Rönesans döneminin başat boyayıcılarından Caravaggio, kimine göre adı ağza alınmayacak tehlikeli bir serseri. Tekinsiz. Ancak kendisinin icat ettiği renklerle, içinde bulundukları kentlerin en dingin mekânları olan katedrallerinin duvarlarını o boyuyordu. Avluya doğru yürüdüğünde herkes kenara çekilir, işini bitirdiğinde onun ışık, gölge, gerilim ve yaşam dolu resimlerine bakmaktan kendini alıkoyamazdı. Yaşamı boyunca kendisine uygulanan sansür, onun için, boya kutularından birisi sadece. Fırçasını eğlenceyle karıştırıp durdu bu kutunun içinde, ölünceye değin. Bu kitap, ünlü İtalyan Sanat Tarihçisi Costantino D’Orazio’nun Rönesans dönemiyle, bu karakterle ilgili uzun yıllar süren araştırmalarının bir sonucu. Gizil ve güçlü bir çalışma. Caravaggio’nun, yapıtlarındaki göndermeleriyle oluşturduğu büyük bulmacayı, bir anlamda sürdürdüğü ayrıksı yaşamı, davranış biçimini ve bunların tamamının esrarını çözme eğilimi taşıyor. Göz kırpalım: Bu serseri, Barok anlayışın en önemli karakteriydi, dramatik ve karanlık bir eğilimi vardı. İtiraf edelim: Caravaggio’ya bugünden bakıldığında, kronoloji anlamını yitiriyor, sanatçı bu kadar büyük olduğunda yüzyıllar birbirine karışıyor. Şimdi soralım: Caravaggio sahi, hangi yüzyılda yaşıyor?” Caravaggio’nun Sırrı: Sanatın Gücü’nden okuma parçası yayımlıyoruz.
Sıra Dışı ve Obsesif Bir Kişilik
Caravaggio’nun tüm kariyer yaşamı tek bir amaç çerçevesinde özetlenebilir: ölümsüzlüğe ulaşmak. Ölümsüz olmak için ise güzel resim yapmayı bilmek yeterli değildir.
Bu amaç, çok geçmeden, onun için bir saplantıya dönüşür, işini, davranışlarını ve ilişkilerini şekillendirir. Bize onu anlatan döneminin belgelerinde, dağınık olarak bulunan tutarsız ve bir polisiye romanının ipuçları derecesinde çoğunlukla deşifre edilemeyen pek çok olay bunu ortaya koyuyor.
Annesi onu bir zanaatla uğraşmaya ilk kez teşvik ettiğinde, o yıllarda henüz on iki yaşında olan Caravaggio, tereddüt etmeksizin, sanatçı olmak istediğini söyler. Sanat, ölümden sonra da hayranlarının gözünde ve zihinlerinde yaşamanın bir yoludur. Merisi buna daha çok genç yaşlarında inanmaya başlar. Annesi, söylediğini hiç ikiletmez ve 1584 yılında onun için, Tiziano’nun öğrencisi olan Bergamalı ünlü ressam Simone Peterzano ile çıraklık anlaşması yapar. Doğrusu, genç ile öğretmeni arasındaki iş ilişkisine dair, elimize tek bir belge ulaşmamıştır ancak, güvenilmez olduğu oranda devrimsel olan buluşlarını ve dönüm noktalarını ortaya koyan yüzlerce varsayım ve yorum yazılmıştır. 2012 yılında kimi araştırmacılar, Peterzano’nun Milano Sfrorzesco Şatosu’nda korunan çizimleri arasında, gerçekte genç Caravaggio’ya ait yüzden fazla eskiz ve çalışmanın saklı olduğunu ortaya koymaya çalışmıştır: tam bir kandırmaca. Zira, o dönem ile ilgili, ilginç bir şekilde, sanatçının elinden çıkmış olduğunu gösteren tek bir parça kâğıt bile elimize ulaşmamıştır. Genç adamın ilgisinin neye odaklandığını, Duomo’nun gölgesindeki o atölyede hangi teknik araçları gerçekte kullanmayı öğrendiğini tam olarak bilemiyoruz.
Ancak o atölyede kazandığı tecrübenin, kişiliğinin şekillenmesinde ne denli etkili olduğunu tahmin edebilmekteyiz. “Renkleri harmanlama”, geçmişin büyük ustalarının resimlerini kopyalama, ışık ve gölge sanatını kullanmayı öğrenme ve benzer porteler çizmenin ötesinde, genç çırak, 1500’lü yılların büyük Venedikli ressamlarına ait maceraları, Tiziano’nun olağanüstü kariyeri, uluslararası başarıları ve Tintoretto ile rekabetini anlatan hikâyeleri az dinlememiştir. Tuvallerini Titiani alumnus adıyla imzalayan Peterzano, ona, Vecellio’nun Papa Leone X’un Roma davetini reddetmeye nasıl cüret ettiğini, memleketinde bir tanrı gibi göklere çıkarılırken Venetolu sanatçının, Raffaello ve Michelangelo ile rekabet etmek zorunda kalacağı Roma’ya gitmeyişini anlatarak Merisi’yi özendirmiştir. Tiziano’nun, Onlar Konseyi’ne yüce Giovanni Bellini yerine kendisinin, Venedik Cumhuriyeti’nin resmi ressamı olarak atanması için yaptığı küstah talepten bahsetmiştir. Tiziano’nun, Assunta (Meryem’in Göğe Yükselişi) adlı tablosunun ortaya çıkışının, 1518 yılında Santa Maria dei Frari’ye gidip gören müminler arasında koparttığı gürültünün betimlemesini dinlerken Merisi’nin hayretten ağzı açık kalmış olmalıdır ve Tintoretto’nun, en yaşlı rakibinin elinden Scuola Grande di San Rocco’nun tablolarını yapma işini almak için gösterdiği kurnazlığı kıskanmış olmalıdır. Genç çırak, birkaç yıl içerisinde kendisinin de bu denli yoğun coşkular yaşayacağını ve yapıtlarının aynı derecede “büyük bir ses” getireceğini elbette hayal bile edemezdi. Gelecekte Caravaggio’nun, gençlik yıllarının mitleriyle aynı gözüpek, istekli ve hırslı karakteri sergilediğini gösterecek pek çok olay yaşanacaktır. Peterzano’nun yanında gündüzlü geceli geçen yıllar, sanatın, yaşamında bir dönüm noktası yaratabileceğine ve ölümsüzlüğü elde etmek için bir araç olacağına onu ikna eder, tıpkı onun yaşadığı yüzyılda yaşayan büyük ustalarda olduğu gibi. Şimdilik, yaşıtı pek çok çırak ile paylaştığı bir hayaldir bu yalnızca. Ancak ressam adayı, tahmin edebileceğinden çok daha zor ve aldatmacalarla dolu bir yola koyulur.
Caravaggio’nun bu efsanevi Venedik hikâyelerindeki gerçeğe, Milanolu çırağın hemen ardından gidip, Laguna’da kalarak eliyle dokunmak istemiş olabileceği konusunu, günümüzde artık hiç kimse sorgulamıyor. Giorgione ve Tiziano’nun, Fondaco dei Tedeschi binasının ön cephesinde bulunan ünlü fresklerinden, Veronese’nin San Sebastiano Kilisesi’ndeki şaşkınlık yaratan perspektiflerine, Scuola Grandi di San Rocco’nun tavanında Tintoretto tarafından icat edilen olağanüstü ışık huzmelerine varıncaya dek, Venedik’te kazandığı deneyim, genç ressamın hafızasından çıkmayacak ve gelecekteki başyapıtlarının pek çoğunda kendini gösterecektir. Tecrübesiz Merisi’nin, salt yeteneğin bir kariyer oluşturmak için yeterli olmayacağını, kesin bir stratejinin de gerekli olduğunu anlaması, bu yolculuk sayesindedir. Olağanüstü bir tekniğin ötesinde, onda sıra dışı, kararlı bir kişilik olgunlaşır.
Sürekli Hareket Hâlinde Bir Ruh
Caravaggio’yu, Milano’dan Roma’ya gitmeye mecbur eden belki de bir kavga ya da cinayetle suçlanmasıdır. İlk gençlik yıllarından itibaren “kavgacı ve tuhaf” bir karakter olarak kendini gösterir: yaşı ilerledikçe ve kariyerinde güçlüklerle karşılaştıkça daha da huzursuz ve dengesiz bir kişiliğe dönüşür.
Roma’daki ilk yıllarında, kaldığı yerlerin izini süren bir yol haritası oluşturmak neredeyse imkânsızdır. Merisi, “adressiz ve hazırlıksız” biri olarak karşımıza çıkar. Sürekli ev değiştirir ve eli açık ev sahiplerinin hiçbiri ile rahat edemiyor gibidir. Yer değiştirmeleri, hemen hemen her zaman, iş durumunu daha iyiye götürme arzusu, kariyerine yeni bir yön verme ve fazladan birkaç takdir daha kazanmak istediği dönemlere rastlar. İlk evi, San Pietro’nun gölgesinin düştüğü Borgo Mahallesi’nde, Papa V. Sixtus’un kız kardeşi Camilla Peretti’nin kâhyası, Monsenyör Pandolfo Pucci’nin yanıdır. Bu konaklama ona Papalık Sarayı ile doğrudan iletişime geçme olanağı verir. Ya da en azından Merisi böyle olacağını ummaktadır. Ancak piskopostan, istediğini elde edemez ve çok geçmeden yanıldığını anlar: birtakım aşağılanmalara maruz kaldıktan ve “başlangıç, ana yemek ve tatlı” yerine hep salata yedikten sonra Pucci’yi, “pek memnun kalmamış” bir hâlde terk eder. Pandolfo, Merisi’yi sadece değersiz bir hizmetkâra dönüştüren öteki “işler”in yanı sıra, kendisi için “birebir kopyalar” yaptırmak üzere, genç ressamın elinden faydalanan küçük bir koleksiyoncu olarak dikkat çeker. Caravaggio bu şartlar altında yaşamaya uzun süre katlanamaz ve birkaç ay sonra elinde net bir alternatif planı olmadan piskoposun yanından ayrılır. Bir dizi sansasyonel ve ani gelişen değişikliklerin ilkini oluşturan bu taşınma, yakasını asla bırakmayacak olan o huzursuzluk hâlinin ilk belirtisidir. Hep daha fazla insan tarafından onaylanma ve zafere doğru ilerlerken yoluna çıkan bütün engellerden kurtulma arzusuyla hareket eder.
Birkaç yıl sonra ünlü Kardinal Francesco Maria del Monte’nin himayesi sayesinde kariyeri doğru yönde ilerliyor görünürken, Caravaggio, özünde ne denli vurdumduymaz biri olduğunu anlamamıza yardım eden bir harekette bulunur. Onun en güvenilir biyografi yazarlarından Giulio Mancini, bir gün bir rahibin, Kardinal del Monte’nin rezidansı Palazzo Madama’ya giderek Merisi’nin kardeşi olduğunu söylediğini anlatır. Rahip, sanatçıyla görüşmek istemektedir. Kardinal, ressamı yanına çağırır ve ona akrabasının olup olmadığını sorar, ancak Caravaggio onu, “Hayır, kimsem yok,” diye yanıtlar.
Kardinal, gelen rahibin basit bir dolandırıcı olduğuna inanacak biri değildir ve üç gün içinde ikisinin bir araya gelmesini sağlayan bir görüşme ayarlar. “Kardinalin, gitmesine izin vermediği rahip üç gün sonra tekrar geldi ve Kardinal, Michelangelo’yu çağırttı. O, kardeşini işaret ederek tanımadığını ve de onun kardeşi olmadığını söyledi. Bu konuşmadan duygulanan zavallı rahip, Kardinal’in huzurunda ona şöyle dedi: ‘Kardeşim, ben çok uzaktan yalnızca sizi görmeye geldim.’[…] Michelangelo bu yürek yakan sözcüklere ve sevgi ışıltısına tepki bile vermedi, iyi yürekli rahip, kardeşinden bir iyi yolculuklar dileği ve veda duymadan gitti.”
Bugün kesin olarak biliyoruz ki, Caravaggio’nun, aslında yaşları birbirlerine yakın bir kız ve bir erkek kardeşi vardı. Lombardiya’da çocukluğunu onlarla birlikte yaşamış, babalarının erken ölümüne göğüs germiş ve annelerinin ölümünden sonra onlara kalan aile mal varlığını idare etmek durumunda kalmıştı. Ancak genç Merisilerin arasındaki ilişkileri bozan nedenleri ve kavgaları bilemiyoruz, belki de mirasla ilgili sorunlar olmuştur. Yine de Caravaggio, Kardinal’inin nazarında “tuhaf” biri olarak görünmeyi göze alarak, Caravaggio, o rahibin akrabası olduğunu reddeder. Bu, onun için o anda sadece gereksiz bir bağ, olası sıkıntılar ve yersiz yardım talepleri kaynağıdır. Hayatında tertemiz bir sayfa açarak geçmişine sünger çekme ihtiyacı hisseder. Ressam, uzun bir süreden beri, sadece sanat ortamlarında bulunan ve onun mesleki projesini paylaşan kişilerle görüşmektedir artık. Tamamen kendi kariyerine odaklanır. İş arkadaşları; dekoratör Prospero Orsi, tüccar Costantino Spada, mimar Onorio Longhi ve ressam Orazio Gentileschi, aynı zamanda akşam yemeklerini birlikte yediği kişilerdir; arkadaşlarının evinde eğlenceli vakit geçirir, sokakta gereksiz tartışmalara girer ya da davalarda sorgulanır. 1675 yılında, Joachim von Sandrart onları, “nec spe, nec metu” yani “ümitsiz ve korkusuz” mottosunu benimseyen, ekseriyetle küstah ve gözü pek tipler, ressam ve silahşor arkadaş gençler olarak hatırlayacaktır. Belli ki gençlerin karakterinin abartılı olarak betimlenmesidir bu. Çünkü gerçekte o yıllara ait anlatılarda göründüklerinden çok daha ölçülü ve kararlı kişilerdir.
Caravaggio, pek çok kişi tarafından üşengeç biri olarak tasvir edilmesine rağmen, çevresinin, dikkatini dağıtmasına meydan vermediğini gösterir. Sürekli görüştüğü kadınlar sadece tablolarında kullandığı modellerdir aslen. Poz seansının sonunda onlarla biraz hoş vakit geçirir. Hiç kimse ile, eğer bu bir uşak değilse, birlikte yaşamamış ve evliliği asla, uzaktan yakından düşünmemiştir. Bunun nedeni homoseksüel olup olmaması değildir, zaten bu konuda ortada bir kanıt da yoktur. Bir eşin çeyizi sayesinde yaşamında elde edeceği denge, elbette yoksulluktan hemen kurtulmasını sağlayabilirdi ancak kariyerinde de ilerlemesini yavaşlatırdı. Ailesinin geçimini sağlamak için pek çok meslektaşının yaptığı gibi seri yapıtlar üretmeyi kabullenmek durumunda kalacaktı. Öyleyse yaşamında iniş çıkışlara katlanması ve onu resim tutkusundan uzaklaştırmayacak insanlarla etrafını kuşatması daha iyiydi.
“Monsenyör Salata”nın yanında kalarak edindiği kısa tecrübeden ve kimliği hâlen tespit edilmemiş bir hancının yanında geçirdiği toparlanma döneminden sonra, Merisi’nin, Roma sanat çevrelerinde yükselen bir yıldız olan Cavalier d’Arpino’nun hizmetine süratle geçmesi de rastlantısal değildir.