Hayatımızdaki en büyük farkındalıklar, gözle gördüklerimiz değil; kalbimizle hissettiklerimizdir. Çünkü insanın ruhunu en çok kıran şeyler, duyguların arkasına gizlenmiş küçük davranışlardır. İnsan ruhu incedir ve her ruhun incineceği bir sınır çizgisi vardır. Bu çizgiler zamanla, yaşadıkça belirir. Çizgisi olmayan bir insan, ruhsuz bir varlığa benzer.
Hayatımızdaki en güzel şeyler de o çizgilerden geçer. Çünkü bizi en çok mutlu edenleri çizgilerimize saklarız, oradan da yüreğimizin derinliklerine gizleriz. Bu saklayış, çoğu zaman insanların vereceği tepkilerden duyduğumuz korkudan doğar.
İnsan, hep bir yere ya da bir şeye ait olma arzusundadır; bu, ruhumuzun taşıdığı bir eksikliktir. Her yere ait olmaya çalışanlar da vardır, hiçbir yere ait olamayanlar da. Fakat bir yere ait olamayanlar çoğunlukla dışlanır. Oysa herkes dünyaya farklı bir pencereden bakar; çünkü Tanrı herkese farklı bir göz vermiştir. Tanrı bizi sınıflandırmazken, biz insanlar neden kendimizi sınıflandırıyoruz? Hangi hakla yapıyoruz bunu? Bu sorgulama bana hep saçma geldi… Ve ben bunun farkındaydım.
İnsanların anlamadığı bir gerçek daha var: *”Her insan vicdanını farklı şekillerde rahatlatır.”* Ve bunu anlayabilmenin en doğru yolu, kişinin vicdanıyla yaptığı davranışlara saygı duymaktan geçer