Heba olan üç dünyalar güzeli kadının hayatları mıydı? Yoksa 2500 yıllık kadim bir uygarlığa sahip bir halkın adalet ve hukuk umutları mı? İşgal altında parçalanan bir ülke, sefalet ve cehalet içindeki bir halk ve 21 yaşında hiç beklemediği bir şekilde tahta geçen genç bir veliaht. Her aşk zorluklarla dolu kaotik ve imkânsızdır ancak hikayenin esas oğlanı İran’ın son şahı Muhammed Rıza Pehlevi olunca durumlar biraz daha farklı hale geliyor.
Şahın üç evliliği olmuş bu üç evlilik de birbirinden güzel aynı zamanda eğitimli ve modern kadınlarla olmasıyla, gösterişli ve batılı kıyafetler ve ışıltılı saray yaşamıyla dışarıdan rüya gibi bir portre çizmiş ve tüm dünya tarafından ilgi ve merakla takip edilmiştir.
Özellikle Türkiye gibi yakın coğrafyalarda halk Fevziyeciler Süreyyacılar ve Farah Diba’cılar diye üçe ayrılmış haklarında dehşetli taraftarlık yapılmıştır.
Dışı seni içi beni yakar misali kadınlarına sadece üzüntü ve azap getiren bu evlilikler birçok genç kızın hayallerini süslemiştir.
Şah sadece 21 yaşında kral olduğu için genç ve yakışıklıydı. Aynı zamanda batıda okumuş bir salon beyefendisiydi. Büyük resepsiyonlar ve gösterişli kalabalıklar arasında evlendiği kadınlara kraliçelik unvanının yanı sıra birçok doğu ülkesinde görülmeyecek bir batılı imaj çizdi. Kadınlara seçme seçilme hakkı verilmesi ve Türk medeni kanununa benzer bir medeni kanun çıkarılması gibi kadınlara hizmet eden reformlar yapıldı. Yine de bu imaj sadece bir yanılsamadan ibaret miydi? Halk hatta kadınlar Şah’ın arkasında durmamış ülkenin açlık ve kaosla mücadelesini kendi sosyal haklarından daha çok önemsemişlerdir. Yakışıklı kral kraliçelerini mutlu edemediği gibi Avrupalı kadınları bile kıskandıracak haklar verdiği İran kadınını da karşısına almıştır.
Konuya en başından başlayalım: İran 2500 yıllık hanedan kültürüne sahip bir devletti. Ahamenişlerden Sasani’ye, Safevi’den Kaçar’a kadar uzanan bu monarşik zincir, 20. yüzyılın başında halkın anayasa, meclis ve hukuk taleplerini anlayamayan Kaçarlar zamanında çatırdamaya başladı. Halk demokrasi istiyordu ancak halktan kopuk hanedanı tahtından edecek olan Kazak Tugayın’ın başındaki Rıza Han’dı. 1921 yılında başkent Tahran’da neredeyse tek kurşun atmadan bir askeri darbe gerçekleştirildi. Kendini önce savaş bakanı sonra başbakan ilan eden Han dört yıl içinde kendi Pehlevi hanedanını kurup tahta oturdu. Rıza Han asil kandan gelmiyordu ve askerdi belki de bu yüzden eski hanedanın dini ve geleneksel değerlerinin yerine disiplin ve modernliği temel değerler olarak belirledi ve bu bağlamda batıdan ilham alıp güçlü bir ulus devlet kurmak istedi.
İlk iş de İslami ruhban sınıfı olan ulemaların devlet üzerindeki gücünü ve rantlarını azaltacak reformlar yaptı. Değerlerine bağlı İran halkı reformları içselleştiremedi, molla kesimi yeraltına indi ve radikalleşti.
- Dünya savaşında Nazi Almanyası ile ticari işbirliği yaptığı için İngiliz ve Sovyet orduları koordineli bir harekatla İran’a girdi. 16 Eylül 1941’de yoğun baskılar sonucu tahtından feragat etmek zorunda kaldı ve sürgünde öldü.
Yerine 21 yaşındaki oğlu Muhammed Rıza geçti. Oğul Rıza babası gibi sert ve kuralcı bir asker değil, İsviçre’de yatılı zengin okullarında eğitim almış bir salon beyefendisiydi. Babasının baskın karakteri karşısında silik kalan bu genç adam uzun yıllar boyunca sadece bir gölge olarak yaşadı belki de tek ortak noktaları modernleşmeye olan düşkünlükleriydi.
Veliahttın aşk hayatı hayli hareketli olsa da ilk evliliğini siyasi çıkarları doğrultusunda babası ayarladı.
Kendisine sunulan Mısır’lı asil güzellerin fotoğraflarının içinden bir İngiliz dergisine kapak olan güzeller güzeli Mısır prensesi Fevziye’yi seçti.
Fevziye bint Fuad 5 Kasım 1921’de İskenderiye’de Mısırlı bir prenses olarak doğdu. Babası Mısır Hidivi İsmail Paşa’nın yedinci çocuğu I. Fuad’dı. Soyu Kavalalı Mehmed Ali Paşa Hanedanı’na dayanıyordu. Pehlevilerin soylu bir aileden gelmediği için bu açığı soylu bir prensesle kapatmak halk açısından itibar sağlayacaktı. Ayrıca İran Şii Mısır ise sünni inançlara sahip iki Müslüman devletti. İki mezhep arasında ittifak kurmak İran’ı orta doğu’da çok güçlü hale getirecekti.
Sevgili Fevziye ise dadılarla zenginlik ve gösteriş içinde büyümüş daha sonra tıpkı müstakbel eşi gibi İsviçre’de okumuştu. Batı medeniyetine hayran modaya düşkün gösterişli ve asildi. Eğitimini tamamlayıp memleketine döndüğünde Mısır’da taht abisi Fuat’a geçmişti ve bu siyasi çalkantılar içinde özgürlüğünün kısıtlandığını düşünüyordu.
Tam bu zamanda gelen evlilik teklifi Fevziye için tam bir kurtuluş gibi görünüyordu, ne de olsa ileride İran kraliçesi olacaktı. Düğünden önce sadece bir kez görme şansına sahip olduğu İran Veliahtıyla Kahire’de 16 Mart 1939 yılında Mısır’da dillere destan bir düğünle evlendi, o tarihte sadece 18 yaşındaydı.
Bir yıl sonra da eşi beklenmedik bir şekilde tahta çıktı. Muhammed Rıza babasının gölgesinde kalan silik bir veliahttı, İsvşçre’de iyi bir eğitim görmesine rağmen ülke yönetme konusunda hiçbir şey bilmiyordu. Ülke sürekli siyasi çalkantılar içindeydi ve muhalefet hızla güç kazanıyordu.
Asil prenses ise ihtişamlı düğünleri bitip de İran’ adım attığı andan itibaren mutsuz olmuştu. İlkin annesinin refakatinde saraya gelen gelinimiz bir süre sonra annesinin ülkesine dönmesiyle yalnız kaldı.
O dönemde İran, Mısır’a göre az gelişmişti, hanedan kuralları katıydı halk ve hanedan bir önce erkek bir bebek bekliyordu ancak çiftin 1940’da Şehnaz adında bir kızları oldu.
Ruh sağlığı da sürekli kötüye giden kraliçe Amerikan psikiyatristlerden destek almasına rağmen sorunlarını aşamadı. İran’ın iklimi bahtsız kraliçeye hiç iyi gelmemişti sürekli hastalıklarla boğuşuyordu. Gezmeyi ve eğlenmeyi seven Fevziye kendine hiç arkadaş bulamadı saraydan nadiren çıkıyor ve tüm zamanını kızı ile geçiriyordu. Ancak kraliçe evliliğinin ilk gününden beri çok mutsuzdu. Halk erkek veliaht istiyor kız çocuk doğurduğu için hanedan da Fevziye’yi dışlıyordu. Bu sırada Avrupa dergilerinde “Asya Venüsü” lakabıyla dünyanın en güzel kadınlarından biri seçildi. Ancak Şah alenen saraya kadınlar getirip alem yapıyor ve Fevziye’yi aldatıyordu.
Acıların kraliçesi eşinden boşanıp kızıyla yeni bir hayat kurabileceğini zannederek ülkesinde tedavi görmek istediğini belirtip kızı Şehnaz’la birlikte Mısır’a gitmek istedi. Şah kraliçe için bu gidişin dönüşü olmayacağını öngördü ama iki ülke arasında krize yol açmamak için Fevziye’ye seyahat için izin verdi.
1945 yılının o lanetli gününde Fevziye ve kızı İran’ı terk etmek üzere kraliyet uçağına bindi ancak uçak son anda durdu kapılarını açtı ve Fevziye’ye Şah’ın kızını son bir kez görmek istediği söylendi. Küçük prenses uçaktan indirilir indirilmez uçak kapılarını kapatıp Fevziye’yi zorla tek başına memleketi Mısır’a götürdü. Bahtsız kraliçenin çığlıkları ve feryatlarının hiçbir hükmü olmadı çünkü emri Şah’dan almışlardı. Fevziye bu olayla ömür boyu evladından ayrılmıştı.
Şehnaz henüz 6 yaşındayken birbirinden zorla ayrılan ana kız daha sonraları İsviçre’de 1-2 kez bir araya gelmiş ancak Fevziye kızından beklediği sıcaklığı görememiştir. Fevziye memleketinde tekrar evlenip çocuk sahibi olsa da ömrü boyunca Şehnazın hasret ve acısını çekmiştir. 1952 Mısır devrimiyle kraliyet unvanlarını da kaybetmiş ancak sıradan bir vatandaş olarak memleketinde yaşamayı tercih etmiştir.
Süreyya İsfendiyari Bahtiyari 22 Haziran 1932, İsfahan doğumlu. Babası asil bir büyükelçi annesi ise bir Alman olan Süreyya dillere destan güzelliğiyle varlık içinde doğdu. Süreyya Berlin ve İsfahan’da büyüdü sonrasında Londra ve İsviçre’de eğitim aldı. Süreyya’nın en büyük hayali bir film yıldızı olmaktı ancak maalesef babasını bu konuda ikna edemedi.
İlk eşinden yeni boşanmış olan esas oğlanımız Muhammed Rıza Pehlevi ise bir daha evlenmeye sıcak bakmamakta ancak halk ve hanedan veliaht prens yolu gözlemekteydi. İlk eşinden de kız çocuğu olduğu için Şah’ın uygun bir adayla evlendirilmesi mecburiydi. Bu noktada devreye ikiz kız kardeşi Eşref girdi ve İngiltere’de karşılaştığı güzeller güzeli Süreyya’yı saraya davet ettirdi.
Süreyya’ya ailesi kralla evlenmeyi isteyip istemeyeceğini sorduklarında: “Şahı tanımıyorum ama resimlerine bakılırsa hiç de fena bir erkek değil tanıştığımda beğenirsem neden olmasın” diyecektir. Süreyya’yı görür görmez âşık olan Şah 24 saat içinde nişan duyurusu yapar.
Süreyya’nın talihsizlikleri maalesef nişan duyurusundan hemen sonra tifoya yakalanması ve aylarca ölümle pençeleşmesi ile başlar. Hasta yatağındaki aşkını her gün ziyaret eden şah kendisine her seferinde mücevherler de hediye eder.
Bu yoğun ilgi alaka ile hastalığı yenen Süreyya maalesef çok zayıflamıştır. 1951 yılında muhteşem bir düğünle dünya evine girerken 30 kiloluk Dior gelinliğini taşımakta zorlanıyordu. Zorlukta ayakta kalan kraliçenin gelinliğinin içinden dolgu malzemelerini çıkarmak zorunda kalmışlardı.
1956 yılında Türkiye’ye gelen çift Türk halkını çok etkilemiş, özellikle büyüleyici güzelliği ile halkımızın gönlünde taht kuran Soraya’nın ismi o dönemde doğan bir çok kız çocuğuna Türkçe’deki karşılıyla Süreyya olarak verilmiştir.
Evliliklerinin ilk aylarında birbirlerine sırılsıklam aşık olan iki genç geniş bir aile hayali kurmaktaydı. Halk ve sarayın erkek çocuk baskıları gittikçe arttı ancak 7 yıllık evlilikleri boyunca beklenen müjde gelmedi. Doktorlar Süreyya’nın bir çocuk sahibi olabileceğini ancak tedavinin uzun sürebileceğini söylemesi üzerine meclisi bir karar aldı.
Süreyya’ya iki seçenek sunuldu: ya şahın üstüne kuma getirmesini kabul edecek ya da bir daha evlenmemek şartıyla boşanacaktı. Bu gurur kırıcı teklif karşısında dillere destan güzelliğiyle asil Süreyya tüm zarafetiyle boşanıp sürgüne gitmeyi kabul etti.
Muhammed Rıza’nın Süreyya’ya olan sevgisinin hiç bitmediği sevdiği kadından mecbur kaldığı için ayrıldığı söylenir.
Sadece 7 yıl süren kraliçeliği sırasında birçok hayır işi yapan Süreyya gözü yaşlı bir şekilde sevdiği adamdan ayrılır. Ailesi onun hayat dolu güzeller güzeli bir kız olarak gelin gittiği saraydan yaşamaktan yorulmuş bir kadın olarak döndüğünü iletmişlerdir.
Yine Süreyya hem asil hem güzel hem de ünlüydü ve sürgüne gittiği Avrupa cemiyetinde popüler bir kişilik oldu hatta İtalyan bir yönetmenle sevgili oldu ve bir filmde oynayıp aktris olma hayalini gerçekleştirdi. İtalyan sevgilisinin zamansız bir şekilde uçak kazasıyla ölmesiyle içine kapanmıştır.
Pehlevi’nin son eşi İran’ın ilk şahbanu yani imparatoriçe lakabını almış tek kraliçesi Farah Diba Pehlevi 14 Ekim 1938’de Tahran’da doğdu. Büyük babası büyükelçi babası asker olan Farah zenginlik içinde doğdu ancak çocukken babasını kaybetti. Yine de devlet bursuyla Paris’te mimarlık okuyordu ve 21 yaşındayken 40 yaşındaki müstakbel kocası Muhammed Rıza ile tesadüfen tanıştı. Şah yurtdışı gezilerinde İran kökenli öğrencilerle bir araya gelmeyi seviyordu. Bu tür resepsiyonda tanışan ikili görkemli bir törenle evlendi.
Farah İran halkına ve hanedana uzun yıllar beklediği veliahttı verdi. Aslında ikisi erkek dört çocukları oldu. Farah tüm hayatı boyunca halkı için mücadele etti özellikle kadınların eğitim ve kalkınması için yoğun mücadelelerde bulundu.
Pehlevi’nin evlilikleri bir bakıma onun politik yolculuğunun da izdüşümüdür: umutla başlar, baskılarla sınanır, halkın beklentisiyle çatışır ve nihayetinde yalnızlığa varır.
Pehlevi halkın geleneklerine sıkı sıkıya bağlı olmasına rağmen molla kesimi ile çatışmış, molların rantını elinden almış, Hümeyni dâhil tüm liderlerini sürgüne göndermiş ve bu kesimin giderek daha radikal bir hal almasına ve halk nezrinde güçlenmesine neden olmuş ve sağ kesimi kendine düşman etmiştir. Genelde okumuş kesimin oluşturduğu sol kesimi ise halkı açlık ve sefalet içinde kıvranırken aşırı israf ve debdebe içindeki hayatı ve ülkedeki sosyo ekonomik sorunlara kalıcı çözümler bulamamasıyla milliyetçileri de milli petrol projesi ülkeyi kalkındıracak projeleri baltalayarak ve ülke petrolünü İngiltere’ye peşkeş çekerek kendine düşman etmiştir.
Öyle ki belki de tarihte eşine az rastlanacak bir şekilde ülkedeki radikal İslamcılar ve komünistler de dâhil tüm siyasi gruplar Şah’a düşman olmuştur. Pek çok reform yapmış ancak bu reformlar halk tarafından anlaşılamamış ve altyapısı hazırlanmadığı için havada kalmış, yapılan tüm iyileştirmeler tersine işlemiştir. Halkın her kesiminden her ideolojiden kitleleri kendine düşman eden Şah ABD ve İngiltere’nin desteğine rağmen sürekli halkla çatışmış halk kamplaştırılmış, fişlenmiş, sürülmüş ve hatta katledilmiş bitmek bilmeyen siyasi krizlerle hanedan sürekli itibar kaybetmiştir. Bir süre sonra kansere yakalanmış ve tutarlılığını da kaybetmiş ve bu haliyle yabancı devletlerin desteğini de yitirmiştir. Humeyni ise sürgün edildiği Fransa’da ezilen halkın haklarını koruyarak demokrasi, adalet ve eşitlik gibi evrensel değerleri savunan risaleler yayınlayarak giderek güçlenmiş hatta sol kesimin bile desteğini almıştır.
Tam hanedanın veliaht sorunu çözüldü ve şah kız erkek evlatlarıyla mutlu bir yuvaya kavuşmuştu ki uzun süren siyasi ve ekonomik kaostan sonra Humeyni devrimiyle yurt dışına kaçmak zorunda kaldılar.
Kısa bir süre sonra Farah’ın eşi devrik Şah kanserden ölecekti. Daha sonraları en sevdiği evladı Leyla uyuşturucudan öldü bir oğlu da intihar etti. Farah için şaşalı kraliçe ve imparatoriçelik dönemi bitmiş halkını kurtarmayı başaramadığı gibi ailesini de felaketlerden koruyamamıştır.
Tüm bunlara rağmen Farah Diba oğlu Rıza Pehlevi ve torunları ile sürgünde refah içinde bir hayat sürmüştür. Rıza’nın kızlarından biri de yakın zamanda zengin Yahudi bir iş adamıyla evlenmiş ve aile tekrar dünya gündemine gelmiştir.
Son günlerde İran – İsrail füze savaşının tüm dünyayı ayağa kaldırmasıyla da dikkatleri üzerine çeken İran’ın sürgündeki vefat eden son Şah’ının aşkları ülkesinin siyaseti kadar çalkantılı gördüğünüz üzere.
Peki ya sizce asıl heba olan kimdi?



