Romalı ozan Ovidius (MÖ 43 – MS 18) ‘Başkalaşımlar’ başlıklı yapıtının 4. kitabında yer verdiği bu aşk öyküsünü yapıtının mitolojik kahramanlarından olan üç kız kardeşin birbirlerine anlattığı öykülerden biri olarak sunuyor bize.
Babaları Boeotia kralı Minyas’ın isminden dolayı Minyades grup ismiyle bilinen kız kardeşler oturdukları Thebai’de kutlanmakta olan Bacchus / Dionysos festivalini önemsemeyip evlerinde kalmayı yeğlerken dışarıdan gelen kaval, tef ve zil seslerine aldırmaksızın iplik eğirme, dokuma ve nakış işleriyle zaman geçirmeyi, bu arada işlerinin getirdiğini yorgunluğu söyleşerek ve sırayla sunacakları anlatılarla hafifletmeyi uygun görürler. Kent kadınlarının festival alanına akın etmesini umursamazlar, içleri rahattır, çünkü uğraşlarını oluşturan el işlerini koruması altında tutan daha üstün bir tanrısal varlığın, yani Athena’nın gönlünü hoş ettiklerinden emindirler. (Ovidius burada Athena’nın Dionysos’a üstünlüğünü vurgulamaktadır.)
Anlaştıkları üzere kız kardeşlerden biri seçtiği öyküyü, Doğu’nun en yakışıklı erkeği Pyramus ile en güzel kızı Thisbe’nin trajik öyküsünü anlatmaya başlar.
Pyramus ile Thisbe Babil’de, kraliçe Semiramis’in tuğla duvarlarla çevrelediği söylenen büyük kentinde aileleriyle birlikte bitişik evlerde yaşamaktadır. Bitişikliğin getirdiği bu fiziksel yakınlık tanışıklıklarını, ruhsal yakınlaşma yolunda ilk adımlarını atmalarını sağlar. Zamanla sevgileri koyulaşır, bakışlarla ve işaret diliyle iletişim kurdukları, yani uzaktan yaşanan bir aşktır onlarınki. Evlilik bağıyla birleşmeyi istemişler ama babaları evlenmelerine engel olmuştur. (Yazar neden belirtmiyor.) Buna karşı çıkamayan sevgililer için için yanıp tutuşur, derin bir özlem içinde kalırlar. Bu yüzden işaret ve bakışlarla yetinmek zorunda kalmayıp birbirlerine olan sevgilerini hiç olmazsa sözcüklerle de iletmek için bir yol bulduklarında çok sevinirler. Bitişik olan evlerinin ortak duvarında eskiden kalma, evin yapımı sırasında oluşmuş, yıllar boyu hiç kimsenin dikkatini çekmemiş bir çatlak bulunduğunu fark ederler. El ayak çekildiğinde genç âşıklar bu çatlağın başına gelip nefesleri birbirine karışırcasına fısıldaşarak konuşur, özlem gidermeye çalışırlar. Birbirlerini ayırdığı için eskiden acımasız gördükleri duvara böyle bir geçit verdiği için artık teşekkür borçlu olduklarını duyumsarlar. Yine de sık sık söylenirler ona: “Kıskanç duvar! Neden âşıkların arasına giriyorsun? Bedenlerimizin buluşmasına izin verseydin senin için çok güç mü olurdu? Bu çok geldiyse hiç olmazsa öpücüklerimize geçit verecek kadar açılamaz mıydın? Yine de biz âşıkların kulaklarına giden sözlere yol verdiğin için teşekkür ederiz sana.”
Zamanla genç âşıklar, arada seslerini iletebildikleri bir geçit olsa bile bir duvarın iki yanında buluşmanın aşk ateşini söndürmeye yetmediğini anladıklarında duvarı aradan kaldırıp yüz yüze, evlerinin dışında buluşmaya karar verirler. Bir gece kimseye görünmeden evlerinden çıkıp belirli bir yerde buluşmak için sözleşirler ve duvardaki geçidin belki de son kez ilettiği birer öpücük de bu sözleşmeyi onaylar. Sözleştikleri buluşma yeri kent kırsalında Semiramis’in göçmüş kocası Ninus için yaptırdığı mezarın yanındaki heybetli beyaz dut ağacının altıdır. Geceyi sabırsızlıkla beklerler.
Evden gizlice ayrılmayı beceriyle başaran Thisbe buluşma yerine Pyramus’tan önce gelir. Oturup beklemeye başlar. Yakındaki soğuk sulu pınarın dibinden kök alan ağacın kar beyazı dutları ay ışığını yansıtarak çevreyi aydınlatıyor gibidir. Sessizlik içindeki çalılıklardan gelen bir hışırtı duyduğunda sevdiceğini görme heyecanıyla doğrulan Thisbe’nin heyecanı korkuya dönüşür. Gelen bir aslandır. Thisbe hemen uzaklaşıp kayalık bir girintiye saklanır. Aslan pınardan su içip ayrılırken yerde gördüğü bir kumaş parçasını dişleriyle yırttıktan sonra dönüp ormana doğru uzaklaşır. Yırttığı şey Thisbe’nin kaçarken düşürdüğü başörtüsüdür. Gece avından dönen aslan çenelerinden sızan kandan bulaştırmıştır ona.
Thisbe saklandığı yerde korkuyla beklerken Pyramus pınarın başına gelir. Yolda aslanın ayak izlerini görmüş, korkuya kapılmıştır. Yerdeki kanlı başörtüsünü görünce aklı başından gider. Kendini suçlayarak dövünmeye başlar: “Gece iki âşığın ölümüne tanık olacak. Ey talihsiz kız! Benim yüzümden can verdin, tehlikelerle dolu bu yere gece vakti gelmeni istedim ama senden önce gelmeyi beceremedim. Ey aslanlar! Gelin de parçalayın bedenimi. Fakat ölümü başkasının elinden beklemek ancak bir korkağa yakışır.”
Pyramus yerden Thisbe’nin örtüsünü alır ve buluşmak için sözleştikleri ağacın altına gider. Orada örtüyü öpüp kokladıktan sonra belindeki kınından kılıcını çeker ve “Benim kanımdan da al” diye bağırırken karnına saplar. Sırtüstü düşer, fışkıran kanı dut ağacının alt dallarındaki yemişlere sıçrayıp kökünü sularken beyaz dutların rengi önce kan kırmızısına dönüşür, giderek koyulaşır.
Thisbe aslanın korkusu ile sevdiceğini bekletme endişesi arasında bocalayarak gizlendiği yerden yavaş yavaş çıkıp ağaca yaklaştığında şaşırır. Yerin ve ağacın değişmiş görünümü kuşkuya düşürür onu; doğru yere gelip gelmediği düşünür, duraksar. Sonra ağacın dibindeki kanlı toprağın ve üzerindeki kımıltının ayırdına varır. Yaklaşır ve tanıyınca sevgilisinin üzerine atar kendini, onu kucaklar, ılıklığını yitirmeye başlayan yüzünü öpücüklere boğar, seslenir ona: “Pyramus, bak, benim, Thisbe sesleniyor sana. Seni benden ayıran nedir? Duy beni, yüzünü benden yana çevir.” Pyramus bu seslenişi duyar, sevdiceğini görür, fakat ölümün yüküyle ağırlaşan gözlerini son kez açar ve kapar.
O anda Thisbe kana bulanmış örtüsünü görür, boş kılıç kınını da. Gözyaşları içinde konuşur: “Zavallı sevgilim, aşk ve kendi elin seni canından etti, ama benim elim de aşkım da senin peşinden gelecek kadar güçlüdür. Senin ölümünün uğursuz bir nedeni olarak değil, aynı zamanda yoldaşı olarak anılmak isterim. Sadece ölüm ayırabilirdi seni benden, ama bu ayrılıkta yalnız kalmayacaksın. Dileyelim ki zavallı anne-babalarımız ölümün birleştirdiği bu yerde bizi aynı mezara koymayı çok görmesinler. Ve sen, ey ağaç! Şimdi bir iken az sonra ikincisinin cansız bedenini gölgeleyecek olan sen, ölümlerimizin anısını saklı tut; meyvelerin her zaman koyu, yas renginden olsun, birbirine karışan kanlarımızdan işaretler taşısın.”
Thisbe sözlerini bitirince yerden aldığı, hâlâ sevdiceğinin ılık kanını taşıyan kılıcı göğsünde dikleştirip üzerine bırakır bedenini.
Thisbe’nin sözleri ve dilekleri tanrıları bile derinden etkiledi. Aileleri talihsiz âşıkların cenaze ateşlerinden kalan külleri aynı kaba koydular. Dut ağacının meyveleri de olgunlaştıklarında koyu kırmızı renge bürünür oldu.