“Michelangelo, Raffaello ve Botecelli’nin eserlerinde ortak olan dikkat çekici bazı
şeyler var. Fark ettin mi resimlerde ısı yok, üşüyen ya da terlemiş tek bir karakter yok, her
zaman bahar sanki. Mesela ellerde gerginlik yok, eşyaları en sert şekilde kavradıklarında bile
ellerle eşya arasında hava var gibi. Bilekler yumuşakça bükülü. Bilmiyorum bana ortak bir
savaşılmayan var gibi geliyor. Nasıl desem, karakterlerin yüzlerinde yorgunluk; uzun süre
beklemekten sıkıntıdan bile kurtulmuş gibi huzurlu duruyorlar. Yani tam olması gerekenin
oluyor olmasının verdiği bir rahatlık var. Suratlarda merak göremezsin, bir tanesinde bile.
Herkes izliyor, aynı şeylerin aynı şekilde tekrar tekrar olmasını. Yer çekimi güçsüz,
resimlerde ağırlık yok, karakterlere hafiflik vermiş bu. Sevilmeye hazır kedi gibiler. Ve yüzler
temiz, henüz büyük acılar suratlarına ya da bedenlerine bulaşmamış. Avuçların tutmaması,
şaşıran bir tek suratın bile olmaması. Yerçekimini resimlere mücadele edilmesi gereken bir
kural olarak koymayış, mevsimsizlik, bu ortak savaşılmayan kadercilik olmalı. Tabi ki
eserlerde dinin büyük etkisi var, zaten oradan bir çıkarım yapacağım. Son olarak bir olay ne
kadar acı verici olursa olsun tasvirler trajik durmuyor. Yani bir olayın trajik olabilmesi için
özgür olunması gerek. Pat diye özgürlüğe bağlayınca olmadı tabi.”
Telefonu elime alıp Caravaggio’nun eserlerini açtım.
“ Bak, elleri görüyor musun, saçların arasına nasıl karışmış, ısrar ediyor. Bir de
cinayetin işlendiği her resimde parmakların arasından saçlar fışkırıyor. Karakterlerin olayların
içinde, öncülleri gibi suratlar kırışıksız ve duru değil; olayları bir ayna gibi yansıtıyorlar. Bu
suratlar ve bedenlerindeki sertleşme, bileklerdeki bükülme yok artık. Ve bedenler daha ağır.
Figürler gökyüzünden yeryüzüne inme aşamasında. Bir önceki dönemin etkileri bolca
görülebilse de aradaki benzer farklılıklar bir şey anlatıyor. Resimler dini alandan çıktıkça
yüzlerdeki şaşkınlık artıyor, özgür olmanın koşulu olarak şunu öne sürebilir miyim, özgürlük
ne yapacağını bilmemektir. Ne yapacağını bilmeyen ne olacağını da bilmemektir, yani artık
seçimleri bilinmezi şekillendirebilir. Sonu önceden hazırlanmış bir geleceği nasıl inşa
edebilirlerdi ki? Olacak olan şimdiden belliyse seçimlerinin bir şey değiştirmeyeceğini bilen
karakterler resmedilen olaylara neden tepki versin? Tepkileri neye yarar, olacak olan sandıkta
bozulmadan bekliyorken. Bilemiyorum kafam karışık demiştim. Resimlerdeki suratlara
takmış durumdayım. Bunla alakalı mı bilmiyorum, Repin’in Onu Beklemiyorlardı tablosunun
bana bu kadar çarpıcı gelmesinin sebebi, içeriye giren adam, muhtemelen ayağa kalkan
kadının oğlu, tabloya resmedilmemiş bir olayı suratında taşır. Tablonun şimdiki zamanında
bizi etkileyen her şey geçmiştedir. Bu resim zamansaldır, zaman figürlerin suratındadır.
İçeriye giren yüzünün bir yanı karanlıkta kalan adamın kendisiyle birlikte taşıdığı korkunç
anılar diğer karakterlere bulaşmıştır. Hatta annesi ilk anda bir ölü görmüş gibi ona
sarılamamıştır. Çünkü annesiyle arasına sürgünde yaşadığı korkunç günler girmiştir. Ve Repin
bunların hepsini olayın kendisini resmetmeden yapmıştır. Repin bu eserde karakterlerin
yüzüne zamanı çizmiştir, kapıdaki hizmetçi ve annesi adamı hatırlamıştır ama masada oturan
çocukların içeriye girenin kim olduğunu anlamaya çalışan meraklı bakışları, adamın ne kadar
uzun zamandır kürek mahkûmu olduğunu ele verir. Şimdi anladım nasıl bir bağ kurduğumu.
Erken Rönesans’tan beri adım adım suratlara ilk tablolardaki diğer eşyalar gibi sadece genel
olayı anlatmak için çizilmiştir. Hemen sonrasında bu suratlar olaya dâhil olmuşlardır,
ilerleyen süreçlerde suratlar olaydan daha çarpıcı hale gelmiştir. Ve anılar çizilmeye
başlanmıştır. Tabi teknik ve malzemenin gelişmesi ayrıntı çizmede kolaylıklar sağlamıştır, ona
bir lafım yok. Ama sonu nereye vardı peki? Picassolara… Bırak anıların olayların suratlara
çizilmesi, suratlar bile çizilemez olmuştur. Çünkü ressamlar anılarını taşıyan insanlar
göremez, tanıdık yüzleri bulamaz olmuştur. Ne aynada ne etrafında anlamlı bir surat
kalmamıştır. İnsan suratı moloz taşıyan bir el arabasına dönmüştür. Yani Barok Dönem’e
tragedyanın tekrardan doğuşu, 20. yüzyıldaki birçok akıma da batışı diyelim mi? Antik tiyatro oyunlarını romanın atası kabul edersek büyük hikâyelerin batışı. Bilmem bir yanımda
insan keman ve piyano gibi imkânlarını tüketti diyor. Büyük besteler klasik dönemdeydi.
Çünkü enstrümanlar doğurgandı, aynı hikâyelerde olduğu gibi. Belki de başka bir gün
doğumudur şimdi.”