Ne arzu edersiniz beyefendi?
Boğazın derin mavisine dalmış bakışlarını, genç garsona çevirdi delikanlı.
Soruyu soran incecik sesin sahibinin, kıvırcık saçlarının, tam üstünde bağdaş kurmuş, oturuyordu, güne vedaya hazırlanan kızıl güneş. Sese doğru yönelip, “Bir çay lütfen!” dedi sakince, kamaşan gözlerine aldırmadan. Çocuk hızlıca ayrıldıktan sonra yanından, içinde bir korku belirdi. Telaşla ceplerini yokladı hemen. Neyse ki; terden hafif nemlenmiş bir kağıt lira sayesinde, lodosta uçuşan sarı, kahve sonbahar yaprakları misali savruldu içindeki kaygı. “Bu para, yeter de artardı bile! Hepi topu bir çay içecekti sonuçta.” Nedense parayı cebine koymadı, masanın üzerindeki sigara paketinin altına sıkıştırdı…
İşte tam o sırada oldu ne olduysa!
Uzaklardan gelen bir tren, giriş yaptı gara. Puslu bir düdük sesi yankılandı kulak kalabalığında. Kimsecikler duymadı ama. Zihinlerinde hüzünlü şarkılar mırıldanıyordu çünkü yanık sesli birileri. Telaşlı martılar sardı sonra iskeleden ayrılmakta olan vapurun dört yanını. Aç değillerdi! Adet
yerini bulsun diye peşindeydiler simit parçalarının. Kara kedi, geceyi geçirmek için kuytu bir köşe buldu aynı anlarda. Bir kadın geçti yolun karşısına. Kıyafetleri eski püskü. Sanki gitmek istediği yere ulaşmak istemiyordu. Adımları yavaş, çok yavaştı. Bir bebek ağladı yüzyıllık taş binanın içinde bir de. Sesi umut doluydu. Ben! Ben diyordu. Büyüyeceğim.
Kırmızımsı bir sis çöktü ardından güzel şehre. Arabalar, dur kalk yaptı. İşportacı tezgahını topladı. Bu gün de kazanmıştı üç beş kuruş. Yaradana şükretti kasketini düzeltirken.
Sonra;
Hacı amca abdest aldı, uçak indi. Son nefesini verdi yılgın bir hasta.
Akşamcılar evden kaçma derdinde, herkes, kendisinin çevresinde dönmekte…
İşte tam o sırada oldu, her ne olduysa!
Bir şey olmamış gibiydi ama çok şey oldu aslında.
Kim bilir kaç günlüğün ilk cümlesi yazıldı, kaç şiir yarım kaldı, kaç öykü sonlandı.