Sakalları beyaza davetiye çıkaran bir adam, gökyüzünün kızıllığa olan teslimiyetini arzularken ahşap bankın nemli dokunuşlarını umursamıyordu. Derya, üzerine ipekten bir çarşaf örtmüşken mavi olan öylesine sadeydi ki hiç bu kadar anlamlı gözükmemişti yorgun bakan gözlerine. Aslında tıpkı bir fotoğraf karesi gibiydi sadelik; hareketsiz ve ifadesi olan. Ancak hareketsizlik durağanlık demek değildir. Hareketsiz olan, keşif etme içgüdüsünü içimizde doğuran meraklı bir yaklaşımdır.
Her şey aslında biraz da doğa gibi olsaydı keşke. Gösterişten uzak, şık ve sade. Bu üç kavramın dışında birazda samimi… Uçsuz bucaksız ovalar, yem yeşil platolar ve ufuk çizgisine meydan okuyan bir deniz. Gözlerini kapatsa tüm insanlık sadece doğanın seslenişine kulak verse, kuşların aralarında konuştuğu o cilveli sözleri duyabilse, üstelik süslü cümlelerde tercih etmiyorlar. Dilleri öylesine sade ve anlaşılır ki… O yüzdendir ki dinleyen herkesin kulağına hoş gelir bir ispinozun tek kişilik senfonisi. Renklerin kahverengiye âşıkolduğu bir sonbahar ayında her iki yanı çınar ağaçlarıyla kaplı emektar bir cadde de gezindiğinde adımını attığın her karodan, paçalarına sıçrayan çamurlu suya aldırış etmeyerek yürümeye devam ettiğin zamanlarda sonbaharın karmaşık renkleri tüm sadeliğiyle gözlerine görsel bir şölen sunarken hiç mi şiir yazası gelmez insanın? Sevmen için yanına yaklaşan bir köpeğin masum gözleriyle sana baktığı ve karşılıksız olarak sevginin en sade halini talep ettiği o an hangi duyguya tercih edilir? Beyaz çığlıkların her yerde kol gezdiği bir Ocak ayında sobanın üzerinde kaynayan suyun çıkardığı fokurtu sesi en pahalı orkestrayı dinliyor olmayı arzulatır mı insana? İşte sadelik bu yüzden son derece masrafsız bir olgudur. İnsanın zihninde maddeye yüklediğin anlamdır. Varoluş gereği her şey bireye sunulmuştur ve karışıklığında görebildiğini anlamlandırması ve yorumlayabilmesi istenilmiştir. Çünkü güzel olan güzel bakanda değerlidir. Sadelik aslında netlik değildir, görülende bir anlam arayışıdır. Bazen barok bir tabloda hiç tanımadığımız ama çerçevede gördüğümüz uzun saçlı bir kadın gösterişten uzak ve yalnızca üşüdüğü için üzerine giyindiği mavi elbisesinin sonraki dönem ressamlarına ilham olacağını bilseydi ya da üzerinde hiç bir şey olmayan Venüsün tüm sadeliğiyle istiridye kabuğunun ardından bizlere seslendiği o vakit evrensel olacak bir sanat anlayışının zeminini oluşturduğunun farkında olsaydı ne gibi hisler yaşardı? Çağımızın hastalığı olan gösteriş günümüzde sade olanı öteleştirilirken asıl değerli olan yalnızca amacına hizmet eden mavi bir elbise ve istiridye kabuğunda saklı olandır.
Sadeleşmeyi nesne ile olan ilişkisi bakımından yani somut bir kavram olarak ele aldığımızda ise bireyin tercih ettiği olgular karşısında diğer insanlar ne düşünür sorusuna kendini maruz bırakmamasıdır aslında. Gerçekten ihtiyacın olmayan gösterişli eşyalar tercih ediyor olmak, bireyin kendine yetebilecek olanı değil de her zaman daha iyisini isteme hırsı ve istediğini elde ettiğinde o her ney ise yetinmeyi başaramayıp daha iyilerine göz koymak aslında bu kısacık hayatta sonu olmayan yorucu bir uğraştır. Sadelik tıpkı somut nesnelerin görselliği kadar ruhen de insanı rahatlatan bir kavramdır. Çok sade ve anlamlı cümleler deriz ya da öylesine saf ve temiz bakıyor ki onunla çok huzurluyum… insan kendi zihninde sadelik kavramını ilke edindiğinde aslında dünyaya olan bakış açısı da değişiyor. Daha minimal ve ulaşabildiği nesne ve kavramlarla yetinmeyi bilip mutlu olabiliyor. Mutluluğunu sürekli beklentilerle meşgul edip gölgelemiyor. Onun için mutluluk bazen huzurlu bir koltukta uyumak, hoş sohbetlerin yer aldığı bir semt pazarında samimiyetle içilen bir kaç bardak çay, derme çatma bir evin damında yıldızlı bir gökyüzünün görsel şölenini izlemek… sadeliğin güzel hisler uyandıran tablosudur aslında. Sadelik elit bir kavram olmakla birlikte her yönden bireyin gelişmişlik halidir. Başkalarınca aslında yeni gelenekçi bir yaklaşımla aktarılmaya çalışılan türlü saplantılar kişinin özgür iradesini yok saymaya çalışmaktır ve sade olana müdahaledir. Maruz kalınan bu müdahaleler neticesinde kişi bir tepki eğilimi içerisine girmezse sadelik kavramı, parmaklıkları olmayan bir hapishanede tutamağının başkalarının elinde olduğu görünmez zincirlere bağlı kalır. Bu zincirlerden kurtulabilmenin anahtarı ise İnsanlığın en eski ve temel duygularını hissetmek, benimsemek ve aktarmaktır. Dolayısıyla sadelik nesneler üzerinde anlam bulmadan önce insanın en temel yani gösterişsiz ancak anlam yüklü duygularının içinde var olması gerekir. Böylece yapacağımız tercihlerin geri dönütleri mutlu hisler uyandıracak ve evrende yerini bulacaktır. Son olarak Türk tarihçisi, akademisyen, yazar sayın İlber Ortaylı’nınsöylemiş olduğu bir sözle cümlelerimi bitirmek istiyorum: “Gösteriş ve şatafat cahillikten kaynaklanan aşağılık kompleksini örtme çabasıdır.” Derin anlam içeren bu cümle aslında yaşamımızın her döneminde kılavuzumuz niteliğinde olan ve gelecek nesiller için miras niteliği taşıyan bir içeriğe sahiptir. Fazlalıklardan, ihtiyacımız dışında bizi meşgul eden her şeyden, lazım olmayan kalabalıktan kurtulmak için minimalizm felsefesini ilke edinmeliyiz. Bizler bu uğraşla meşgul oldukça göreceğiz ki sadeleşiyor, hafifliyor ve etrafımızdaki yorucu ilerleyişten sıyrılıyoruz. Dolayısıyla mutlu oluyoruz. Bu sebeple minimalist düşünceler edinmeyi denemekten korkmayın ve sade olan ile mutluluğun kapılarını aralayın.