanım; benim için en önemli konu,
yaşamın kendisini keşfetmeye yönelik bu içsel yolculuktur.

Yazmaya ne zaman başladınız?İlk kitap yayınlama fikri nasıl oluştu?

İş hayatına atıldığım ilk yıllarda oldukça hırslıydım; Türkiye’nin değil, dünyanın en
büyüklerinden olma gibi iddialı hayallerim vardı ve bu hayaller için kendimce güçlü
sebeplerim bulunuyordu. Ancak gerçek hayatla karşılaşınca, bu işlerin hiç de kolay
olmadığını anladım ve bırakın hayallerim doğrultusunda ilerlemeyi, bambaşka yönlere
savruldum. Büyümeyi hayal ederken, bir anda ayakta kalma mücadelesi içinde buldum
kendimi. Bu süreçte derin bir buhran yaşadım. Fakat her şerde bir hayır vardır denir; bu
dönem beni yaşamı ve varoluşu sorgulamaya yöneltti. Bu sorgulama benim için öylesine
içsel ve doğal bir süreç oldu ki, sürekli bu konular üzerinde düşünmekten ve
araştırmaktan kendimi alamadım. Babamdan aldığım mühendislik bakış açısıyla hayatı
bilimsel olarak, annemden aldığım yönle ise dinsel olarak sorguladım. Sorguladıkça
hayrete düştüm, notlar almaya başladım ve büyük resmi zihnimde şekillendirdim.
Sonunda, tuttuğum notlar bir kitabın taslağına dönüştü. Hazır bu kadar yazmışken, bunu
bir kitaba dönüştürmeye karar verdim; böylece benim araştırmalarımdan yararlanmak
isteyenler de faydalanabilirdi. Nitekim öyle de oldu.

Kitaplarınızdan bahseder misiniz?

İlk kitabım “Varım! Ama Neden?” varoluş üzerine yapılan kapsamlı bir sorgulama ve
araştırma niteliğinde. Dini, felsefi ve bilimsel kaynakları derinlemesine inceleyip bir
araya getirerek ulaştığım sonuçları ayrıntılı bir şekilde paylaşmaya çalıştım; bu nedenle
teknik yönü ağır basan ve zaman zaman okuması zor olabilen bir kitap oldu. Kitapta önce
Allah’ın varlığını sorguluyor, ardından dinlerin temellerini tartışıyor ve evrenin yapısını
elimden geldiğince anlamaya çalışıyorum. Sonrasında ise dinlerle ilgili insanların
aklındaki pek çok soruya yanıt bulmaya gayret ediyorum.
İkinci kitabım “Sonsuzluğun Eşiği” ise, ilk kitabımı tamamladıktan sonra kendime
sorduğum “yaşamın esas amacı nedir?” sorusuna bulduğum cevap doğrultusunda
sürdürdüğüm yeni hayatımdan edindiğim tecrübeleri paylaştığım bir eser. Bu kitapta, ilk
kitabımı okumamış olanlar için evrenin yapısını kısaca özetliyor, üzerine yeni öğrendiğim
bilgileri ekliyorum. Ardından bu gerçekliğin kuralları içinde bilincimizi geliştirmek ve
sürdürülebilir bir mutluluğa ulaşmak için neler yapılabileceğini sorguluyorum. Bu
süreçte ise insanın hiç tahmin edemeyeceği pek çok hakikati ortaya koyuyorum.

En çok hangi yazarları okuyorsunuz ve okumayı en sevdiğiniz tür hangisidir?
Genellikle ruhani gelişim kitapları ilgimi çekiyor. Özellikle “Şeyh-ül Ekber” lakabıyla
bilinen, tarihin en büyük sufilerinden İbnül Arabi’nin eserlerini sıkça okuyorum. 500’den
fazla eser yazdığı söyleniyor, ancak günümüze ulaşanlar ne yazık ki daha az. Buna
rağmen, bu alanda en derin ve detaylı bilgileri onun kitaplarında bulmak mümkün.
Ayrıca, başka ünlü sufilerin eserlerini de okumaya devam ediyorum. Farklı dinlerden ve
kültürlerden kitaplara da ilgi duyarım; mesela çağımızın Hint gurularından Sadhguru ya
da batılı ruhani öğretmenlerden Eckhart Tolle ve Rupert Spira gibi kişilerin kitaplarını da
okurum. Sadece kitapları değil, bu gibi kişilerin konuşmalarını dinlemek, kısa
makalelerini okumak ve eserlerini açıklayan diğer kaynakları incelemek de bana büyük
keyif veriyor. Bunların yanında bilimsel yayınlara da sıkça göz atarım; fakat bilimsel
tarafta genellikle kitaplardan ziyade en güncel keşifleri paylaşan makale türünde yazılar
ilgimi çekiyor. Bilimsel gelişmelerin yanı sıra, ilgili teknolojik yenilikleri de düzenli olarak
takip etmeyi severim.

Başka bir dönemde yaşamak ister miydiniz?
Başka bir dönemde yaşamak gibi bir arzuyu hiç ciddi anlamda taşımadım; çünkü her
şeyin en hayırlısı nasılsa öyle gerçekleştiğine ve insanın tam olarak yaşamını sürdürmesi
gereken zamanda bulunduğuna inanıyorum. Bu bakış açısı, geçmişe veya farklı bir çağa
duyulan özlemin yerine, sahip olduğum zamanı ve şartları kabullenmeyi ve bunları en iyi
şekilde değerlendirmeyi ön plana çıkarıyor. Dolayısıyla bu gibi tarihsel ya da dönemsel
karşılaştırmalar üzerine uzun uzun düşünmek bana çok anlamlı gelmiyor. Ancak şimdi,
sizin bu sorunuz vesilesiyle biraz durup düşündüğümde, gelecekte teknolojinin ve
bilimin çok daha ileri seviyeye ulaştığı bir çağda yaşamanın nasıl bir deneyim olacağını
merak edebileceğimi fark ediyorum. Özellikle insanlığın bilinç, etik ve yaşam kalitesi
noktasında büyük ilerlemeler kaydettiği bir dönemi gözlemlemek, yaşamın sırlarını daha
derinlemesine anlamak ve yeni keşiflere tanıklık etmek isteyebilirdim.

En son, hangi…
…filmi izlediniz
…kitabı okudunuz
… tiyatro oyunu izlediniz
…albümü aldınız/dinlediniz
…kitabı aldınız?
Film: En son olarak “Sinners” adlı filmi izledim. Ayrıca “Pluribus” isimli diziye de
başladım. Aslında film ve dizi izlemeyi oldukça severim; bu nedenle röportajınız
yayınlandığında bu sorunun cevabı birkaç kez değişmiş olabilir.
Son Okuduğum Kitap: İbnül Arabi’nin 18 ciltlik “Fütuhat-ı Mekkiyye” eserini, sindirerek ve
bu eseri açıklayan farklı kaynakları da bir yandan inceleyerek okudum. Bunun yanı sıra,
arada farklı kitaplara da göz atmaya devam ettim. Son olarak Eckhart Tolle’nin “Şimdinin
Gücü” kitabını bitirdim.
Tiyatro: En son çocuklarımla birlikte bir çocuk tiyatrosuna gittim. Bunun dışında, birkaç
Talk Show ve konser de izlediğim son sahne performansları arasında yer aldı.
Albüm: Günümüzde artık albüm satın almak pek yaygın değil. Ben genellikle Spotify ve
YouTube gibi platformlar üzerinden, çoğunlukla mistik müzikler olmak üzere ara sıra
müzik dinliyorum. Fakat müzik alanında çok derin bir kültürüm olduğunu söyleyemem.
Son Aldığım Kitap: En son aldığım kitap ise Niyaz-i Mısri’nin “İrfan Sofraları” isimli
eseriydi.

Yeni çalışmalarınız var mı? Varsa, kısaca söz edebilir misiniz?
Son kitabımı henüz yeni yayınladım. Bu kitabın ortaya çıkışı aslında uzun bir birikim
sürecinin ardından gerçekleşti. Yıllar içerisinde edindiğim gözlemler, okuduğum kitaplar
ve yaşadığım deneyimler, bu eserin temel taşlarını oluşturdu. Yazım sürecine
başlamadan önce konuların kendi zihnimde olgunlaşmasını bekledim; ardından ise
ilhamın ve motivasyonun yoğunlaştığı kısa bir zaman diliminde yazım sürecini
tamamladım. Şu an için yeni bir kitap çalışmam bulunmuyor; fakat biliyorum ki ileride,
hayatın bana sunacağı yeni tecrübeler ve içsel keşifler sonucunda tekrar yazma isteği
doğacaktır. Eğer gelecekte yeni bir çalışmam olursa, o da tıpkı bu kitabımda olduğu gibi,
geçen zaman içinde birikecek düşüncelerin, duyguların ve arayışların doğal bir neticesi
olarak ortaya çıkacaktır. Yazma serüvenim, aslında kendimle ve dünyayla kurduğum
ilişkinin bir yansıması olarak devam ediyor; her yeni çalışma, içsel yolculuğumun yeni bir
durağı oluyor.

Kendi varoluşunuza dair ilk büyük sorgulamanızı hatırlıyor musunuz?
Yukarıda da belirttiğim gibi, yaşadığım yoğun buhran döneminde hayattan hiçbir şekilde
keyif alamadığım, umudumu tamamen yitirdiğim günler geçirdim. Üstelik her şey, sanki
her geçen gün daha da kötüye gidiyordu. İstanbul’a bir toplantı için geldiğimde, o
toplantının da beklentimin aksine olumsuz geçmesiyle birlikte, otel odasında eşimle
birlikteyken içimde biriken duygulara engel olamayarak derinden ağlamıştım. O gece,
hayatımda gerçek bir dönüm noktasıydı; sanırım içsel yolculuğumun başlangıç noktası o
geceydi diyebilirim.

Tasavvuf, sizin düşünsel yolculuğunuzda nasıl bir kapı açtı?
Yolculuğuma aslında doğrudan tasavvufla başlamadım; ilk adımım, genel bir
sorgulamayla oldu. Ardından dine yöneldim ve bu süreçte 2017 yılında umreye gittim.
Orada dünyanın dört bir yanından gelen Müslümanları gözlemleme fırsatı buldum ve
herkesin dini kendi tarzında yaşadığını fark ettim. Bize ise dinin kesin ve değişmez
şekilsel kuralları olduğu ve bunlara uyulmazsa ibadetlerin kabul olmayacağı öğretilmişti.
Bu durumda ya oradaki milyonlarca Müslümanın ibadeti kabul edilmiyordu ya da benim
ibadetlerim. Ancak, Allah’ın bu kadar samimi yapılan ibadetleri sadece şekil şartlarına
uymuyor diye reddetmesinin mümkün olamayacağını düşündüm. Bu düşüncelerle dinin
kendisini sorgulamaya başladım ve kalıpların dışına çıktığımda bambaşka bir bakış
açısıyla karşılaştım. Kuran’ın mealini notlar alarak okudum, ardından İncil ve Tevrat’ı da
detaylıca inceleme gereği duydum. Tüm dinlerin aynı Allah’tan geldiğini, özünde benzer
hakikatler taşıdığını gördüm. Sonrasında uzakdoğu dinleri ve felsefelerine yöneldim;
orada da aynı gerçeklerin kendi kültürlerinde tekrarlandığını gözlemledim, elbette
şekilsel farklılıklar olmakla birlikte. Uzakdoğu felsefesi beni derinden etkiledi ve birçok
yeni şey öğretti. Yine de bir eksiklik hissediyordum. Zamanla anladım ki, aslında İslam’ın
özündeki tasavvufu tam anlamıyla keşfetmemişim. Uzakdoğu felsefesinden aldığım
birikimle, tasavvufu daha derinlemesine öğrenmeye başladım. Bilgim arttıkça içsel
yolculuğum da derinleşti, böylece bugünlere ulaştım ve tatmin oldum.

”Ben kimim?” sorusu kitabın omurgası. Bu soruya siz artık nasıl cevap veriyorsunuz?
“Ben kimim?” sorusunu ister içsel ister dışsal olarak yanıtlamaya çalıştığımızda,
verdiğimiz cevap ne olursa olsun eksik veya hatalı kalacaktır. Çünkü bu dünyada ışığın,
sesin ve her türlü oluşun bir yolculuk süresi vardır; yani, bir şey görünür hale geldiğinde,
o an aslında çoktan geçmişte kalmıştır. Geçmişte kalan bir olgu ise, şu anın hakikatini
tam olarak yansıtamaz. Oysa ‘ben’ diye işaret ettiğimiz varlık, yalnızca şu anda ve bu anın
içinde mevcuttur. Dolayısıyla “Ben kimim?” sorusu, düşünceyle ya da kelimelerle tam
anlamıyla karşılık bulamaz; bu sorunun cevabı, ancak sessizce kendi varlığımızı
gözlemleyerek, o anın hakikatinde mevcut olarak anlaşılabilir. Bu hakikati bir başkasına
tam olarak aktarmak mümkün değildir; herkes bu deneyimi yalnızca iç dünyasında kendi
olarak yaşayabilir. Kitabımda da okuyucuların bu içsel yolculuğu kendi deneyimleriyle
keşfetmelerine bir kapı aralamaya çalıştım.

İnsan, hakikati algılamada ne kadar özgürdür, ne kadar sınırlandırılmıştır?
İnsan, mutlak hakikati hiçbir zaman tüm yönleriyle kavrayıp kuşatamaz. Çünkü akıl, bir
şeyi ancak sınırlandırarak ve o sınırlar içerisinde algılayabilir. Oysa mutlak hakikat,
doğası gereği sonsuz ve sınırsızdır. Bu nedenle, insan aklı bu sonsuzluktan sadece küçük
bir kesiti kendi sınırları dahilinde kavrayabilir; işte bu kavrayışa da “alem” deriz. Aslında
bu sınırsız hakikat, tüm varlıkların olduğu gibi, bizim de kendi özümüzde saklıdır.
Dolayısıyla, aklımızın çizdiği sınırlardan özgürleşip kendimizi saf bir gözlemle
izleyebilirsek, mutlak hakikati gerçekte olduğu gibi idrak etmeye bir adım daha
yaklaşabiliriz. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, mutlak hakikate ne kadar yaklaşsak da
onu tam anlamıyla kavramak yine de mümkün değildir; çünkü her idrak anı, yaşandığı
anda görünür dünyada ortaya çıkmış ve geçmişte kalmıştır. Sonuç olarak, yalnızca şu an
var olan bu hakikati bütünüyle idrak etmek yine de olanaksız olur; fakat bu gerçeğe bir
adım daha yaklaşmak bile paha biçilmez bir değere sahiptir.

Ruhsal uyanıştan ne anlamalıyız? Bu bir süreç mi yoksa bir farkındalık anı mı?
Ruhsal uyanıştan benim anladığım; içinde yaşadığımız bu alemin tıpkı bir rüya misali
zihnimizde yaratıldığının her an farkında olarak yaşamaktır. Bu farkındalığa erişmek,
insanın kendi öz benliğiyle ve evrendeki yerini idrak etmesiyle sıkı sıkıya bağlantılıdır.
Böylece görülen bu rüya ile rüyayı göreni hakkıyla ayrıştırıp kendi hakikatimizin sürekli
farkında olmak mümkün olabilir. Bu, bir farkındalık anıdır; bu konu üzerine çok
yoğunlaşırsak bu farkındalık anlarını ara ara yakalayabilmemiz mümkün olacaktır. Ancak
bu türden bir uyanış, yalnızca bir anlık bir şimşek gibi parlayıp sönmekle kalmaz; kişinin
iradesi ve niyetiyle beslenirse, zamanla hayatın tamamına yayılabilir. Ancak bunun ara
ara zuhur eden bir halden süreklilik haline gelmesi için bu konuya odağımızı sürekli
vermeye devam etmek gerekmektedir. Esas amaç da bu uyanıklık halini süreklilik haline
getirmektir. Dolayısıyla bu aynı zamanda bir süreçtir. Yani ruhsal uyanış hem bir içsel
aydınlanma ânı hem de bu ânı kalıcı bir yaşantıya dönüştürme gayretiyle örülü, uzun
soluklu bir yolculuktur.

Kitapta ele aldığınız teoriler arasında sizi en çok zorlayan hangisiydi?
Kitabımda ele aldığım bilimsel teorilerin büyük bir kısmını, aslında ilk kitabımı yazarken
öğrenmiştim. O dönemde, her bir teoriyi anlamaya ve hepsini ortak bir paydada
buluşturmaya çalışmak benim için oldukça zorlu bir süreçti. Çünkü her teori, evreni çok
farklı bir bakış açısından ele alıyor; bunları bir araya getirebilmek ise, hepsini
derinlemesine kavramayı gerektiriyordu. Üstelik, her teori kendi içinde dallanıp
budaklanıyor, bu da bütüncül bir anlayışa ulaşmayı daha da güçleştiriyordu. Ancak
yoğun çalışma ve derin düşünme süreçleri sonucunda, Allah’ın da yardımıyla, bu
teorileri belirli bir düzeyde birleştirmeyi başardım. Zihnimde bu yaklaşımlar
olgunlaştıktan sonra, onları dini kaynaklarla ilişkilendirmek görece daha kolay oldu;
çünkü hangi noktada teorilerle okuduklarımın örtüştüğünü rahatlıkla fark edebiliyordum.
Buna rağmen, tüm bu düşüncelerin özünde yer alan “tekillik” kavramını anlamak ise
ayrıca zorlayıcıydı. Sonunda, bu kavramın bütünüyle kavranamayacağına kanaat
getirince, bu uğraşımı bıraktım ve rahatladım.

Günümüz insanı sizce en çok hangi konuda “uyanışa” ihtiyaç duyuyor?
Günümüz insanının yaşadığı sıkıntıların temelinde, bu yaşamı mutlak bir gerçeklik olarak
görüp her şeyi kontrol edebileceğine inanması yatıyor. Oysa bu dünyada başarıya
ulaşamadığımızda, tüm hayatımızın altüst olacağı düşüncesi insanı derinden sarsıyor ve
sürekli bir kaygı yaratıyor. Bu yüzden insanlar, hayatı kontrol etme çabasıyla aşırı bir hırsa
kapılıyor. Fakat içinde bulunduğumuz âlemde sonsuz sayıda değişken var ve bunların
tamamını kontrol etmek imkânsız. Kişi kontrol alanını ne kadar genişletirse genişletsin,
mutlaka kontrol edemeyeceği pek çok durumla karşılaşacak ve beklenmedik olaylar
karşısında yeniden huzursuz olacaktır. Her beklenmedik gelişme ise, insanı içsel olarak
yıpratıyor.
Burada ilk uyanılması gereken gerçek, bu hayatın bir rüya olduğu ve ona gereğinden fazla
anlam yüklemenin yersizliğidir. Rüyada başımıza ne gelirse gelsin, gerçek anlamda zarar
görmediğimiz gibi, bu yaşamda da karşılaştığımız olaylar bizi aslında sarsamaz. Bu
farkındalığa ulaştıktan sonra, hayatı tamamen kontrol edemeyeceğimizi kabullenmek
ikinci aşama olmalı. Hayatın bir rüya olduğunu içselleştirince, bu kabulleniş de
kolaylaşır.
Atalarımızın “Tedbir kuldan, takdir Allah’tan” sözü burada büyük anlam taşıyor. Biz
elimizden geleni yaptıktan sonra, sonuçlara tamamen teslim olabilmeli ve yaşananları
bir sinema filmi gibi izleyip bundan heyecan ve keyif almayı öğrenmeliyiz. Böylece
başımıza ne gelirse gelsin, artık hiçbir şey bizi derinden sarsamaz; hayatı daha huzurlu
ve özgür bir şekilde yaşayabiliriz.

“Sonsuzluğun Eşiği”nde vadedilen “ruhsal huzur,” tam olarak ne anlama geliyor? Bu,
sadece bilgiyle mi, yoksa deneyimle mi elde edilebilir?
Ruhsal huzur, daha önce de vurguladığımız gibi, gerçekliği olduğu şekliyle kavrayabilmek
ve gereksiz ayrıntılara takılıp kalmak yerine dikkatimizi hakiki olana yönlendirmekle
doğrudan ilişkilidir. İnsan, hayatın akışında gereksiz yere anlam yüklediği, kendi içinde
direniş gösterdiği her şeyi bir kenara bırakıp varoluşun özüne odaklandığında, olayların
ve duyguların içinden direnç göstermeden geçmeyi öğrenir. Böylelikle, yaşanan her şeyin
içimizden doğal bir şekilde akıp gitmesine izin verebiliriz. Bu noktada, dış etkenler
karşısında sarsılmaz, içsel olarak daha sağlam ve huzurlu bir duruş sergilemek mümkün
hale gelir.
Bu huzura ulaşmanın ilk adımı, bu yolun ne olduğunu zihinsel olarak kavramaktır. Bilgi,
burada bir kapı aralayıcıdır; fakat tek başına yeterli değildir. Asıl dönüştürücü olan, bu
bilgiyi günlük yaşantımıza, davranışlarımıza ve düşünce kalıplarımıza taşımaktır. Yani,
öğrenilenleri hayata geçirerek içselleştirmek gerekir. Sadece teorik bir bilgiyle yetinmek,
ruhsal huzurun gerçek anlamda yaşanmasını sağlamaz. Bilgiyi deneyime
dönüştürdüğümüzde, ruhsal huzur hayatımızın doğal bir parçası haline gelir; bu da bizi
içsel olarak özgür, dengeli ve sarsılmaz kılar.

*Sizce bu “içsel uyanış”, modern insanın yaşadığı yabancılaşma ve anlamsızlık hissine
karşı nasıl somut bir çözüm sunuyor?
Modern insanın yaşadığı yabancılaşma ve anlamsızlık duygusu, kişinin kendi öz
hakikatinden uzaklaşmasıyla doğrudan bağlantılıdır. Aslında, insanın derinlerinde bu
dünyanın bir rüyadan ibaret olduğuna dair bir sezgisi vardır; fakat buna rağmen, giderek
dünyaya daha fazla anlam ve değer yüklemekte, geçici olanı gerçekmiş gibi
sahiplenmektedir. Kişi, hayal olana yöneldikçe, esas gerçeklikten uzaklaşır ve kendine
yabancılaşmaya başlar; bunun sonucunda da giderek anlamsızlık hissine kapılır. Bu
döngüyü kırmanın anahtarı ise oldukça basittir: Dikkatimizi ve odağımızı gelip geçici
olana değil, hakiki ve kalıcı olana çevirmek, içsel huzurun ve anlamın kapılarını
aralayacaktır.

Kitabın yazım sürecinde, varoluşa dair kesin kabul gördüğünüz bir fikrinizin değiştiği
veya tamamen dönüştüğü bir an oldu mu?
Kitabımı yazarken, öncesinde veya sonrasında, hatta bugün dahi, kesin olarak
benimsediğim birçok gerçeğin defalarca dönüştüğüne ve dönüşmeye devam ettiğine
tanık oldum. İnsan, kendini sabit kalıplara sıkıştırdığını çoğu zaman fark etmiyor; ancak
içe dönüp bu kalıpları sorguladıkça, her seferinde yeni bir sınırla yüzleşiyor. Her yeni
öğrenilen bilgi, bir başka kalıbı yıkmayı gerektirebiliyor. Bu değişim ve dönüşüm sürecinin
bir sonu olacağını düşünmüyorum; zaten sonsuzluk kavramı da bunu gerektirir. Bu
yüzden, Kuran’da geçen “Rabbim, ilmimi artır!” duası, insanın öğrenme yolculuğunun
bitimsizliğine işaret ediyor.

Sonsuzluğun Eşiği kitabın adındaki “Eşik” neyi temsil ediyor? Bu eşiği geçmek için
atılması gereken ilk adım nedir?
“Eşik” burada insanın kendisini temsil eder; varoluşun sonsuzluk boyutundan,
deneyimlediğimiz bu sınırlı dünyaya geçişin tam sınırında durmaktayız. Fakat çoğu
zaman, insan farkında olmadan tüm dikkatini yalnızca bu sınırlı dünyanın tarafına
yönlendirir ve içinde bulunduğu eşik noktasının gerçek anlamını gözden kaçırır. Oysa
kişi, durduğu bu noktanın layıkıyla farkına varırsa, aslında bu eşikte yalnızca sınırlı olana
değil, aynı zamanda sonsuzluk âlemine de açılan bir kapı olduğunu idrak eder. Bu eşik,
ileri ya da geri gitmenin mümkün olmadığı, varlığın nihai olarak durup gözlemlendiği özel
bir noktadır; aslında burada durmak, varoluşun her iki tarafına da tanıklık edebilmek
demektir.
Bu noktada, eşikte durmanın en büyük potansiyeli, insanın kendisini tüm olasılıklara ve
farklı gerçekliklere açabilmesidir. Eşiğin tüm olanaklarını kavrayabilmek, bireyin hem
sınırlı hem de sonsuz olan tarafı aynı anda fark etmesini ve her iki yönün de getirdiği
tecrübeleri kucaklamasını sağlar. Bu farkındalık, insanı dar kalıplardan, alışılmış
düşünce biçimlerinden özgürleştirir; varoluşun bütün potansiyellerini keşfetmesine ve
kendisini sınırsızca geliştirmesine olanak tanır. Böylece kişi, yalnızca sınırlı olanın
peşinden gitmektense, varlığının sonsuz boyutuna da temas ederek, olasılıklara açık,
özgür ve dengeli bir yaşam sürebilir.

Kitap, okuyucuyu “varoluşun temel taşlarını sorgulamaya” davet ediyor. Sorgulamaktan
kaçınmanın veya uykuda kalmanın en büyük riski nedir?
Sorgulamaktan kaçınmak ve uykuda kalmak, her insanın özgürce seçebileceği bir yoldur.
Ancak uyanma sürecine adım atmak, insanın alıştığı ve tutunduğu tüm güvenli limanları
sarsabileceği için başlangıçta epey ürkütücü olabilir. Çünkü uyanış, kontrolü bırakıp
bilinmeyene yelken açmak gibidir. Hayat, kimi zaman durgun kimi zaman sert fırtınalarla
dolu bir okyanusa benzer. Uyanan kişi, bu okyanusta kendi gemisini nasıl yöneteceğini
öğrenir. Oysa uykuda olan insan, gemiyi kullanmak yerine okyanusu ıslah etmeye çalışır;
ama bu beyhude bir çabadır. Uyanmadıkça insan, bu boş uğraşa inatla devam eder.
Sonuç alamadıkça da bedbahtlığın girdabına kapılır ve gün geçtikçe bu hissin içinde
daha da kaybolur. İnsan eğer bedbahtlıktan, hüzünden, korkudan memnunsa, uykuda
kalmak onun için bir sakınca yaratmaz. Fakat bu durumdan rahatsızlık duyanlar için içsel
uyanış, en öncelikli gündem olarak değerlendirilmelidir.

Baran Saldanlı’nın anlattıkları, modern insanın en temel sorunlarına ışık tutuyor:
kontrol etme çabası, anlam arayışı, ruhsal yorgunluk, yabancılaşma ve içsel
huzursuzluk… Ancak onun yaklaşımı, tüm bu sıkışmışlığın içinden çıkmak için basit ama
derin bir kapı gösteriyor: Hakikati olduğu gibi görmek, kalıcı olana yönelmek ve
yaşamı bir rüya ferahlığıyla izleyebilmek.

Saldanlı’nın sözlerinde hem bir mühendis titizliği hem bir arayış insanının içtenliği hem
de tasavvuf geleneğinin yüzyıllardır aktardığı bilgelik var. Okuru düşünmeye,
sorgulamaya ve en önemlisi kendini gözlemlemeye çağıran bu yaklaşım, onun
kitaplarında olduğu gibi röportaj boyunca da net bir şekilde hissediliyor.

Sonuçta, “Ben kimim?”, “Nereden geliyorum?”, “Nereye gidiyorum?” gibi kadim sorulara
verilen her cevap aslında insanın kendi içindeki eşiği adım adım aşma çabasının bir
parçası. Saldanlı, bu eşiği görmeye niyet eden herkes için bir yol arkadaşı niteliğinde.Bu
röportaj da umarız okura, kendi içsel yolculuğuna dair yeni bir pencere açar.

Yazıyı nasıl buldunuz?

Oy için yıldıza tıkla!

Ortalama Oy / 5. Oy Sayısı

Oyu yok

We are sorry that this post was not useful for you!

Let us improve this post!

Tell us how we can improve this post?

Paylaşarak destek olabilirsiniz!
Previous Post

Şeb-i Yelda / Nevin Erkan

Next Post

Vefa / Hakan Buçan

Serpil Meric

Serpil Meric

Next Post
Vefa / Hakan Buçan

Vefa / Hakan Buçan

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

No Result
View All Result

Hakkımızda

Kibele Kültür Sanat Logo

Kibele Kültür Sanat

Merhaba sevgili okur.

Mitolojide Tanrıların anası olarak bilinen Tanrıça Kibele’nin anaç, üretken, hayatın devamını sağlayan özelliklerinin uğruna inandık. Ve onun adını kullanıp Kibele Sanat olarak edebiyatta biz de varız dedik. Edindiğimiz misyonla amacımız; bizden önceki kalem ustalarımızın bayrağını, gelecek kuşaklara ulaştırmak. Çünkü edebiyat dünya tarihini içinde barındıran devasa bir ansiklopedidir… Devamını Oku

Arşivler

  • Kasım 2025
  • Ekim 2025
  • Eylül 2025
  • Ağustos 2025
  • Temmuz 2025
  • Haziran 2025
  • Mayıs 2025
  • Nisan 2025
  • Mart 2025
  • Şubat 2025
  • Ocak 2025
  • Aralık 2024
  • Kasım 2024
  • Ekim 2024
  • Eylül 2024
  • Ağustos 2024
  • Temmuz 2024
  • Haziran 2024
  • Mayıs 2024
  • Nisan 2024
  • Mart 2024
  • Şubat 2024
  • Aralık 2023
  • Eylül 2023
  • Ağustos 2023
  • Temmuz 2023

Kibele Kültür Sanat Logo

Kategoriler

  • Anlatı
  • Araştırma
  • Deneme
  • Genel
  • Hakkımızda
  • İnceleme
  • Kitap İncelemeleri
  • Masal
  • Öykü
  • Roman
  • Röportaj
  • Şiir
  • Sinema
  • Sizden Gelenler
  • Söyleşi
  • Tiyatro
  • Yeni Çıkanlar

Son Yazılar

  • Dünya Çapında Eğitim Uzmanı Ali Mete GORDİ ile Söyleşi / Betül Fırat
  • Evhamlı Gece / Cemhan Gözüaçık
  • İlk Defa / İsmail Aydemir
  • Seni Anlatan Gece / Zehra Deveci
  • Ben de Bir İnsanım / Zümrüd-ü Sabah

Copyright 2023 - 2025 Haziran K İ B E L E Kültür Sanat Dergisi Limited Şirketi All Right Reserved. Developer by Fedora Bilişim Teknolojileri İnternet Danışmanlık Hizmetleri Basım Yayın Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi. Bu sitede yayınlanan ses, görüntü, yazı içeren bilgi ve belge, hiçbir şekilde kullanılamaz, izinsiz kopyalanamaz. Tüm hakları K İ B E L E Kültür Sanat Dergisi Limited Şirketi'ne aittir.

KİBELE Abone
No Result
View All Result
  • Hakkımızda
  • Künye
  • Dergiler
  • Galeri
  • E-Dergi
  • Yazılar
    • Edebiyat
      • Şiir
      • Roman
      • Öykü
      • Deneme
      • İnceleme
      • Anlatı
      • Araştırma
    • Kitaplar
      • Kitap İncelemeleri
      • Yeni Çıkanlar
    • Tiyatro
    • Sinema
  • Yazarlar
  • İletişim
  • Üye Ol

Copyright 2023 - 2025 Haziran K İ B E L E Kültür Sanat Dergisi Limited Şirketi All Right Reserved. Developer by Fedora Bilişim Teknolojileri İnternet Danışmanlık Hizmetleri Basım Yayın Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi. Bu sitede yayınlanan ses, görüntü, yazı içeren bilgi ve belge, hiçbir şekilde kullanılamaz, izinsiz kopyalanamaz. Tüm hakları K İ B E L E Kültür Sanat Dergisi Limited Şirketi'ne aittir.