NUSRET/Selçuk Deniz

       Hasır sepetinin desenleri üzerinde parmaklarını gezdirirken, yalnız kendisinin duyabildiği o eşsiz sepet kokusuyla yine hemhal oldu Mehmet. O sepetlerinin farklı kılan yönlerini öne çıkararak pazarda iyi iş çıkaran bir gençti. Babası Balkan Harbi’nde şehit olan Mehmet, ailenin en büyük çocuğuydu. Annesi ve erkek kardeşi ile Larende’nin Ermenek kazasında bir köyde, çiftçiliğin yanı sıra sepet örgü ve el işçiliği ile uğraşıyorlardı. Ayrıca Mehmet mahalledeki cami imamının teşviki ile köydeki binaların ve yapmayı planladığı sepetlerin kara kalem çizimlerini yapıyordu.

       O gün kardeşi Hasan ile ürettikleri sepetlerin tamamını pazarda satarak köye erken vakitte dönüyorlardı. Komşu köyün içinden geçerken katıra su içirmek için çeşmeye yöneldiler. O sırada çeşmede su dolduran Meryem’in başını kaldırması ile Meryem’le göz göze gelen Mehmet içinden “Vay anam ne güzel kız…” diye geçirdi. Öyle etkilendi ki Meryem’in yüzündeki doğum lekesini bile göremedi. Yıllardır pazarlarda kadınlarla rahat rahat konuşmanın verdiği cesaret ile Meryem’e sordu “Tanışabilir miyiz?”. Meryem şaşırmıştı. İlk defa tanımadığı biri onunla tanışmak istemişti. Bir tarafı Mehmet’le tanışmak isterken diğer tarafı kovaları alıp hızla eve gitmesini söylüyordu ama yıllardır yüzündeki doğum lekesi nedeniyle insanlardan uzak durmaktan bıkmıştı artık. “Tabi… ben Meryem” dedi. Mehmet şaşkındı çünkü bu kısımdan sonrasını hiç düşünmemişti. “Ben de Mehmet. Karşı köydeniz. Pazardan gelip geçiyorduk, bi su içelim dedik. Çeşmeniz çok güzel” dedi. Meryem ikinci kovasını da aldı. O sırada Mehmet atıldı ve “Yokuşu çıkarmana yardım edeyim” dedi. Yokuşu çıkana kadar kızın yüzüne bakmaya ve yüzünün her santimini zihnine kazımaya çalıştı. O sırada Meryem’in sorduğu soruyu geç duymuştu “Sana diyorum. Ne satıyordunuz?”. Duraksayıp kendine gelen Mehmet “Sepet, sepet örüp satıyoruz. Sana da bir tane yaparım. İki gün sonra burada çeşmede olursan sepetini veririm” dedi. Meryem cevap vermedi ve “Geldik, kovayı alayım artık. Çok sağ ol.” diyerek hızla uzaklaştı. Mehmet bir süre Meryem’in arkasından bakıp kardeşinin yanına döndü.

       O akşam Mehmet farklı duygular içindeydi. Çizim yaptığı kâğıtları alıp Meryem’in yüzünü çizmeye başladı. Bir yandan da onun için öreceği sepetin nasıl olacağını düşünüyordu. Ertesi gün sepeti örmeye başladı. Farklı bir sepet olması için son çanak ve tutacak kısmını kırmızı bir ip ile ördü. Sonraki gün aynı saatlerde çeşmeye gitti. Elindeki sepete bakarak onu incelerken, Meryem’in bir daha gelmeyeceği korkusuna kapıldı. O sırada önüne düşen bir gölge ile başını kaldırdı ve yine Meryem’in gözleriyle karşılaştı. İçinden “Geldi işte…” dedi ve sepeti ona uzattı. Meryem de hazırladığı mendili uzattı. Mehmet, üzerine işlenen lale figürünü çok beğendiği mendili nazikçe açtı. Birlikte çeşme başında konuşmaya başlardılar. Mehmet ilk defa böyle duygular yaşamanın verdiği hisle çok mutluydu. Uzun uzun konuştular. Mehmet, eve döndüğünde Meryem’in yüzünün sağ alt kısımdaki lekeyi çizmediğini fark etti. Oraya, mendildeki lale figürünü işledi. Artık zihnindeki “Meryem” görüntüsü tamamlanmıştı.

        Birkaç hafta sonra köyde asker alımlarının olacağı şekilde haberler yayıldı. Mehmet, buluşma gününün sabahı kendisinin de çağrıldığını öğrendi. Meryem’e durumu anlatırken onun yüzündeki kaygıyı fark etti. Ayrılmadan önce her ayın on dördünde yatsı ezanı sonrası aya bakmasını istedi Meryem’den. “Çünkü o vakitte ben de aya bakıyor olacağım” dedi. Meryem’i hiç istemediği amcasının oğluna vermeleri korkusu kapladı Mehmet’in yüreğini ayrılırken. Akşam annesiyle konuşurken Hasan’ın ona Meryem’den bahsettiğini öğrendi. Annesi ona gözünün arkada kalmamasını, sağ sağlim döndüğünde Meryem’le kavuşacaklarını söyledi. Ertesi gün tüm kaygı ve korkularını köyde bırakarak birliğine teslim oldu. Zira gideceği yerde korkulara yer yoktu.

  Çanakkale yakınlarında yüzlerce asker adayı ile birlikte sıra beklerken, çıkan itişmelerde yere düştü ve sepetindeki çizim kâğıtları yere saçıldı. Oradan geçmekte olan Kasım Ustanın önüne bir çizimi düştü. Usta çizimi eline alıp inceledi. Mehmet’e dönüp “Bunu sen mi çizdin?” diye sordu. Mehmet başını salladı. Usta “Elini uzat” dedi. Mehmet’in ellerini incelerken tam da aradığı gibi, ince işçiliğin üstesinden gelebilecek biri olduğuna kanaat getirdi. İlgili çavuşa “Bu eri usta bölüğünde bize yaz” dedi. Çavuşun onayıyla Mehmet’in ve ülkenin kaderini belirleyecek yolun kapıları açılmıştı.  

Bir aylık acemilik eğitiminin ardından Mehmet, Çimenlik ’teki Mayın Grup Komutanlığına gönderildi. Kasım Usta, yeni gelenleri karşılayıp onlara çalışacakları mekânları tanıttı. Mehmet, yatsı ezanı sonrası dolunayı görmek için dışarı çıktı ve uzun uzun dolunayı izledi. Meryem ile aynı anda baktıklarını düşünüp konuşmaya başladı. Sanki Meryem karşısındaydı.. O gece bir rüya gördü. Günbatımı vakti, Meryem önde kendisi iki adım geride tarlaya buğday ekiyorlardı. Sabah, huzurlu şekilde uyandı. Tarifsiz bir mutluluk içinde güne başladı.

  Çimenlik ‘te günler çok çabuk geçiyordu. Kasım Usta, Mehmet’i yedi yıl önce veremden kaybettiği oğluna benzettiği için yanından hiç ayırmıyor; onunla ayrıca ilgileniyordu. Oğluna eğitim verir gibi mayın bakımının inceliklerini anlatıyordu Mehmet’e. Bir gün “Evlat bak, ben deniz mayınlarıyla ilgili tüm bildiklerimi Gedikli sınıfındayken Sir Henry Paşa’dan öğrendim. Bize bu mayınların ne kadar stratejik öneme sahip olduklarını anlatırdı. Düşman çok güçlü ve gemileri çok büyük olsa bile onlardan korkmamalısın. Bizim de o koca gemilerin dengi gemiler yapmamız yıllar alır fakat bugün o gemileri etkisiz hale getirmenin en kısa ve kolay yolu işte bu mayınlar olacak. Bir düşün, gemiyi etkisiz hale getirmek için illa ki batırman gerekmez. Ona büyük bir hasar verirsen zaten savaşamaz hale gelecektir ki, bizim de istediğimiz aslına bu. Alman mayınları çok büyük, yüksek patlayıcı kapasitesine sahip. Bizim mayınlar daha küçük ve akıntılardan daha çok etkileniyorlar. Almanlar bundan rahatsız ama bence bu durum sığ sularda bir eksiklik teşkil etmiyor.”  dedi ve mayınla ilgili daha birçok bilgi verdi. Uygun vakitlerde Mehmet, zihnine kazımak için mayınların çizimini yapıyor; ben olsam nasıl tasarlardım diye ayrıntılı şekilde mayınları inceliyordu. Çizim yaptığı zamanlar arada sırada Meryem aklına geliyor ve çizdiği resme bakıp onu hatırlıyordu. Meryem’in okuma yazma bilmemesinden dolayı ona mektup yazamamak üzücüydü.

Akşama doğru, Çimenlik Kalesi’nden boğazı izlerken itilaf devletlerinin uçağı görüldü. Yüzbaşı Hakkı Bey yaklaştı ve “Görüyorsun değil mi? Döşediğimiz mayınları tespit etmek için tarama yapıyorlar. Kontrol için tarama gemisi göndermeyi gözleri kesmiyor tabi… Allah bizimledir, onlar buradan geçemeyecekler.” dedi. Mehmet şaşırmıştı, gökyüzünden mayın keşfi kendisine ilginç ve aldatılması kolay geldi. Eğer ilk keşif gözle yapılıyorsa, mayınların boyanması, tespit edilip bulunmasını zorlaştırır diye düşündü. Sığ noktaların rengi derin sular gibi siyah değildi ve buradaki mayınlar da siyah olmamalıydı. Ertesi gün ilk olarak Kasım Usta’ya fikrini anlattı. Kasım Usta fikri ilginç buldu. Gerçekten de sığ bölgelerdeki mayınların derin bölgelerdekilerle aynı renk olmaları, kolay tespit edilmelerine neden olabilirdi. Denemeye değer bir fikir diyerek sığ bölgede görünürlüğü azaltacak -mavi ile gri tonları arasında- bir ton elde edip ellerindeki mayınları boyadılar.  Mehmet sabırsızlıkla o mayınların kullanılacağı günü bekliyordu.

            Nusret Mayın gemisi komutanı Yüzbaşı Hakkı Bey, mürettebatı acil koduyla 8 Mart gecesi bir araya topladı. Müstahkem Mevki Komutanı Cevat Paşa’nın emri ile planı açıkladı.  Ellerinde kalan son mayınları, Paleo Kastro Mevkii-Erenköy Arasına çift sıra halinde döşeyeceklerdi. Tekbirler ve dualar eşliğinde mayınlar suya indirildi. Bu, Mehmet için çok önemli bir andı. Artık sadece düşmanın saldırıya geçmesini bekleyeceklerdi.

            Düşman uçakları, 18 Mart gününe kadar birkaç kez keşif operasyonu yaptı. Düşman, tespit edilen mayınları gece operasyonlarıyla sessizce etkisiz hale getirdiğinden; mayınların tespit edilip edilmediğini bilmeden beklediler. Beklenen gün gelmişti ve düşman donanması boğaza giriş yapıyordu. Askerler teyakkuzda, yaklaşan düşman donanmasını bekliyordu. Kilometrelerce öteden gelen bombardıman sesleri ürkütücüydü. Yüzbaşı Nazmi Bey, aldığı iyi haber ile askerlere doğru koşarak “Aslanlarım! Düşman gemisi 11. hatta döşediğimiz mayınlardan birine çarparak batmaya başlamış!” dedi. 11. hat Mehmetlerin döşedikleri son mayın hattıydı. On gün geçmesine ve birkaç kez keşif yapılmasına rağmen gerçekten de fark edilmemiş ve düşman gemilerine geçit vermemişlerdi. Tüm askerler sevinçle Tekbir getirirdi.

Gerçekten de o gün çok büyük bir zafere imza atmışlardı. Büyük ve korkutucu düşman donanması, fark edemediği mayınlar sayesinde bozulan düzenleri ve Türk tabyalarının isabetli atışları ile geldikleri gibi gitmek zorunda kalmıştı.

            Boğazdan geçemeyeceğini anlayan düşman kuvvetlerinin, boğazı karadan ele geçirmek için harekât yapacağı artık herkes tarafından biliniyordu. Bu sebeple Çimenlik ’teki Müstahkem Komutanlığı daha iç kısma taşındı. Taşınma sonrası askerlerin de görev yerleri değiştirildi. Mehmet de Kasım Usta ile helalleşerek düşmanı ilk karşılayacağı yeni birliğine katıldı.  Boğazda zafer kazandık artık savaş bitti diye düşünen Mehmet, bu görevi beklemiyordu.

Mehmet, yeni birliğinde köyünden tanıdık akranlarına rastladı. Onları görünce içini bir sıcaklık kapladı. Memleketini, sevdiklerini hatırladı; fırsat buldukça arkadaşlarıyla sohbet edip özlem giderdi ancak cephede işler hiç de iyi gitmiyordu.  

            Savaşın en şiddetli dönemiydi. Mehmet’in bulunduğu müfreze, taarruz harekâtına hazırlanıyordu. Beklenen vakit geldi ve taarruza geçtiler. “Allah Allah” nidalarıyla şehadete koşan aslanlar, birer birer en yüksek rütbeye erişiyorlardı. Mehmet, göğsünde bir darbe hissetti. Diz üstü yere çöktü, tüfeği elinden düştü. Yere doğru eğildi ve göğsünden toprağa damlayan kanı gördü. O sırada yakınına bir top mermisi düştü ve birkaç metre geriye doğru savruldu. Yüzündeki yanmayı hissedemeden gözleri kapandı.

       Arkadaşları, Mehmet’in müfrezesindeki herkesin şehit olduğu haberini yazdıkları mektupla köye ilettiler. Annesi, kardeşi ve Meryem bu haberle yıkıldı. Hâlbuki ilk başlarda kazanılan zaferle çok gururlanmışlardı ve kısa zamanda kavuşacaklarına dair akıllarında hiçbir olumsuz düşünce kalmamıştı. Mehmet’in köydeki evi ikinci şehidini de vermiş bir yas eviydi artık. Meryem ise hiçbir şey düşünmek istemiyordu. Hatta amcasının oğlu ile evlendirme fikrine bile karşı çıkmıyordu. Yakın zamanda düğün de görünüyor gibiydi…

      Mehmet gözlerini açtığında başında kimse yoktu. Etrafı inceledi, kendi gibi yatan ağır hastaları gördü. Hemşire, hemen yanına gelip başını çevirmemesini; yüzünde ağır bir yara olduğunu söyledi. Aldığı morfinlerin etkisiyle ağrılarını hissetmiyordu. Doktor yanına geldi ve adını sordu. Göğsüne isabet eden mermi, künyesine denk geldiği için ilerleyememiş ve vücuduna derin hasar verememişti ancak yakınında patlayan top mermisi sağ koluyla yüzünün sağ kısmını yakmıştı. O yüzden adını öğrenemedikleri gibi yüzünden de teşhis edememişlerdi Mehmet’i.

       İki hafta sonra hastanedeki tedavisi bitince eve gönderilmek üzere Mehmet’in işlemleri tamamlandı. Cepheye gidemediği için arkadaşlarını da görememişti. Hemşireye yazdırdığı mektubun ailesine ulaşıp ulaşmadığını bilmeden buruk bir sevinç ile evinin yolunu tutmak, hiç de beklediği bir hal değildi. Evine vardığında annesi ve kardeşiyle özlem giderdikten sonra Meryem’i görmek istedi. Annesi, Meryem’in amcasının oğlu ile sözlendiğini söyledi. Mehmet duraksadı, biraz düşündü ve “Öyle de olsa, son bir kez onu görmeye gitmeliyim.” dedi ve Meryem’in evinin yolunu tuttu.

       Mehmet bahçenin kapısından eve bakıyordu. Meryem’in babası yaklaştı ve “Sen Mehmet olmalısın. Biz senin Şehit haberini aldık evlat.” dedi. Mehmet, elini öpmek istedi. O sırada gözyaşlarıyla Meryem merdivenlerden indi. Babasının yanına geldi, başını hafifçe önüne eğdi ve yaşlı gözleriyle Mehmet’e sarıldı. Babası, Meryem’e baktı sonra Mehmet’e döndü. Kızının ve bu çocuğun yüzündeki yarayı görünce onların birbirleri için yaratılmış olduğunu düşündü. “Evlat, kızımı gerçekten istiyorsan yarın gelin. Biz sözü bozarız. Madem bu kadar seviyorsunuz birbirinizi, öyle olsun” dedi ve eve doğru yürüdü. Mehmet, Meryem’e sarıldı. İşte şimdi kendi “Nusret”ine ulaşmış oldu.

            Selçuk DENİZ

            selcukdeniz@gmail.com

Loading

Yazıyı nasıl buldunuz?

Oy için yıldıza tıkla!

Ortalama Oy / 5. Oy Sayısı

Oyu yok

We are sorry that this post was not useful for you!

Let us improve this post!

Tell us how we can improve this post?

Paylaşarak destek olabilirsiniz!
Kibele Kültür Sanat Site Yönetimi
Yazı oluşturuldu 56

Bir yanıt yazın

Benzer yazılar

Aramak istediğinizi üstte yazmaya başlayın ve aramak için enter tuşuna basın. İptal için ESC tuşuna basın.

Üste dön