Turan İstasyonunda bindiler İzbana. Güneşli bir kasım öğleden sonrasıydı. Siyahlar içeresinde uzun boylu bir genç kız sağa sola yalpalayarak yürüyor yanında başı örtülü esmer altmışlarında bir kadın. Yanımdaki yolcu- Ben cam kenarında oturuyordum- hemen kalkıp yer verdi. Kadın kızını oturttu .Zihinsel engelli yavrucak. Kendisi karşısına geçti oturdu. Hemen yanındaki adam kalktı az ötede başka bir yere geçti. Kadın yavrucağı karşıma cam kenarına oturttu o zaman( Şah ve Mat. Onlar kazandı) Artık yan yana tam karşımdaydılar. Beyaz tenli ela gözlü kumral uzun saçları arkada tek belik örülmüş genç irisi bir kızdı. Annesi olduğunu sandığım kadın kızın elindeki küçük plastik şişeden arka arkaya iki kez su içirdi ona. Ağzı hafif aralıktı kızın. Kadın ağzını kapatmasını istedi hemen akabinde eliyle kapatmaya çalıştı. Karşımdaydı karşıya bakıyor ama hiç gözlerime bakmıyordu. Zaten ekseri annesine dönüktü başı. Annesi sık sık öpüp okşuyor, sıkıca başını boynuna gömüyordu. Genç kız birkaç kez çıkardığı anlamsız sesler dışında yol boyu suskundu ama çoğunlukla gülüyordu. Annesi olduğunu sandığım kadın birkaç kez Kemer’de ineceklerini tekrarladı kıza. “ Hastaneye gidiyoruz. Kanına baktılar.” diyordu. Kız anlıyor muydu bilmiyorum ama gülüyordu hep. Bir süredir kafamda evirip çeviriyordum, söyleyip söylememek arasında bocalıyordum. Acaba hanım yanlış anlar mı kırılır mı diye tereddüt ediyordum. Sonunda cesaretimi toplayıp konuşmaya başladım: “Deminden beri söyleyip söylememek arasında kararsızdım. Söyleyeceğimi yanlış anlamanızdan çekiniyordum. O yüzde bakıyordum size. Kızınız küçük değil ama belki hoşuna gider ben de bir oyuncak var. Işıklı müzikli yürüyen yumurtlayan bir tavuk. Pille çalışıyor, pilleri de takılı. Onu kızınıza hediye etmek istiyorum. Belki ilgisini çeker. Ben zaten hediye edecektim. Yanlış anlamazsanız kızınıza vereyim.” Kadının yorgun yüzü aydınlandı: “ Niye yanlış anlayayım” dedi. “ Allah razı olsun” Çok mahcup oldum: “ Rica ederim. Estağfurullah” dedim. Kızına döndü gülerek oyuncağı anlatmaya başladı: “ Bak bu tavuğun ne güzel civcivleri varmış.” Hemen düzelttim: “ Yok yok civciv çıkmıyor sadece yumurtluyor.” Sonra kıza kendim anlatmak istedim ona adıyla hitap etmek için adını sordum annesine. Müzeyyenmiş. “ Annesi değilim” dedi. “ Babaannesiyim” sonra “ Annesi bırakıp gitti” dedi yavaşça. Müzeyyen’e döndüm en sevdiğim şeyi yapmaya başladım: Ballandıra ballandıra oyuncağı anlattım( Bu satırları yazarken farkına vardım oyuncaklardan bahsetmenin en sevdiğim şey olduğunu) “ Bak Müzeyyen, bu tavuk hani o kahvaltıda yediğin yumurtalar var ya onlar gibi iki tane kahverengi yumurta yumurtluyor. Bir yandan da yürüyor, ışıklar yanıyor, çok da güzel bir müzik çalıyor. Babaannen eve gittiğinizde sana onu çalıştıracak.” Müzeyyen yine çok uzaklarda hep gülerek ağzı hafif aralık dinledi. Ya da ben öyle sandım. Babaanne azar azar bahsetti torunundan. Okula gidiyormuş. Kan aldırmışlar sonuçlarını öğrenmeye gidiyorlarmış. On yedi yaşındaymış. Adet kanamaları kesilmiş. “ Aldığı ilaçların yan etkisidir belki” dedim. Ne kadar temiz pak giydirmiş babaannesi. Tırnaklarına takılıyor gözlerim. Ne kadar düzgün kısa kesilmiş ve tertemiz. İlk gördüğümde “ Ya üstüme kusarsa” diye geçirmiştim aklımdan ayıplıyorum şimdi kendimi. Maskesinin olmaması dikkatimi çekiyor. “ Aşıları yapıldı” diyor babaanne “ Ama maske istemiyor. Kaç otobüs şoförü bizi otobüsten indirdi.” Müzeyyen’e dönüyorum: “ Maske takmalısın. Bu hastalık çok bulaşıcı çok tehlikeli” Fazla üzerine mi gittim? Sıktım mı? Üzdüm gliba onu. Babaannesi: “ Gözlerin dolmasın kıyamam ben sana” diyor öpüp başını sıkı sıkıya boynuna bastırıyor. Ama bir ara dayanamayıp “ Bak Müzeyyen şu küçücük çocuk bile maske takmış” demeden edemiyor. Bu olgun görmüş geçirmiş eli öpülesi kadın tam bir bilgeye yaraşır bir söz söylüyor yolculuğun bitmesine yakın: “ En büyük zenginlik sağlık. O olmadan hiçbir şey olmuyor” diyor. “ Altı bezleniyor. Tuvaletini bile bilmiyor” Beterin beteri var demek geçiyor bir an kafamdan. Çok şükür bu bilge kadına bu ukalalığı, çok bilmişliği yapmıyorum. Sözün bittiği yerdeyim. Çoğu zaman olduğu gibi Alsancak İstasyonunda diğer istasyonlara oranla daha uzun süre bekliyoruz. Halkapınar İstasyonunda “ Bir durak sonra ineceğiz.” diyor Müzeyyen’e. İstasyondaki Kemer yazısını okurken kadın bir çabuk kalkmaya davranıyor Müzeyyeni elinden tutup yine de emin olmak için bana soruyor Kemer’de miyiz diye. “İyi haberlerle inşallah” diye uğurluyorum onları. Müzeyyeni elinden tutup kapı kapanmadan çıkabilmek için azıcık çekiştirerek götürüyor. Müzeyyencik geldiğindeki gibi yalpalayarak sağa sola çıkıyor dışarı. Onun düşmeyeceğini biliyorum ama çünkü babaannesi yanında. ( Müzeyyen’i gördüğüm günün ertesi sabahı Özdere’de banyo penceresinden erik ağacının yeşil yaprakları arasında bir öbek kıpkırmızı yaprağa takılıyor gözüm. Sanki bir basketbol topu ağacın yaprakları arasına düşmüş. Gördüğüm öyle büyük bir coşkuyla dolduruyor ki içimi. Müzeyyenin topu olur olsa olsa böylesi. Topu bizim bahçeye kaçmış.)