I
Bu dünya henüz bazı şeyleri görmek için çok genç
Ardına bakınca gördüğü tüm sırları bir kutuya koyup
Buraları en ucuz adımlarıyla terk etmek zor gelir hep
Tüm mısraların, bedeninin ardında yaş almış
Sayfaların tarihi geçmiş, yazılar silinmiş, masa pörsümüş
Anılar eskisi gibi acıtmıyordur canını
Ateş eskisi gibi yakmıyordur çorak arazilerini
Aklını kaybetmiş öylece dolanıyorken etrafta
Yerlerde görürsün ona verdiğin tüm emeklerini
Uğruna harcadığın vaktini çalıp gitmiştir uzaklara
Olduğun yere çömelip özlemekten başka yapacak iş
Duvarı kana bulayıp peşinden götürebileceğin çiçekler yoktur
Yanıtlar yoktur, son cümle yoktur, çözüm yoktur
II
Kimseyle değil de kendinle duvar örersin içinde
Buz dağı örersin; garip bir günah, saçma bir ceza
En çok kendine kızarsın, o seni terk edip gitti diye
Sanki sen, onu zorla koymuşsun kapının önüne
Sokak ortasına atıp da gelme bir daha demişçesine
En zoru da kendinden vazgeçmek bu yolun sonunda
Bir şekilde gitsem buradan, silse de hatırlamasa beni dünya
Öyle ki kendine acımıyor insan, intihar tümceleri kurunca
Sen gidince o, seni özler sanıyorsun
Hâlbuki haberi bile olmayacak belki son nefesinden
O, mezarına gelir ve yaş döker sanıyorsun
Her gece uyumadan sözler dökülür zihninden
İsmin çınlayınca, korkmadan koparacak kulaklarını
Her aklına misafir olunca, vicdanı dağıtacak odayı sanıyorsun
Ne ahmakça…
III
Bütün bildiklerini bir mezara atıp, toprak atmak istiyor insan
Tüm anıları hiç var olmamışçasına unutmak istiyor
Şöyle sıfırdan bir hayatta, bambaşka bir bedende var olmak
Ciğerleri ancak bu şekilde rahat nefes alır
Senin elini kolunu bağlayanlar ancak bu şekilde bırakır
Yeni bir yolda yürümeye başlarsın da arkanda bıraktığın
Terk ettiğin her hatıra, kemirmeye devam eder bedenini
Kendine sahipsiz kalıncaya dek dizginleri salıverirsin
Seni sana hapsetmiş duvarları yıksın diye birileri
Ardından günah kutusu bu hayata karşı kör kalınca
Bahçenin hiçbir çiçeğini koklamayanlar, sinek gibi düşer peşine
Bu insan yapımı duvarların yıkılmıştır yıkılmasına da
Seni hapsedenin üç beş taşla örülmüş duvar olmadığını anlarsın
Hiçbir şeyi bilemezsin artık, en ufak bilgin yoktur
Toy bir akıl ve cılız bir bedenle kalakalırsın ortalıkta
Ezilirsin, büzülürsün, küçülürsün oracıkta
IV
Büyümek zor gelir hep, sanki taşıması güç bir yük gibi
Daha küçücük yaşta büyümesi gerektiğini bilmek
Gülmesi gerektiğinin farkına varmak zordur
Sakalların, bıyıkların yolunu gözlemek acı bir duygudur
Az çok öğrendim diye düşünüyorum, bu absürt hayatı
Garibin sırtına bırakılan taşları, zalimin atıklarını
Her seferinde yataktan kalkmak için verilen savaşı
Rüyaları gerçeklerden daha çok sevmeyi anladım gibi
Önündeki dağları tekmeleyerek soyamazsın
Ne kadar kıyafet atsan da yine çıplak kalamazsın
Kendine ait olmadığın her an başkasında tükeniyorsun
Arkanda bırakıp da yoluna bakamadığından yaralanıyorsun
Peşini bırakmıyor neşterler, kuytuda bir yerde vuruluyorsun
Anladım, nefes aldığın her saniye bir iplik artıyor koza
V
Bu odadan kaçınca her şey düzelir sanıyorsun
Tüm günahların peşini bırakır ve yeni bir ada bulursun
Elin elini büker, sopasını kırar, çuvalını büzersin
Öyle olmuyor ama alnının her lekesi senle yaşıyor
Sen soludukça o da nefes alıyor, daha da büyüyor
Sen solundukça daha da şişiyor onun göbeği
Kiminle ne konuşacağını düşünürken kapı arasında kalır gözlerin
Belki o geçer sokak başından diye yollarını gözlersin
Kapıyı izlerken asıl derdinin kapı olmadığını fark edersin
Zaman değişiyor, saat akıyor, balıklar ölüyor
Hiç kimseye ait olmayan hisler barındırırsın zihninde
Öyle ki o hisler hürdür, köle değil; sana bile ait değildir
Mektubunun her cümlesini başka zihinler yazdırır sana
Gülüşlerin bile gözyaşların bile senin değildir
Sen de senin olmayan kelimeleri kitaplara hapseder durursun
VI
Derin mi derin yürek misali bir kuyuya düşersin
Yosun kaplanmış her duvarı, bok kokusu nefes aldırmaz sana
Bu kuyunun tiksindirici havası ilim ilim gelir burnuna
Çığlık atarsın o kuyuda lakin duymaz kimse seni ya
Her kanepeyi üstü örtülü kullanmak gibi anlamsız bir dava
Masadaki kirin üstünü peçete ile örtüp bak, leke yok demek
Pirüpak, bembeyaz bir kâğıt havludan ibaret o konak
Altındaki reçel mi bal mı melena mı katran mı bilmezsin
Altındaki kiri kim getirdi diye sormak gelmez hiç aklına
İndirime girdi diye aldığın kitabınla odanda otururken
Korkuyorsan beraber açalım kitabı dekez kimse sana
VII
Kurak bir araziye döner ya hani bazen beyninin her santimi
Küçücük bir damla gelse yeşerir tüm tohumlar da gelmez o su
Kimsesiz, zavallı bir gül gibi kalırsın dikenlerin ortasında
Geriye de dönemez hiçbir zaman aylar, seneler ve mevsimler
Kış günü baharın geldiği nerede görülmüş?
Hangi temmuzda bembeyaza bürünmüş topraklar?
Bitersin böyle böyle geleceğe umudun gözler önünde yanar
Yüreğinde tutmak istediklerin avuç içinden kayar
Baş ağrısına ilaç, geçmişe çare, şimdiye derman yoktur
Aslına bakarsan hiçbir suale anlamlı gelecek yanıtın yoktur
Sana yöneltilen her soruya bilmiyorum der geçersin
Zira kolay olan budur; savaşmak, kendini çözmek en zorudur
VIII
Bitiyor her şey de son birkaç söze ihtiyaç var gibi
İki kelam daha edeceğiz ve kırılacak tüm yasaklar
İki gözyaşı ile savrulacak dört bir yana sanki tüm bu acılar
Yeryüzü itiyor beni tüm gücüyle, gök çektikçe çekiyor içine
Kalmadım ben tek yudum bedenimde, sığ kaldı derin sularım
Ne kadar konuşsam da ne kadar yazsam da eksiğim
Hep biraz daha diyorum aynadan bakarken kalemime
Mürekkebi sıyırmalıyım, şöyle gitmeliyim dibine dibine
Açım, doymuyorum; hep kendine aç bu arsız beden
Yesem bitirsem kendimi anca yeşerir tüm çiçeklerim
IX
Unutacağım diyorum, tak yine geliyor her satır aklıma
Her santimi pelesenk olmuş perdeme geçmişteki tozların
Kundurama çamur bulanmış, tabanına bir fâninin sakızı yapışmış
Güzelim dünyada ne pislik varsa lağım kalbime dayanmış
Bu dünyanın sinekleri onca yer varken benim bokuma dadanmış
Ben de filmi başa sarıp sarıp izliyorum da film aynıymış
Kurban olduğum aklım, aynı filmin aynı olduğunu anlayamamış
Aynı roller sima değiştirerek hükmediyor benim zihnime
Yediğim lokumun tadı değişmezken ben bir çay içiyorum, bir kahve
X
İnsan ne yapacağını bilemiyor, duruyor sadece duruyor…
Küplerine binip, vesveseye uyup Âdem’e mi küfretse?
İki rekât rükû, iki rekât secdede mi huzur bulmayı denese?
Rabbine boyun eğip al beni dediği yerde susuyor Rabbi
Bir ihtimal kamet hatırına, sütre hatırına konuşur diye
XI
Acıyor insan kendine, çok acıyor hem de
Bir başkası bu hâlde olsa koşar yanına, elini omzuna atar
İki hâl hatır bir kahve ardından dili çözülmeye başlar
Ama şimdi yanında kimse yok, yalnızca gece konuşuyor onunla
Kalbinde yer alan hiç kimsenin öldüğüne inanmıyor bir türlü
Hangi günahın bedelisin sen bir türlü karar veremiyorum
Hangi fikrin dengi ki şimdi kendinden bıkmış bu beden?
Kilometrelerce uzakta sırtında çuval ile gezen hangi fâni?
Gördüğü yere çömelip otlayan hangi hayvansın sen?
Yoksa sadece Bismil’de bir mahallede gece yarısı oturup
Bu şiiri yazan Âdem’in milyon torunundan herhangi birisi misin?
XII
Gelecek ayrı bir mahallede sıkıştırıyor insanı zaten
Sen henüz dünü çözememişken yarın kapının dibinde biter
Sen daha bu yaşta aynaya bakarken kendini göremezken
Tüm paralel evrenler iki gözünün her noktasında tüter
Ne çiçekler kalıyor bahçende ne sebze, meyveler
Gereksiz otlar bile bitmez yalnızca zehirli dikenler
Zihninde var ettiğin her beden karşına gelir soru sorar
Her birini cama yapıştırayım derken düşmekten korkarsın
Bir de bu çekiştirmeler yetmez iken sen kalemini bırakıp
Başka şarkılara ruhunu ağlatır, gönlün parçalarını bırakırsın
Kendi krater gibi yarana çare bulmakta zorlanırken
Altı üstü el yüz yanıklarına merhemi süremezken
Başka gözlerin iki planck yaşı uğruna yollara çıkarsın
İşte o zaman hakikaten anlarsın kendini sevmemek
Kendine bir milim değeri çok görmek ne demek diye
XIII
Bitiyor gibi geliyor insana, yaşadığı tüm her şey zorlaşınca
Kaderinin kupkuru zincirlerini toz edip çabucak kaçamayınca
Oturduğun kalpten kendine çıkış yolu, kaçış yolu bulamayınca
Bitiyor gibi geliyor; sona geldik, çığlıklar yükseldi, taşlar yağdı
Alametler artmaya başladı; ölüler dirilmeye, diriler ölmeye
Sana ait olmayan her bir günah sana yapışmaya başladı
Her biri sona yaklaştırır artık bu soluduğun nefeslerin
Gökyüzü fânilere seni kusar durur, kirletirsin tüm yaratıkları
Kara leke senin alnında iken damarlarındaki akışları durdurur
Ardından yaşarken yaşına, boyuna bakmadan gömenler
“Ne de gencecik, yazık oldu!” diye hayıflanır durur
Bir müddet sonra da adını hepten unutur.
Mayıs, 2024
Bismil
Kitap: Psikolog Şaire Düşmandır