Yaşarken ruhum niye ağlıyorsun?
Güneşin tenine dokunuşundan haz alırken,
Rüzgârın saçlarına “Ah” ederken,
Havayı ciğerlerine bir solukta çekerken,
Mutlu olduğunu düşünüyordun
Öyle de hissederken,
Ne oldu da yelkovanın saniye ile kıkırdaşırken
Ciğerlerin sönmeye, güneşin batıp ayı doğurmaya, rüzgârların hafiften esmeye başladı?
Yoksa kıskandın mı yelkovanı,
Akreple saniyenin onu bırakmayışını,
Hep birbirlerini kovalayıp gece gündüzü davet edişlerini?
Sen hep yalnızsın dimi?
Yanında tenler, bakmak zorunda olduğun minik eller de olsa,
Hep yalnızsın dimi?
Attığın kahkaha, boş dimağlara yayılıp “Mutluyum ben.” diye karşılık verse de,
Okuduğun kitaplar, gönül telini tıngırdatsa da,
Kahven dudaklarında çöl serabı kıvamında olsa da,
Denizin ortasında iyot kokulu sessizlik, sarhoşluk hissi verse de,
Yelkovanı hatırladın dimi?
Kıkırdarken ki küçük inlemeleri bir çan gibi vurdu ruhuna.
Acaba devamlı mı kanıyordu ruhum, ney misali,
Ülkesine, geldiği masalsı diyara gitmek için miydi her şey,
Kentin debdebesi mi susturuyordu yoksa yaşamın kavgası mı?
Bilmiyorum, sebep aramalı mıydım ki…
Acı çekiyordu işte!
Belki de görülmek, duyulmak istemiyordu.
İçinden geldiği gibi kan kusmak,
Bırak beni dercesine!
Yaşıyordu ama bir derviş olmasa da.
İçi neyse dışı da öyle değildi elbet.
Zaman, bu ya! Kaldıramazdı.
Maskeliydi, her tabiat.
Ruhum, yine ağlıyordu.
Bu sefer duydum.
Dile gelmese de kutu köşelerim, hıçkırıklarım, ahlarım…
Sadece duydum.
Belki bu beden kaldıramadı ezelde üflenen ruhu,
Bir “Zahitti” hakkı belki de.
Hala acıyı ben hissediyordum amma.
Taktığım maskeyle gizleri örtüp yelkovanın peşinde koşma zamanı “Ben’deydi.
Yaşamanın bir diğer adı meselesi de buydu, vesselam!