Uzaklardan gelir ecdadının acı sesi
Neferler inletir kimsesiz kalmış hazin yerleri
Bir toprak kokusu sarar vatanın bedenini
Dökülmedik kan kalmaz iclâl örter perdeleri
Susmaz top tüfekler , kör bir rüzgâr kapatır gözleri
Şırıl şırıl akan derelerin suyu kanla boyanır
Nerde bir göğün mavisi , ormanın yeşili bozarır
Gök gürledikçe yağar üzerine solmuş perdelerin ahı
Islanan bir baykuşun tüyleridir eski zaman
Silkelendikçe damlatır ağaçların kehribarlarını
Yapış yapış olur yapraklar , kar yağmış perdenin üzerinde
Bir fırtınanın azizliğine uğrar göçmen kuşlar
Eski zaman uçar ; şiirin yegâne tacı kalır
Kar taneleri gibi püskürür Tanpınar’ın serbest şiiri
Kuşun kanadında özgürlüğü uçar, akşamında bahara koşar
Kökleri kuvvetlenen ağaçların sık meyveleri
Döker eski yapraklarını bezenir yeni çiçekleri
Söğütlerin gölgesinde kalmış bir üstadın eseri
Bir yaz akşamında buluşturur ay ışığı ile geceyi
Bir ölüm meleği seslenir ; hülyaların seslerini
Ölümün letafetidir son perdeyi kapatır saf şiiri
Mabedinin göğsünde açar bir nilüfer çiçeği
Mezarı başında dinletir eşsiz eserlerinin hünerlerini
Haykırır yalnızlık sarmış mezar taşlarının vaveylasını
Boğazlar düğümlenir , diller lâl olur gecenin ayazında
İki bacaklı kuzgunlar leş bekler mezarların başında
Korku yoktur bedende , hissedilen acı bâdende
Mezar çiçeklerinin suskunluğu kalmış bir klasiğin elinde
Güne doğan altın ışıklar , seher vaktini selamlar
Tan vakti gelir , önünde eğilir pâre zamanlar
Kızıl ışıkların büyüsüdür elinde kalan kitaplar
Toz tutmaya matbaa kokan o sanatlar
Lafzaları semada yükselirken , yıldızlar gölgesine sığındı
Gökyüzü mehtabında mâhı uyandıran busesini bıraktı
Sevda dolu matem şiirlerine aşıkların feryadı karıştı
O üstadın şiirleri Mecnun gibi diyar diyar dolaştı
Ey tarihin tozlu rafları son perdenin hükmüne sığındı
Bir hakimin tok sesli tokacı kadar keskin ve kararlıydı
Doğudan batıya nam salan adı altın harflerle yazıldı
Sırça köşklerin kapısı açıldı onun üslubunda saraylandı
Kelamı altından , söyleyişi gümüş tepsiden , mizacı doğasındandı
Bir devrin kapanıp yeni yüzyılın açılışında bir kahraman
Yüreklere seslenen melankolik aşığı adam
Yüksek tepelerden esen yellerin savurduğu irfan
Kaleminden feyz olur yetmez mürekkep kelam
Tabiat üzerine serpilmiş beyaz güllerin çağıltısı
Rüzgârında tarümar , mevsiminde masum nağmeler olur
Çarpmaya sert kayalara , zülfü ile perişan olan aşığa dokunur
Seyredenler ürperir karanlıkta sonsuzluğa savrulur
Alemlerin yıkılıp devrildiği zaman hakikat uzak durur
Hayale sığınan bir ruhun fısıltısı tez duyulur
Ökçeleri yüksek basan şiirlerin sesi son perde ile kısılır
Gelmeye dünyaya onun gölgesinde bir şair zor bulunur
Boş tenekelerin gür sesi uyandırır vaktinde esen yelleri
Fırtınalar süpürür mahzun kalmış edebi yerleri
Mağrur bakışlar sevdaya yeltenir , toz duman eğriltir
Gamzesine konan gülücükler bu harabelerde silinir
Sen efsunlu gecelerde gezen elmas taşlı cevher
Ufukta reyhan kokuları dokununca boynunda eser
Ne zaman ki gölgen bize rıhtım taşında rehber
Kalkıp yürür kelimler senin adına şahitlik eder
Kumdan kaleler sert , eğrelti duran tatsız cümleler
Mürekkebine boyanmış küçük serçeler , özgünlükten eser
Bırakmaz son perdenin malûmatı füruzan gibi örter



