Yine baykuş sesleri ve rüzgar uğultusunun yoğun olduğu sisli bir gecede, kalenin ışıklandırmalı taş yolunda bu sefer tek ilerlemiyordum. Rüzgar Francesco ile benim saçımı okşarken yolun etrafındaki kurumuş ağaçların dalları sallanıyor ve taş yol boyunca duran lambalardan birkaçının ışıkları güçlükle dayanıyordu. Yanıp sönen lambaların altından geçerken bu gecenin öncekilerden farklı olduğunu seziyordum. Kale ardımızda kalsa da Francesco’nun dediği bir şey hâlâ aklımdaydı. Kalede büyük büyük ninemin ruhu vardı ve her gece kalenin çevresinde dolaştığını düşünüyordum. Bu ürpertici düşüncelerden Francesco’nun sorusuyla çıkmıştım. “Hangi ev?” Kalenin yolunu inmiş, meydana gelmiştik. Meydanın oradaki evlerde gözlerimi gezdirip o kızın evini seçmeye çalıştım. “Şu,” dediğimde Francesco, “Görünüşe göre uyumuyor,” dedi. Evin camına kafamı çevirince ışıkların hâlâ açık olduğunu gördüm. Uyumuyorsa bunun sebebi dün gece yaşadıkları olabilir miydi? Belki de korkuyordu. “Ne yapacağız?” Francesco’nun sorusunu duyunca, “Gidelim,” diye karşılık verdim. Ben önde, o arkada eve doğru ilerledik. Kapıyı tıklatmadan önce tereddüt ettiğimi fark eden Francesco hemen kendisi tıklattı. “Acele etmese miydik?” Tedirgin sesimi duysa bile bana cevap vermemişti. Dünkü kız kapıyı açıp bize baktığında gözlerindeki korkuyu fark ettim. Anında kapıyı kapatmaya yeltense de Francesco ondan daha hızlı davranıp kapıyı tutmuştu. “Sana zarar vermeye gelmedik.” Korktuğu gözlerinden ve nefes almakta güçlük çekmesinden belliydi. “Gidin, gidin lütfen.” Sesi titremişti, vücudunun da titrediğini fark edince Francesco’nun omzuna elimi koydum. “Francesco, lütfen dur.”
“Ne demek istiyorsun Alex? O kıza ihtiyacımız var!” Francesco’nun gözü dönmüş gibiydi. Kızın kanını hunharca içmek istiyordu sanki. Bunu hissettiğim için onu durdurmam gerektiğinden emin olmuştum. “Bırak, ben konuşayım onunla.” dedim sakince. Francesco istemeye istemeye geri çekildi ve meydana çevirdi kafasını. “Seni bekliyor olacağım.” O, hızla yarasaya dönüşüp uçarken tekrar kıza çevirdim kafamı. Elini kalbine bastırmış, nefes almakta zorlanıyor ve sakinleşmeye çalışıyor gibiydi. “Korkma, sana zarar vermeyeceğim.” Kafasını iki yana sallarken, “Neden bunlar benim başıma geliyor?” dedi ve anında dizleri üzerine düştü. Bedeni korku ile sarsılmaya devam ediyordu ve eli kalbinde bir şekilde, ne yapacağını bilmeyen bir ifadeyle yere bakıyordu. “Benden ne istiyorsunuz?”
“Öncelikle adını öğrenebilir miyim?” Onun yanına ilerleyip diz çöktüm. Kafasını kaldırıp yüzüme korku dolu bakışlarla bakarken içimde tuhaf bir his oluşmuştu. “Lydia.”
“Lydia, o benim arkadaşımdı. Sana zarar vermeyecek, öyle bir şey olacak olursa da ben onu durdururum.” Lydia’nın bakışları biraz yumuşamış olsa da hâlâ bedeni titriyordu. Bizden korkması normaldi ama içimde bir yerlerde herkes korksa da onun -özellikle benden- korkmasını istemiyordum, bana güvenmesini diliyordum. Lydia’ya hafifçe gülümseyip “Buraya gelmemizin sebebi senin yardımına ihtiyacımız olması, izninle sana durumu anlatmak istiyorum.” dedim. Lydia çekinerek ayağa kalktı ve “Zarar vermeyeceksin değil mi?” diye titreyen sesi ile sordu. “Söz veriyorum.” Kapıyı kapadı ve koltuklara ilerledi. Oturmamı işaret ettiğinde kafamı koyu yeşil koltuklara çevirdim. Oraya ilerleyip oturduğumda Lydia da yanıma geldi ama benden uzağa oturdu. O da oturunca ona, ben ve Francesco’dan; lanetten, laneti kaldırabilecek iksirden bahsettim. Dikkatlice dinledi ama hâlâ yanımda kendini güvende hissetmediği titremeye devam etmesinden belli oluyordu. “Böyle bir şey mümkün olamaz!” Sert sesini duyunca şaşırdım, anlattıklarımı güzelce dinlemiş olmasına rağmen teklifimi reddetmişti. “Sen yardım etmezsen bu lanetten kurtulamayız.” Lydia kafasını eğdi, parmakları ile oynarken, “Lanet çözülmezse…” dedi. “O zaman kötü bir şey olacak mı?” Bunu bilmediğim için ona dürüstçe bunun hakkında bir bilgim olmadığını söyledim. “Size yardım edemem, beni hiç tanımamış gibi davranın.” Ayağa kalktığında arkasından üzgün bakışlar attım. Korkusundan dolayı bize yardımı reddediyor gibi hissetmiştim. Onu zorlayamazdım, çaresiz bir şekilde kalkacağım sırada Francesco’nun sesini duymamızla ikimizin bakışları da arka tarafta kalan cama dönmüştü. “Alex’in büyük büyük dedesinin odasında lanet çözülmezse organlarımızın çürüyeceği ve öleceğimiz yazan birkaç kağıt buldum. Büyük ihtimalle o da bu sebepten öldü. Peki, sen bizi kurtarabilecek olma ihtimaline rağmen ölüme mi terk edeceksin, Lydia?” Cam açık olduğu için oradan içeri girmiş olmalıydı Francesco. Duvara yaslanmış, kollarını önünde birleştirmiş, Lydia’ya keskin bakışlar atarak söylemişti bunu. Lydia aniden onun sesini duymanın verdiği korkuyu atlatmıştı. “Kimseye yardım borçlu değilim!”
“Doğru, değilsin ama…Yine de bir düşün.” Geldiği gibi yarasaya dönüşüp camdan çıkarken gözlerim Lydia’ya döndü. Ayağa kalktım ve yavaş adımlarla kapıya ilerledim. “Bence de düşünmelisin çünkü hak etmediğimiz bir lanetin kurbanıyız. Kim bilir belki de ölmek üzereyiz, bizi kurtarabilecekken seni korkutan şey bizim vampir olmamız mı?” Bir süre orada durdum, bir şey söylemeyeceğini anladığımda kapıyı açıp çıktım. Francesco beni orada karşıladı. Onunla meydana kadar yürürken, “İkna etmenin bu kadar zor olacağını tahmin etmemiştim,” dedi. Yine ses tonu umutsuzluk doluydu ama bu sefer ben de umutsuzdum. Daha dün kurduğum güzel hayaller artık ulaşılmaz hissettiriyordu. “Bir gün öleceğimizi ve bunun organlarımız çürüyerek olacağını…” Cümlemi tamamlayamadım, zorla yutkundum. Ölmeyi istemiyordum, kim isterdi ki? “Hey, siz!” Tam kale yoluna gireceğimiz vakitte rüzgarın uğultusu dışında bir ses duyduk arkamızdan. “Lydia!” Onu görmenin verdiği umut ışıkları ile parladı gözlerim. “Kale lanetli demediniz mi? Neden tekrar o lanetli yere dönüyorsunuz?” Haklıydı, lanetli olan yere gitmememiz gerekiyordu ama kalacak başka bir yerimiz yoktu. “Nerede kalabiliriz ki? Evimiz orası.” Francesco ona sert bir sesle cevap verince onu dirseğimle dürttüm, umutlarını yok ettiği için Lydia’ya sinirli olmalıydı ama bence kızın suçu yoktu çünkü onun yerinde olsam ben de korkup reddedebilirdim. “Bu gecelik benim evime gelin.” Aniden Francesco ile birbirmize baktık, gözlerimi hemen Lydia’ya çevirdim. “İyi de bu mümkün değil, bize güvenmiyorsun bile. Neden evine alasın?”
“Evet, haklısın. Yine de…” Kafasını doğmakta olan güneşe çevirdi. “Hemen karar verin.” Francesco beni dürtünce gözlerimi ona çevirdim. “Bence gidelim, hem belki onu ikna da ederiz.” Kulağıma eğilip söylemişti bunu. Ona hak verdim ve Lydia’ya dönüp, “Tamam.” dedim. Lydia hafifçe gülümser gibi oldu ama kısa sürede ciddi ifadesine geri döndü.
Onun evine girdiğimizde gün doğmuştu. “Bir şey içer misiniz?” Lydia mutfak tezgahlarına yaklaşırken bunu sorunca Francesco gülmeye başladı, o an hızla bize döndü. “Pardon, sizin…” Ona hafifçe gülümsedim. “Bize sizden biriymişiz gibi yaklaşman benim daha çok hoşuma gitti, hep insan olmak istemiştim.” Duygusal ses tonumu duyunca bana çekinerek yaklaştı. “İnsan arkadaşlarım beni terk ettiler, yalnız kaldım ve bu da…” Elini elimin üzerinde hissetmemle cümlem yarım kalmıştı. Yumuşak avucu, parmakları…O, elimi okşarken ne söylediğimi tamamen unutmuştum. Bir saniye, içimde hissettiğim bu tuhaf heyecanın sebebi neydi peki? Özel kan olması ile mi alakaydı? Evet, öyle olmalıydı. Başka ne olabilirdi ki?
Lydia alt katta kendine yiyecek bir şeyler hazırlarken Francesco ve ben, Lydia’nın odasındaydık. Bu oda anılarımı canlandırmıştı. Gözlerimi etrafta dolaştırdığım sırada Francesco, Lydia’nın kitaplığından bir kitabı almış inceliyordu. “Aşk romanlarını çok seviyor sanırsam, acaba ne kadar romantik biri?” Gözlerim ona döndü, kitabı açmış birkaç satır okuyordu. Romantik…Nedense Lydia’nın romantik olduğunu hayal edemiyordum. İlk karşılaştığımız günkü odun ve metal vazo olayından ve sert bakışlarından sonra romantik olma ihtimali tuhaf gelmişti. “Ne oldu? Daldın sanki Alex.” Francesco’nun sesi beni düşüncelerimden çıkardı. Gözlerimi yatağa çevirdim. “O gün, kabus görüyordu.”
“Normal, insanlar görürler böyle şeyler.”
“Ama çok acı çekiyor gibiydi. Acaba şu an iyi mi?”
“Alex, insanlara çok yumuşak ve iyi kalpli yaklaşıyorsun ama onlar bizi öldürmek istediler, unutma lütfen.” Francesco eskiden yaşadıklarımızdan dolayı kararlıydı, hiçbir şekilde temkinli olmayı bırakmayacaktı ama ben insanlara sempati duyardım. Yatağa ilerlediğim sırada kapı açıldı. “Boş bir odam var, orada tek kişilik bir yatak var.” Francesco ile bakıştık bir süre. “Francesco kalır.” demem ile afalladı. “Emin misin? Hem…” Gözleri Lydia’ya döndü. “Kusura bakma da ben uzun süredir yatakta yatmadım. Tabutta uyuyorduk biz.” Lydia’nın irileşen gözlerindeki anlık kaygılı şaşkınlığı görünce, “Ama şimdi, bir insanın evindeyiz ve yatakta da uyuyabiliriz!” dedim telaşlı bir sesle. “Ah! Evet, tabii. Odayı gösterir misin?” Lydia kafasını onaylar bir şekilde salladı. Onlar gidince kalakaldım. “Bir saniye, evde başka yatak yoksa ben nerede yatacam?!” Gözlerim Lydia’nın çift kişilik yatağına kaydı, kafamda oluşan birkaç düşünce sonucunda yanaklarımın tuhaf bir şekilde yandığını hissettim. “Bu his de ne böyle?” Ellerimi yanağıma koyduğum sırada kapı açıldı ve aniden yataktan uzaklaştım. Korktuğumu gören şaşkın Lydia ile göz göze gelince ellerimi yanaklarımdan indirdim. “Hehe!” Şapşal gibi güldüğüm sırada, “Sen iyi misin? İlk defa bir vampirin korktuğuna şahit oldum.” diye sordu. O an hâlâ sussuz olduğum aklıma geldi. “Kana ihtiyacım var.” demem ile, “Ne?!” demesi ve korkarak kaçmaya çalışması bir oldu. Ona hızla yetiştim ve kolunu tuttum. “Senin değil, başka birinin kanına!” Kapı açılıp da elinde birkaç paketle Francesco girince afalladım. “Kapının oradayken kulak misafiri oldum, kızı bırak da şunları al.” Lydia’nın kolunu bırakırken paketleri uzatan Francesco’ya döndüm. “Bunlar ne?”
“İhtiyacın olan şey. Bizim evin deposundaydı, sussuz olduğun için yanıma almıştım.” Heyecanla açıp içmeye başladığımda Lydia’nın bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. İnsanların su içmesi gibi lıkır lıkır içmem midesini bulandırmıştı, ona bakınca gözlerindeki tiksinmiş bakışları gördüm. “Ağzının kenarından akıyor,” dediğinde baş parmağımla temizleyip yaladım. “Bir tanesi yetti. İkinciyi buzdolabına koyabilir miyim?” Lydia’ya yalvarır bakışlar attığım sırada “Yiyeceklerimden uzakta dursun.” demesi ile Francesco elimden aldı. “Sen dur, ben koyarım.” O gidince Lydia’ya kocaman gülümsedim. “Alex, ne yapacaksak hemen yapsak?” İksirden bahsediyor olmalıydı. “Acele etme Lydia. Hem ben bilmiyorum, Francesco biliyor.” Yatağa ilerledim ve yavaşça oturdum, çekinerek yakınıma ilerledi, sandalye çekti ve karşıma oturdu. Bir süre sessizce yüzümü incelediğini fark edince yanaklarım yanmaya başlamıştı. “İnsan olunca nasıl gözükeceksin acaba?”
“Yakışıklı olurum umarım!” dedim sırıtarak. “Neden?”
“Çünkü…” Kafamı eğdim utanarak. “Hiç sevgilim olmadı.”
“Vampir bir kız bulamadın mı?”
“Hayır, vampirler eskisi gibi yaygın değil, biz de normalde insandık senin gibi ama lanetle vampir olduk. Gerçek vampirlerin kaldığını sanmıyorum.”
“Nasıl biri size bunu yapar?!” Ses tonunda öfke varmış gibi gelmişti. “Neden ve nasıl ben de detayını bilmiyorum.” Lydia’ya tekrar bakınca uzaklarla daldığını fark ettim. “Buraya taşındığımda hayatımın daha iyi olacağını ve kabuslarımın dineceğini düşünmüştüm.” Yüzümdeki gülümseme soldu ve yumuşak bakışlarla izledim onu. Onu izlerken güneşin gözlerine vuran ışığının, gözlerini daha güzel gösterdiğini fark ettim. Ömrüm boyunca sabahları uyumuştum, güzel anılarım olmamıştı ama şimdi sabah gördüğüm en güzel manzara onun gözleri olmuştu. Düşüncelerimde kurduğum bu cümle ile gözlerim irileşti ve hızla başka tarafa baktım. Saçmalıyorsun Alex. “İyi misin?” Yumuşak ses tonunu duymamla bakışlarımı tekrar yavaşça ona çevirdim. “İyiyim, her neyse Lydia…Umarım bir gün kabusların yok olup giderler ve sen buraya iyi ki taşınmışım dersin.” Yüzünde buruk bir gülümseme oluştu ve zorla yutkundu. “Hayatın zordu sanırsam.” Çekinerek yaklaştım ona. Elimi eline koyunca kafasını kaldırdı. “Ben insan olunca yanında olacağım, arkadaş olalım!” Lydia’nın gülümsemesi daha neşe dolu olmuştu. “Çok tuhafsın, hiç bu kadar iyi kalpli vampir görmemiştim.” Kurduğu cümlenin saçmalığını fark etmesini beklerken dudaklarımı gülmemek için birbirine bastırdım. “Ah tabii, ben önceden hiç vampir görmedim ki!” İkimiz de gülerken bu yeni arkadaşlığın küçükkenki gibi bitmemesini, sonsuza dek sürmesini diledim.
Aradan birkaç gün geçmişti ve Lydia bize karşı öncekine göre daha yumuşak yaklaşıyordu ve bizim bir süre daha kalmamıza izin vermişti. Bu sayede de onunla aramız ısınmıştı ve birbirimizi daha iyi tanımıştık, hatta eskiden yaşananlara rağmen Francesco’nun korkusunu yenip Lydia’ya karşı yumuşamasına şahit olmak; beni çok mutlu etmişti. İksiri ise hâlâ yapamamıştık çünkü Francesco iksir için gerekli olan bitkinin büyüme sürecini ve nerelerde olabileceğini araştırıyordu. Fakat benim için sorun yoktu çünkü Lydia ile bu şekilde de eğlenceli vakit geçirebiliyordum, onunla güzel vakitler geçirmem için illa insan olmam gerekmiyordu. Her şey çok güzeldi ama tuhaf olan tek şey benim içimdeki insanî hislerdi. Lydia’nın kitaplığından alıp okuduğum aşk romanlarında yazan o tuhaf hisleri hissediyordum. Belki de biz lanetlenmiş insanlar olduğumuz için hislerimiz vardı, sebebini bilmiyordum.
Lydia’nın odasını temizleyip, yatak çarşaflarını değiştirirken odanın kapısı açıldı. Lydia gülümseyerek içeri girdiğinde, “Hey!” dedim neşe ile. “Yorgun olmalısın, içecek getirdim.” Anında elindeki bardağı fark ettim, içine doldurmuş olduğu kanı görünce dudaklarımı yaladım. “Mükemmelsin!” Koşarak ona gittim ve bardağı elinden aldım. “Mükemmel miyim? Bir bardak dolusu kan getirene kadar normal biriydim gözünde.” Kıkırdadığı sırada açık olan camın önüne konan kuşların cıvıltısı ile kalbim yumuşadı. Eskiden böyle güzel şeyleri uyuyarak kaçırdığım için üzülüyordum. “Hayır, sen benim için her zaman mükemmelsin Lydia.” İçeceğimi dikleyince, “Yavaş!” dedi Lydia telaşla. Boş bardağı ona verirken gülümsedim. “Korkma, iyiyim.” Elbisesinin cebinden mendil çıkarıp ağzımı silmeye başladığında kalbimin hızla çarptığını hissettim. Gözleri benimkilerle buluşunca yanakları pembeleşmeye başlamıştı. Aramızdaki ilişki biraz farklıydı sanki çünkü içimde bıraktığı hissin kontrolünü kaybediyordum zamanla. “Sarı gözlerin…” Cümlesini tamamlayamadı. Elinden mendili alıp elinin üstünü öptüm. Sonra da kafamı kaldırıp gözlerine baktım. “Böyle yapma Alex.” Çekingen ses tonu çok hoşuma gidiyordu. Bedenimi dikleştirip onu kendime çektim. Flörtöz bir ses tonu ve yüzümdeki yaramaz gülümsemeyle, “Ne yapayım peki, ne yapmamı istersin?” dedim. Cevap veremedi çünkü nefesi kesilmişti. “Lydia, zaman akıyor ve lanet bedenimde hâlâ etkisini sürdürüyor ama bir gün, bu lanetten kurtulup senin gibi insan olacağım. Belki o zaman…” Elini yanağıma koydu, gözlerini benimkilere odakladı. “Olduğun hâlinle de mükemmelsin Alex. Evet, zaman akıyor ve aktıkça da daha fazla senden etkileniyorum.” Cümleleri beni etkisi altına almıştı. Gerçekten ne ara olmuştu bilmiyordum ama Lydia ile arkadaşlığımız farklılaşmıştı. Buna arkadaşlık denmezdi artık ama tam olarak ne denirdi bilmiyordum. İkimiz de atmosferin etkisi ile aynı anda gözlerimizi kapayıp birbirimize yaklaştığımız sırada içimde oluşan kuvvetli bir acıyla ondan ayrıldım, elimi kalbime koydum, yere dizlerimi çöktüm ve derinlerden gelen acının keskinliği ile inledim. Acı o kadar kuvvetliydi ki nefes almakta güçlük çekiyordum. “Alex!” Lydia telaşla diz çöktü ve omzuma elini yerleştirdi. “Alex, neyin var?”
“Çok canım yanıyor, nefes…” Nefes alamıyordum ve cümle kuracak hâlim yoktu.
O güzel atmosferle gözlerimizi kapattığımız anda içimde kısa süreli olsa da bir heyecan oluşmuştu, Lydia’nın dudaklarını ilk defa hissedecektim ama şimdi onun dudaklarına hasret kalmış bir şekilde yatakta yatıyordum. Lydia hemen gidip Francesco’ya haber vermişti. İkisi de yanıma geldiklerinde ben gözlerimi açacak gücü bile bulamıyordum. Güçlükle açtım ve kurumuş dudaklarımla, “Francesco.” dedim. “Neyin var? Ne oluyor?” Çok gergindi, korkuyordu ve ne olduğunu bilememek daha da kötü yapıyordu onu. Lydia yanıma oturup elini elime koydu ve şaşkınlıkla Francesco’ya çevirdi gözlerini. “Şuna bir bak!” Francesco hemen elini elime koydu ve bir süre gezdirdi, elini çekerken dehşete düşmüştü. “Kurumuşsun, sanki…” devam edemedi. “Sanki ne?” dedim korku dolu bir sesle. İnsanlar bizi doğuştan vampir sanardı ve korkusuz olduğumuzu düşünürlerdi ama korku duygusuna sahip lanetlenmiş insanlar olduğumuzu bilmezlerdi. Şimdi çaresizce bu bilinmezliğin içinde korku ile sarsılıyordum. “Alex, hemen iksiri yapmam gerek. Daha fazla bekleyemem, o çiçeği alıp geleceğim!” Koşarak odadan çıkarken kalkmaya yeltendim, Lydia beni durdurdu. “Sen yatmalısın, bu hâlde bir şey yapamazsın.” Israrla oturur pozisyon aldım yatakta ve Lydia’nın gözlerine üzüntü ile baktım. “Lydia, ölmek üzereyim…sanırsam.” Bu sefer zorlukla çıkan sesimin sebebi boğazımda oluşan yumruydu. “Öyle deme Alex!” Sert ama bir o kadar da acı dolu sesini duyduğumda gözlerim doldu. “Ölemezsin, daha… hayallerin vardı.” Ellerini yanaklarıma yerleştirip okşarken artık yaşlarını tutamıyordu. Benimkiler de anında akmaya başlamıştı. Elimi güçlükle kaldırıp yanağına koydum, parmaklarımla yanağını okşarken, “Ölmeden önce yapmak istediğim çok şey var ama bir şey var ki…Onu şu an yapabilmeyi isterdim.”
“Peki nedir o?”
“Lydia, ben…Ömrüm boyunca hissetmediğim o hisleri içimde hissettim, hayatımda hiç okumadığım o kitaplarında tanık olduğum hisler, şu birkaç yıllık ömrümde bana en güzel günleri yaşattın. Bu dünyadan yok olup gitsem de başka bir yerde seni ve yaşattıklarını unutmayacağım. Kalbimin derinliklerinden kopan güçlü bir duygu ile sana şunu söylemeyi çok istiyorum, Aşık oldum ben. Evet, evet! Kesinlikle aşk bu. Sana aşık oldum ben. Her bir hareketine, bakmaya doyamadığım gözlerine, yumuşacık tenine, hiç öpemediğim o dudaklarına ve daha nicelerine…” Lydia karşımda ağlamasını durduramazken benim gözlerim iyice kurumuştu, artık yaş akmıyordu. Şimdi de boğazım kuruyordu ve sussuzluk hissim bir anda yükselmişti. “Aslında, ben de seni seviyorum Alex, çok seviyorum ama şu anda sen böyle dururken seni kurtaramıyor olmam canımı yakıyor.” Kollarını bedenime sararken alt dudağımı ısırdım. Ölmek istemiyordum, daha içimdeki duyguları yeni keşfederken, o güzel duyguların büyüsüyle kendimden geçerken yaşamak ve Lydia ile hayat kurmak istiyordum.
Francesco çiçeği alıp hemen gelir ve beni kurtarır sanmıştım fakat bir gün geçmişti ve ortalıkta yoktu. Benim durumumsa iyice kötüleşmişti. Artık görüşüm bulanıklaşıyordu, nefes alırken ciğerlerim ağrıyordu, tenimin rengi tuhaflaşmıştı ama bunlar canımı yakmıyordu, benim içimi en çok acıtan şey onun gözünün önünde yavaş yavaş yok oluyor olmamdı. Lydia her dakika yanımdaydı. Yemeden içmeden kesilmesini istemediğim için bir iki kelime ile ona yemek yemesini tembihliyordum. O da iştahı olmasa bile sırf beni üzmemek için atıştırıyordu.
Artık Francesco’nun yetişemeyeceğini, gelse bile iksiri yapana kadar bu dünyadan göçüp gideceğimi hisseder olmuştum. Aşırı umutsuzdum ve yavaş yavaş bilincim yok oluyordu. Ölmemek için cebelleşiyordum ama nafileydi. Lydia sürahiye su koymak için odadan gittiği dakikalarda kalbimde bir ağrı hissetmeye başlamıştım. Nefesim kesikleşiyordu ve boğuluyor gibi sesler çıkarıyordum. Lydia’nın odaya gelir gelmez sürahiyi yere düşürüp de yanıma geldiğini algılayabilmiştim en son. Siyahlığın içinde bir başımaydım, sonum gelmişti ve artık gücüm kalmamıştı. Boynumu eğip ölümü kabullendim ve kale gözüktü bir anda. Oraya gitmek için taş yola girdim, ama ilerledikçe karanlık artıyordu. Etrafımdaki ağaçlar bana doğru eğilip boynumu sıkmaya başladıklarında kurtulmak için cebelleşiyordum; fakat karanlık hızlı geldi.
Yorucu bir uykudan uyanmış bir şekilde açtım gözlerimi, nerede olduğumu algılamaya çalışırken Francesco’yu görmemle gözlerim parladı. “Alex!” Ağlamış mıydı o? Gözlerimi onun nemli gözlerinden çektim yavaşça. “Yaşıyorsun!” Nasıl yaşıyordum? Ölüp cennete geldim sanmıştım oysa! “Ne oldu?” Güçlükle çıkan sesim odada yayıldı. Lydia yatağa oturup elimi tuttu. “Ucu ucuna yetiştim, bitkiyi kaynatmıştım; bu yüzden Lydia’nın kanını katmam yetmişti. Onu sana içirdim, artık iyisin!” Gözleri dolmuş bir şekilde bana bakarken gülümsedim. “Şimdi ben yaşıyor muyum?” Sesim yorgun çıkmıştı.
“Evet, hatta turp gibisin!” Çok korkmuş olmalıydı ikisi de. Francesco’nun sabahları yanmış olduğu teninden belliydi, benim için dışarıda neler yaşadığını bilemesem de ona minnettardım.
Biraz uyuyup kendime gelmiştim. Yatakta doğrulunca bedenimin renginin değiştiğini ve kendimi öncekine göre daha canlı hissettiğimi fark ettim. Yüzümde kocaman bir gülümseme ile kalktım, kapıya ilerledim ve hızla çıktım. Aşağı inince Lydia ve Francesco’nun beraber yiyecek bir şeyler hazırladığını görmeyi beklemiyordum. İyi anlaşıyor gibiydiler. Francesco ona güvenmemiş, temkinli yaklaşmıştı ama şu anda bu manzarayı görmek…Bir saniye, bu his ne? Lydia’nın kitaplarında tanık olmuştum, yoksa ben…kafamı iki yana salladım. Saçmalama! Kıskanıyor olamazsın. Yanlarına ilerlediğimi ilk fark eden Lydia oldu. “Alex!’ Bana heyecanla seslenince Francesco da kafasını buraya çevirmişti. Lydia koşup yanıma geldi ve ellerimi tuttu, hızla yanaklarıma dokundu ve bir an duraksadı. “Gözlerin…”
“Ne, ne olmuş?!” Tedirgin sesimi duyunca kıkırdadı. “Sarı değiller artık, dur bir saniye ayna olacaktı!” Koşarak uzaklaşınca Francesco’ya çevirdim gözlerimi. “Sen de değişmişsin.” dememle sırıttı. “Nasıl? Beğendin mi arkadaşını?”
“Önemli olan o lanetten kurtulmamız.” Bana hak verdi. Lydia elinde ayna ile gelip önüme tutunca afalladım. Kendimi ilk defa aynada görüyordum. “Bir saniye, bu…ben miyim?” Lydia heyecanla onaylarken dudaklarım şaşkınlıkla aralanmıştı. Herkese normal gelebilirdim ama benim için bu mükkemmeldi çünkü ilk defa kendimi aynada görebilmiştim. Aynayı elime aldım ve nemli gözlerle bakmaya başladım. “Cidden duygulandı mı o şimdi?” Francesco’nun alaycı sesini umursamadan aynadaki beni okşamaya başladım. Açık kahverengi gözlerim ve kahverengi saçlarım vardı. Burnum, dudaklarım ve kaşlarıma bakarken Lydia aniden aynayı alınca şaşkın bir şekilde ona baktım. Aynayı tezgaha koydu ve yanıma geldi.
“Söylediklerini, hatırlıyor musun?” Kıkırdayarak, “Unutmadım ki!” dedim. “Ah! Yapmak istediğim bir şey daha var.” Kapıya koşturup açtım ve sıcak havanın yüzüme vurması ile, “Bir şeyleri bu kadar yoğun hissedebilmek harika!” dedim. Kendimi hemen dışarı attığım anda güneşten korkarak gölgeye geçtim. Bunu gören Lydia gülmeye başladı. “Bir süre içinde alışırsın.” Tedirgin bir şekilde adımımı güneşe attım, sonra da tüm bedenimi çıkardım. “Yanmıyorum, yanmıyorum!” Ben yerimde çocuk gibi zıplarken Francesco ve Lydia beni izliyordu. “Sen neden gelmiyorsun?” Francesco kafasını iki yana salladı. “Ben, sen uyurken merakımı giderdim.” Gözlerimi hemen meydana çevirdim. İnsanlar meydanda banklara oturmuşlar, çocuklar koşturuyorlardı. Hiçbir zaman tanık olmadığım çocuk sesleri, kuş sesleri ve içime kadar işlemiş sıcak havayla buluşmuş olan ben, çocuklar gibi mutluydum. İşte şimdi, gerçekten yaşadığımı hissediyordum.
İçeri geri girdiğimde Lydia ve Francesco’nun küçük yemek masasını hazırladığını fark edip onları izlemeye başladım. “Alex küçükken çok yaramazdı…” Benim hakkımda gülerek bir şeyler anlattığını duyduğumdaysa koşar adım yanlarına gittim. “Francesco!”
“Efendim?” deyip sırıttığı sırada kaşlarımı çattım. O kaşlarımı çatmamla ne demek istediğimi anlamış ve kıkırdamaya başlamıştı. “Alex, denemeni istediğim bir şey var.” Lydia’nın sesini duymamla gözlerimi ona çevirdim. İlk defa insanların yediklerinden tadacak olmanın verdiği heyecanla çarpıyordu kalbim. “Ne bu Lydia?” Lydia’nın tabaklara dilimleyip koyduğu yiyeceği izliyordum. “Elmalı turta yaptım, Francesco da yardımcı oldu.” Aniden gözlerim Francesco’ya döndü ve “Yakınlaşmışsınız iyice.” dedim. Sadece kıkırdadı. Lydia turta dilimi olan tabakları masaya yerleştirirken ben de hemen oturdum. Francesco ona yardımcı oluyordu ve içimdeki his beni rahatsız etmeye başlamıştı. “Çok güzel kokuyor!” İnsan olarak tadacağım ilk şey olacaktı ve yiyeceklerin tadını gerçekten çok merak ediyordum. Küçükken ağaçtan elma alıp da yemeye çalıştığımda tadını alamamıştım ve midem insan yiyeceklerini kabul etmediği için bulanmıştı, direk ağacın dibinde kusmuştum. O vakitler küçük olduğum için ne olduğunu anlayamamıştım ve başka besinleri de denemiştim. “Tadına baksana Alex, çok güzel!” Francesco turtasından birkaç parça alıp yerken ben gergin bir şekilde turtama bakıyordum. Tatmak istiyor olmama rağmen cesare tedemiyordum. Lydia’nın gözlerini üzerimde hissedince kafamı ona çevirdim. “Kendini yemeye hazır hissetmiyor musun?”
“Bu kadar hızlı değiştiğime inanmıyorum, birkaç gündür yaşadıklarım ve birkaç saat önce ölmek üzere olmam…şu an sadece dinlenmeye ihtiyacım var.”
“Nasıl istersen Alex, ben senin dilimini saklayacağım.” Lydia’ya gülümsedim hafifçe. Francesco turtasını yemeyi bırakıp “Çok güzel bir lezzeti kaçırdın.” dese de onu duymazdan gelip merdivenlere ilerlemek için ayağa kalktım.
Yatak odasına girince elimi mideme bastırdım. Aslında kendimi iyi hissetmiyordum, belki de daha yeni ölümden döndüğüm için böyleydim. Nedenini bilmediğim için korkuyordum. Yatağa doğru ilerleyeceğim sırada, camın yanındaki çalışma masasının üstünde bir kitap fark ettim. Yavaş adımlarla oraya ilerleyip kitabı elime aldım ve bir süre kapağında resmedilmiş birbirine aşık gibi duran kadınla erkeğe baktım. Yüzümde hafif bir gülümseme oluştu, içini açtım ve Lydia’nın kaldığı yeri inceledim. Gerçekten yaşıyor muydum? Yoksa her şey hayal miydi bilemiyordum. Şu anda kendimi gerçeklik duygumu kaybetmiş hissediyordum. Kitabı kapatıp sandalyeden tutundum. Kalbimde bir sızı hissetmiştim. “Alex, iyi misin? Endişelendim.” Lydia’nın sesini duymamla gözlerimi ona çevirdim. Benim için endişeleniyor olması, beni bu denli önemsemesi gerçekten çok hoşuma gidiyordu. Yanıma geldi, sandalyedeki elime elini koydu ve gözlerime çevirdi yeşil gözlerini. “Ben buradayım, yanındayım. Söylemek istediğin bir şey varsa söyle bana.”
“Ölmem de mi? İyiyim artık.” Hâla içimde o huzursuz hisle ve korkuyla cebelleşiyordum. Lydia’nın gözleri anında doldu, bundan birkaç gün önce Lydia’nın romantik olduğunu bile düşünmüyordum ama onunla zaman geçirdikçe ne kadar duygusal olduğunu anlamıştım. Hemen gözleri dolabiliyordu. Kollarını bedenime sardı ve “İyisin.” diye fısıldadı. Ben de onun bedenine ellerimi sardım.”Artık bedenin daha sıcak.” demesiyle ben de onun bedeninin sıcaklığını hissettiğimi fark ettim. Huzur veren bir sıcaklıktı. Bir süre sonra benden biraz uzaklaştı ve gülümsedi. Önüne gelen bir tutam saçı kulağının arkasına koyarken güneş yüzüne vuruyordu. “Seni öpebilir miyim?” dedim büyülenmiş bir sesle. Hafifçe güldü ve “Bunu sorman gerekmiyor,” dedi. Onu belinden tutup kendime çektim, bedenlerimiz tekrar birbirlerine değince içimde bir ateş yanmaya başlamıştı, önceden hissettiklerimden daha kuvvetli bir histi çünkü şu anda onun bedeninin ısısı da bedenimi kaplamıştı. Gözlerimi kapadım, dudaklarımı onunkilere temas ettirene kadar bu hayatta hiç tatmadığım o hissin ne kadar güzel olacağını tahmin bile edemediğimi fark ettim. Dudağının sıcaklığı bedenime yayılan değişik hissin öncüsü olmuştu. Ayrıca elimi koyduğum belinin, birbirine kavuşan dudaklarımızın, temas eden bedenlerimizin ve daha da ötesi, ruhlarımızın temasının aramızda oluşturduğu kıvılcımı da hissedebiliyordum. Ayrılmayı hiç istememe rağmen ondan uzaklaşınca yüzümde anın verdiği hoşnutluktan oluşmuş bir gülümseme vardı. “Bunlar sadece küçük bir temas ve masum bir öpücük olsa da içimde hissettiğim duyguyu tarif etmeye yetmezler Lydia. Senin de benimle aynı şeyleri hissettiğini ummak ve aşkının gerçekliğini hissetmek istiyorum.” Lydia’nın pembeleşmiş yanakları, çekingen bakışları ve gülümsemesi…Bu dünyada tanık olduğum için şükredeceğim güzel bir aşk şiiriydi sanki. “Çok basit olacak belki ama…” Masanın üstünde bulunan vazonun içindeki kırmızı güllerden birini aldım, elini tuttum ve önünde eğildim. Yavaşça elinin üstünü öpüp, “Lydia, sen hayatımı kurtardın, bana yeni bir hayat sundun; ömrümü seninle geçirmeyi bütün kalbimden diliyorum. Peki sen, ömrünü benimle geçirmeyi diler miydin?” Lydia bunu beklemediği için şaşkın bakışlarla bana bakarken dudaklarımdaki gülümsemem artmıştı. “Bilseydim sen o hâle gelmeden önce iksiri hazırlamak için ısrar ederdim. Alex lütfen önümde böyle eğilme, kalk. Ben o kadar da özel biri değilim ama sen hayatıma girdiğin andan beri bana hep sıcakkanlı yaklaştın…” Bir süre duraksadı, o sürede dediğini yapıp eğilmeyi bıraktım. “Ömrümü seninle geçirmeyi istiyorum, her bir dakikasını.” Ona aşk dolu gözlerle bakmaya başlamıştım, anın verdiği çocuksu heyecanla onu tuttuğum gibi kaldırıp etrafımda döndürürken “Dur, Alex!” diye bağırmaya başlamıştı ama duramazdım, şu an bir çocuk kadar mutluydum.
Birkaç ay geçti aradan, en sevdiğim mevsim olan kış geldi ve Lydia ile kışın Kalenin büyük bahçesinde küçük bir kutlamayla evlendik. Evlenme teklifi ettiğim gün Francesco’ya durumu anlattığımda bizim adımıza çok mutlu olduğunu söylemişti. Ben ise Lydia ile başlayacağım yeni hayatımın bana neler getireceğini merak ediyordum. Sevimli çocuklarımız olacaktı belki ya da burayı geride bırakıp başka bir yere taşınacaktık…Her ne olursa olsun onunla olacak olması beni büyülüyordu.
O gün, bir zamanlar vampirlerin yuvası olan o kaleye son kez uğramıştık, oraya veda ederken geçmişime ve küçük kendime de veda ediyorum gibi hissetmiştim, Francesco’nun da aynı şekilde hissettiğini yüzündeki ifadeden anlamıştım. Büyük büyük ninemin ruhunun yaşadığı kale etrafındaki sisin içinde, gecenin uğultusuyla sessizliğe ve yalnızlığa teslim edilmişti.
-SON-