Gözlerim uzağa dalmıştı, dışarı bakıyordum lakin gördüğüm dışarısı değildi; içime açılan bir pencere vardı sanki… Dışarı da baksam gözüm içeriye dalıyordu. Çıkarmak mümkün değildi kendimi o penceresi olan kuyudan. İç kuyumdan….
Daldıkça dalıyordum her bir yıl. Her bir hafta. Hüzünlü, çarpıcı, sarsıcı ve çokça ağrılı… Nefes almak için dalıyordum, boğulmamak için dalıyordum, nefessiz kalınca da dalıyor, ölecek kadar darlandığımda da dalıyordum. Penceremi bir ben görebildiğim için insanlar benim onlara üstten baktığımı sanıyorlardı o anlarda. Çünkü söyledikleri şeyleri duyamayacak kadar dalmış olabiliyordum…
Burnumun hokka gibi oluşu da eklenince sanıyorum o soğuk görünüş ile birlikte bir antipati gelişiyordu kişilerde…
Ama ben bir çözüm bulabildim yıllar yılı içerisinde… Her yerde her an açmaya meyilli olduğum penceremi sadece yalnızlığımda açmaya karar verdim. Kalabalık anlarda sıkı sıkı kapalı tutuyordum penceremi, karşıdan gördükleri gülümseyen ve ilgili bir kadın oluyordu böylece…. psikolojik olarak normal gözükmek meğer çok mühimmiş toplumsal ilişkilerde…
Büyüdükçe çok şey öğreniyor insan.
Pencerelerini kapattığında maskelerin üşüşmesi nefsine, kendi sahteliğinde kaybolacak olman gibi kendine yabancılaştığın anlara da şahit olabiliyorsun mesela…
En çok ruh rahatsız oluyor bundan, Rabbine en yakın tarafın sızlıyor, aç pencereni diyor…
Aç ki ruhun nefes alsın…