Alarm çaldı. Sanki biri kulağıma megafon dayamıştı…
Gözlerimi araladığımda ilk gördüğüm, dünden kalma kahve kupası, içinde hâlâ yarım bir yudum. Şarj kablosu yerde yılan gibi kıvrılmış, laptop çantam kapının dibinde unutulmuştu.
Pijamamı çıkarıp koltuğun arkasına fırlattım. “Handan şimdi görse, gözleriyle beni çivilerdi.”
Bu bana göre düzendi. “Yaratıcı zihin kaosu” dediğim şeydi. Handan’a göre ise tam bir felaket senaryosu.
Dolaptan Handan’ın mis gibi ütülediği gömleği aldım. Henüz asılıyken bile dümdüzdü. Benim aceleci ellerimdeyse, iki saniyede tokat yemiş gibi buruştu. “Harika… Daha toplantı başlamadan imaj kaybı.”
Kravatı bağlarken gömleğin düğmesini yanlış iliklediğimi fark ettim. “Of, Cem… CEO’sun diyoruz ya!” Tekrar çözüp düzelttim.
Yatak odasından çıkarken salonun ortasındaki sehpanın üzerinde kumanda, birkaç dergi ve boş çay bardağı gözüme takıldı. “Tamam… Handan’dan önce kaldıracağım.”
Mutfaktan gelen çatal bıçak sesleriyle birlikte taze salatalık kokusu burnuma doldu. Kapının eşiğinde durup izledim: Tezgâh pırıl pırıl, baharat kavanozları boy sırasına dizilmiş, salatalıklar milimetrik kesiliyor. Handan, başını eğmiş, bıçağı askeri bir disiplinle indirip kaldırıyordu. Sanki “MasterChef” finalindeydi. Aşığım bu kadına; içimden dolup taşan bir sevgiyle.
Arkadan sessizce yaklaştım, beline sarıldım.
“Ben geldim, mutfağın CEO’su,” diye fısıldadım kulağına.
Başını çevirmeden gülümsedi.
“Havalı çocuk… Nereye böyle, yakışıklı?”
“İşe, nereye olacak? Koskoca şirketin CEO’su olmak kolay mı?” dedim kasılarak.
Bıçağı masaya bırakıp yarım dönerek kaşlarını kaldırdı.
“Cemciğim… Bu hafta ofis dediğin yer, salonun köşesi değil miydi? Yoksa sabah yürüyüşüne mi takım elbiseyle gidiyorsun?”
Hop! Beynim adeta “error” verdi.
“Doğru ya…” dedim, kendi kendime. O an tüm kasıntılığım buhar oldu.
Pantolonu üzerimden fırlatıp Spider-Man desenli şortumu geçirdim. Handan göz ucuyla şöyle bir baktı; bakışlarında “Bu şortla mı toplantıya çıkacaksın?” yazıyordu. Tam cevap verecekken kızım fırladı, bukleli saçları elektriklenmiş gibi havada, gözleri ışıl ışıl:
“Babacığım! Süpermen’im!”
Diz çöktüm, yumruğumu uzattım. Yumruk tokuşturduk ve kahramanlık yemini ettik.
“Havalı babacığım!” dedi, yanağıma kocaman bir öpücük kondurdu, boynuma sıkıca sarıldı.
Kahvaltı sofrası: omlet, reçel, çay… ve biraz da Süpermen. Handan’ın titiz mutfağında, benim kırıntılı sandalyemde. Bir CEO’nun değil, bir kahramanın menüsü.
09.58. “Ofise” geçtim; yani salonun köşesindeki IKEA masama. Arkamda kızımın pembe oyuncağı koltuğun üstünde oturuyordu; sanırım toplantıda bana eşlik edecekti.
Laptop açıldı, Zoom linki hazırdı. Kameraya bakış: ciddi, net, tam bir CEO ifadesi.
Kamera açılır açılmaz ekranda on ayrı kutucuk belirdi. On ayrı surat, tek bir ortak payda: ciddiyet.
Sol üst köşede Nermin Hanım… Gözlüğü burnunun ucunda, kaşları çatık. Sanki biri ona, “Gülersen hisseler düşer,” demiş.
Hemen yanında Orhan Bey; yüzünde o meşhur “Ben dinliyorum” ifadesi. Ama eminim o da benim gibi gömlek-şort kombinindeydi.
Ortada Tarık Bey; kulaklığı takılı, sesi tok, kelimeler yavaş yavaş dökülüyordu:
“Sürdürülebilirlik vizyonumuz çerçevesinde… dijitalleşme süreçlerimizi hızlandırmalıyız…”
Acaba o da benim gibi oğluyla kahvaltı etmiş midir?
Ekranın alt satırında iki stajyer… Biri dudaklarını kemiriyor, diğeri kalemiyle oynuyordu.
Kameraların arkası tahminimce daha da renkliydi: pijama altı, tost yapanlar, kucağında kedi besleyenler…
Ama kamera önünde… buz gibi suratlar.
Ben de onlardan biriydim. “CEO ciddiyeti” takınmıştım; çenem hafif önde, kaşlarım milim kalkık.
Tarık Bey konuşmaya devam ediyor ama kelimeler bana uğramadan geçiyordu.
Hafta sonu pikniğe çıksak… termos çay, lahana sarma… Kızım uçurtmayı getirir, “Uçurtma uçuralım babacığım!” derse… var ya, direkt bulutlara taşınırım.
Orhan Bey sözü aldı:
“Tarık Bey, bu hafta dijitalleşme süreçlerimizi hızlandıracağız…”
O ipi birlikte çekeriz. “Daha yukarı uçsun baba!” derse, ipi gökyüzüne bağlarım, kendim de çıkarım peşinden.
Sessizlik… Sadece klavye tıkırtısı ve Tarık Bey’in mikrofondan gelen nefes cızırtısı. Dudaklarımı ısırdım. Sakın gülme Cem.
Ve o anda kapı aralandı.
“Baba! Bebeğimin kolu kırıldı!” Dudakları şişmiş, gözleri sulanmıştı.
Refleksle ayağa fırladım. Kamerayı kapattığımı sanıyordum:
“Ver bakalım minnoşu buraya…”
O da ne! Kahkahalar patladı. Ekran, adeta bir stand-up sahnesine dönmüştü.
Meğer kameram açık kalmış. Spider-Man şortum, üzerinde fosforlu “POW!” yazısıyla, full HD yayındaydı. Popom, Nermin Hanım’ın ekranında…
Nefesim yarıda kesildi. Gözlerim kocaman açıldı, ellerim oyuncağın kolunda kilitlendi. Pembe oyuncak bile bana bakıyor gibiydi.
Helal sana Cem! Kravat yukarıda, kahraman aşağıda.
Dış sesim: “Eee… kızım çok seviyor da… onun için giymiştim.”
Orhan gülmekten mikrofonunu kapatmış, Nermin Hanım ise gülümsedi. Evet, bildiğin gülümsedi! Kadın gülmeyi bilmiyordu, öyle şaşkına dönmüştü.
Toplantı oracıkta bitti. Bebeğin kolunu taktım, kızıma gururla verdim:
“Kahramanlar işini yarım bırakmaz.”
Salondan çıkarken aynaya baktım.
Üstümde CEO gömleği, altımda çocuk kahraman şortu.
Üzerinde fosforlu, yıldızlı, çizgi roman harfleriyle tek bir kelime yazıyordu:
POW!
Borsa düşer, projeler yanar, toplantılar iptal olur… ama kahvaltıda kızının kahramanı olan bir CEO’yu hiçbir kriz deviremez…