Sabahın ilk ışıklarıyla yataktan fırladım. Kapım deli gibi çalıyordu. İçi pofidik terliklerimi
bile kapıyı açmaya giderken ayağımın ucuyla sürterek yolda giydim. Odamın kapısından tam
dönmüştüm ki yeşil sehpanın üzerinde bulunan, daha dün çıktısını aldığım öykümün sayfaları
yere düştü. Öyküm, bir tohum gibi yerlere saçıldı. Kapıyı bir taraftan yumruklarcasına
çalmaya devam ediyorlardı. Aynı zamanda o parmakları zile basmaktan da geri durmuyordu.
“İyi ki bizimkiler evde yoklar, iyi ki henüz İzmir’den dönmediler.”
Kapıma gelen ya da gelenler her kimse durup beklesinler diye seslendim.
“Tamam, geldim! Basmayın zile, konu komşu rahatsız olacak!”
“Polis! Aç kapıyı!”
Kulağımı tırmalayan sesle dikeldim; o uykulu gözlerim fal taşı gibi açıldı. Kapıyı, cenga
oyunundaki tahtaları aradan nasıl usulca çekiyorsak, o yavaşlıkta açtım. Dört polis memuru
karşımda duruyordu.
“Zeynep Deveci! Bizimle karakola geleceksiniz. Hazırlanın hemen, lütfen.”
Kibar olmaya çalışan bu polis memurunun sesi beynimde, orta şiddette bir depremin uğultusu
gibi yankılanıyordu. Kulaklarım sanki seslerin tonunun yarısının girişine izin vermiyordu.
Sesimin ayarını düşürdüm.
“Pardon, suçum nedir memur bey? Neden karakola götürülüyorum?”
İki sorumla karşılık verdim. Ve cevabını alamayınca hazırlanmaya yöneldim.
En yakın karakola götürüldüm. Sorgu odasında, çekingen olduğum mutlaka fark ediliyordur.
Elimi kolumu nereye sığdıracağıma, gözlerimi memura mı yere mi dikeceğime bir türlü karar
veremiyordum. İlk defa kapıma polis gelmiş, onların aracı ile karakola götürülmüş ve sorguya
alınmıştım.
“Neden buradayım memur bey? Suçum nedir ki bir şahin gibi kapıp getirdiniz beni?”
“Zeynep Deveci! 27.10.2025 tarihli 127/K numaralı dilekçeyle, iğneleyici ve absürt öyküler
yazmaktan, edebiyatseverlerin kafalarını karıştırmaktan, ve kurmacayı üst düzeyde tutup
gerçeği görmemezlikten hakkınızda bir grup tarafından şikayet var. Edebiyat dünyasını ikiye
bölmüş olmaktan, fikir ayrılıklarına öncülükten… Savunmanızın altına imzanızı atın; öğleden
sonra İstanbul Bakırköy Adliyesi’nde durumunuz değerlendirilecek ve bir karara bağlanacak.
Avukatınızı arama hakkınız her zaman mevcut; bir telefon hakkınız var.
“Peki…”
“Şeker Hanım, şu numara… Onu aramak istiyorum.”
Olanı biteni Şeker’ime anlattım. Bütün milleti Bakırköy Adliyesinin önüne toplayacağı hiç
aklıma gelmezdi doğrusu. Kafam durmuş, kurbanlık koyun gibi bekliyordum. Çok şaşkındım.
Mizahın, farklı düşünmenin kime ne gibi bir zararı olabilirdi ki? Sadece aklıma, “Avukata
haber ver Şekerciğim.” demek geliyordu.
Günlerden de Pazartesi. Saat 14.00 gibi adliyeye geldik ama gözlerime inanamadım.
Adliyenin önü, pankartlarla renklenmiş, gökkuşağı gibi, farklı görünümdeki insanlarla
doluydu. Gözlerine kömür karası sürmüş, saçları dik dik gençler mi desem, bastonu elinde
teyzeler mi arasınız… Hanımefendi kızlarımızın naifliği dikkatlerden kaçmazken, doğrucu
davut gençlerimizi tutabilene aşk olsun. Her biri benim için buradaydı. Ve bu topluluk,
Şeker’in başının altından çıkmaydı. Dağın sisinden ardını göremiyordum. Gecikmeli de olsa
anladım.
Adliyede salona geçtik. İlk defa bu salona girmiş olmanın gururu mu desem, heyecanı deyip
geçsem mi bilemedim. Ama benim için acayip olduğu kesindi. Zabıt kâtibi bir şeyler yazdı,
27.10.2025 Tenzile Danacı 2 / 2
çizdi. İçimden neler geçiyor, bir bilseler… Buradan kurtulur kurtulmaz nasıl içimi dökeceğimi
hiç hesaba katmadılar mı acaba?
Karar: “Bir ay boyunca hiçbir dergiye öykü gönderemeyecek, programlara çıkmayacak, yeni
basım herhangi bir eser ortaya koyamayacaktır,” denildi. Dışarıdaki kalabalığı gören hâkim
Bey bana yaklaşarak:
“Bir öykü de benim için yazar mısınız? Hatıra olsun,” dedi.


