Halime o sabah, güneşin ışıklarıyla birlikte uyanmıştı. Uzun ve yoğun geçen yaz tatilinden sonra nihayet beklediği gün gelmişti: Okullar açılıyordu. Yeni bir yıl, yeni bir dönem… Halime için bu heyecan bambaşkaydı. Annesi ve babası, her yıl olduğu gibi bu yıl da onun için hazırlıklar yapmışlardı. Yeni kıyafetler, renkli kalemlikler ve bu yıl beşinci sınıfa geçtiği için özel olarak yaptırılan yepyeni bir çalışma masası… Her şey Halime için hazırdı.
Okul zili çaldığında Halime’nin yüzündeki gülümseme gözlerinden taşıyordu. Annesi ve babası onu gururla okula uğurlarken, o kalbindeki heyecanla sınıfına doğru yürüdü. Sınıfın kapısını açıp içeriye adım attığında tüm gözler ona çevrildi. Kısa süre sonra öğretmenleri sınıfa girdi: “Günaydın çocuklar, yeni eğitim-öğretim yılımız hepimize hayırlı olsun!” Tüm sınıf sessizleşti. Öğretmen sözlerine devam etti: “Bu yıl sınıfımıza yeni bir arkadaş katıldı. Adı Ömer. Haydi Ömer, kendini tanıtır mısın?”
Ömer sessizce ayağa kalktı. Mahcup bir şekilde başını eğdi ve kısık bir sesle, “Ben Ömer Demir. Ailemle birlikte yaşıyorum,” dedi. Sonra öğretmeninden izin isteyerek yerine oturdu. Sınıftaki bazı çocuklar fısıldaşmaya başladı. Kimileri gülümsedi, kimileri merakla Ömer’e baktı. Öğretmen, Halime’nin yanındaki boş sırayı göstererek Ömer’in oraya oturmasını istedi. Ömer sessizce gelip oturdu. Zaman geçtikçe sınıf arkadaşları birbirleriyle tatil anılarını paylaşmaya başlasa da Ömer hep yalnız kalıyordu.
Halime bu durumu fark etti. Ömer’le konuşmaya çalıştı ama Ömer sadece birkaç kelimeyle cevap verebiliyordu. Akşam olunca Halime durumu ailesiyle paylaştı. Annesi, “Belki bir sıkıntısı vardır. Ona zaman tanı kızım,” dedi. Babası ise, “Gerekirse öğretmeninle konuşuruz,” diyerek Halime’yi teselli etti.
Bir cuma günü öğretmen sınıfa girdiğinde, Türkçe defterlerine bir kompozisyon yazmalarını istedi. Çocuklar konularını seçti. Ömer’in ise minicik bir defteri vardı. Yazıları çok küçük ve sıkışıktı. Halime bunu fark etti. Sonraki günlerde resim dersinde boyama çalışması yapılacaktı ama Ömer katılmak istemedi. Çünkü yalnızca bir renkli kalemi vardı. Giydiği kıyafetler eskiydi, ayakkabıları yıpranmıştı. Beslenme saatlerinde ise çoğu zaman yiyeceği olmazdı. Halime bu durum karşısında daha fazla sessiz kalamadı.
Ders çıkışında öğretmeniyle konuştu. “Öğretmenim, ben Ömer’e yardım etmek istiyorum. Onun hiç arkadaşı yok. Sınıfta herkes ondan uzak duruyor. Yardımcı olabilir miyiz?” dedi. Öğretmeni gözleri dolarak Halime’nin başını okşadı: “Ne güzel bir yüreğin var Halime. Önce ailene danışalım, sonra birlikte neler yapabileceğimizi düşünürüz.”
Halime ailesiyle konuştuğunda annesi ve babası çok duygulandı. Ertesi gün birlikte Ömer’in evine küçük bir ziyaret yaptılar. Ömer’in annesi evde dikiş yaparak, babası ise seyyar satıcılık yaparak geçim sağlıyordu. Küçük kardeşi Zeynep doğuştan felçliydi ve tedavi masrafları aileyi oldukça zorluyordu. Halime’nin ailesi yardım eli uzattı: gıda, kıyafet, okul eşyaları… Öğretmen ve okul aile birliğiyle birlikte defter, kalem, kıyafetler alındı.
Halime’nin babası Gökhan Bey, tanıdığı bir doktorla konuşarak Zeynep’in tedavisinde destek sağladı. Ömer’in ailesi, duygulanarak teşekkür etti: “İyi ki varsınız… Allah sizden razı olsun,” dedi annesi gözyaşlarıyla. Zamanla Ömer sınıf arkadaşlarıyla kaynaştı. Artık oyunlara katılıyor, gülebiliyordu. Halime’nin içindeki sevinç daha da büyüdü. Paylaşmak, dayanışmak ve sevgi, okulun tüm koridorlarına yayılmıştı.
Cuma günü okulda düzenlenen törende müdür mikrofonu eline aldı: “Bu hafta, arkadaşına gösterdiği duyarlılıkla hepimize örnek olan Halime’yi gönülden tebrik ediyorum.” Tüm okul Halime’yi alkışladı. Küçücük kalbiyle büyük bir sevgiye dönüşmüştü davranışı. Ömer ise Halime’ye küçük bir teşekkür hediyesi verdi: Üzerinde ‘Paylaşmak kalbin gıdasıdır, gönüllerin şifasıdır’ yazan bir anahtarlık.
Halime, arkadaşının gözlerindeki mutluluğu görünce daha da mutlu oldu. Çünkü paylaşmak sadece vermek değildi, birlikte büyümekti. Ve o gün, bir çocuk yüreğinden koca bir dünyaya umut yayılmıştı.