Bir sessizlik var tabiatta bu sabah…
Asude, huzurlu…
Bir rüzgar okşuyor saçlarımı,
ve maviyi görüyorum yorgun gözlerimle:
Berrak, canlı, biraz da bulutlu.
Hissediyorum
Parmak uçlarım toprağın soğuk mevcudunda hissizleşiyor.
Vücudum hafifliyor rüzgar estikçe,
saçlarıma yıldızlar dökülüyor kum taneleri gibi.
Ve beden zindanında zincirlenen ruhum,
prangaları kırıyor birer birer, haşince.
Durun, kapatmayın gözlerimi!
Ben bu kez gözlerim açık uyumak istiyorum.
Baharı son görüşünmüş meğer,
papatyayı son koklayışım…
Güneş son defa doğmuş benim için,
son kez bakmış göğe bu gözler.
Durun, dokunmayın bedenime akbabalar!
Ben son defa kendi zindanıma girmek istiyorum.
Gözlerimde donuk bir mavi kalmış,
kirpiklerimde ilkbahar tozu vardı hâlâ oysa.
Toprak, sırtımı yasladığım,
bulutları izlediğim bir yataktı benim için…
Şimdi ise toprağın çiğ kokusuyla bütünleşirken,
ciğerlerimi delip göğsümden fışkıran papatyanın esiri şu bedenim…
Durun, koparmayın masum papatyamı!
Çürüyen bedenimi şu aleme sabitleyen bir çivi o benim için.
Mavilik kayboluyor ansızın…
Göğsümü delen papatyamı söküp,
bir boru bağlıyorlar vücuduma…
Hani az önce başımda dolanan dostlarım?
Akrabalar da terk etti şimdi beni…
Islık gibi bir sesle titriyor yaşlı yüreğim,
genç bedenime ağır gelen bir çırpınışla…
Gözlerim kanıyor, üşüyorum bir serçe gibi…
Durun, tutmayın beni hastane odalarında!
Gitmeyin, ne olur!
Kapatmayın pencerelerimi!
Bırakmayın taş duvarlar altında
henüz canlı cesedi mi!
Atın hasta bedenimi şu yüksek tepelere…
Hayır!
Ben beton sıvalı şu tavana bakarak değil,
Gökyüzüne şahit olarak ölmek istiyorum.



