Europa, önemli merkezleri Tyre ile Sidon olan antik Fenike’nin (bugünkü Lübnan) kralı Agenor ile eşi Telephassa’nın beş çocuğundan biri, tek kız çocuklarıdır.
Bilindiği gibi Zeus (Jupiter) gönül serüvenlerini Olympos dışında da sürdürür ve eşi Hera’nın kıskanç gözlerinden kaçmak için kendini başkalaştırır, duruma göre uygun gördüğü biçimlere sokardı. Fenike prensesine gönül düşürdüğünde amacını gerçekleştirmek için oğlu Hermes’e verdiği bir görevle işe başladı.
Ovidius anlatıyor: (Dönüşümler, II. Kitap, 836-875; III. Kitap 1-2 dizeler.)
“Babası (Zeus) onu (Hermes’i) yanına çağırdı ve kendine özel aşk serüvenini açık etmeden şunları söyledi ona: “Oğlum, sen ki her dediğimi hemen yerine getirirsin; şimdi gecikmeden, o her zamanki hızınla yeryüzüne in ve annenin yıldızını (astronomide Maia isimli yıldız) sol taraftan gören ülkeye git. Yerliler Sidon derler o ülkeye. Dağın yamacında otlarken göreceğin kraliyet sürüsünü deniz kıyısına doğru sür.” Böyle konuştu ve çok geçmeden istediği oldu. Sığır sürüsü dağın eteğinden kıyıya, yüce kralın kızının (Europa) Tyre’li kızlarla oynamayı sevdiği yere doğru sürüldü.

“Yücelik ve aşk ne bir araya gelir ne de aynı yerde oyalanır. Bu yüzden, sağ elinde üç çatallı şimşeğini tutan ve bir baş sallamayla yeryüzünü sallayan tanrıların babası ve egemeni asasını bir kenara bırakıp yüce varlığından çıkarak kendini bir boğanın biçimine büründürdü. Sürüye katıldı ve aralarına girince onlarla birlikte böğürdü, taze otları adımlayarak çevrede dolaştı. Rengi ayak basılmamış, yağmur getiren güney rüzgârının henüz eritmediği kar gibi beyazdı. Boynunu kuşatan kaslar gerdanından sarkıyordu. Kısacıktı boynuzları; incilerden daha beyazdı, bir sanatçının ellerinde yontulup biçim verilmiş gibiydi. Yüzü ve gözleri korku salmıyor, tüm görünümünden uysallık
yansıyordu.
“Agenor’un kızı hem çok güzel hem de sevecen bakışlı olduğu için ona hayret ve hayranlık dolu bakışlarla bakar. Fakat çok yumuşak başlı görünmesine karşın önce ona dokunamaz, korkar. Çok geçmeden yaklaşır ve onun kar beyazı dudaklarına birkaç çiçek uzatır. Biçim değiştirmiş Âşık sevinir, gelecek zevk anlarının bir ön tadımlığı olsun diye kızın ellerini öper. Tutkusunu dizginlemekte zorlanır. Az sonra coşkuyla çimenlerde sıçramaya başlar, oradan da kar beyazı gövdesiyle sarı kumlar üzerine uzanıverir. Kızın korkusu yavaş yavaş geçtiğinde okşaması için böğrünü gerer ve çiçek taksın diye boynuzlarını uzatır. Prenses daha da ileri gider, kimin sırtına bindiğinden habersiz, boğanın sırtına oturur cesurca.


“Tanrı yavaş yavaş kuru topraktan uzaklaşır, önce sığ sulara sokar emanet toynaklarını, sonra daha uzaklara doğru, sırtındaki ganimetiyle hızla süzülür açık deniz üzerinde. Kız korkudan titrer, arkasına döner ve uzaklaşan kıyıya bakarken bir eliyle boynuzun birini sımsıkı tutar, diğer eliyle de boğanın sırtına tutunur. Uçuşan etekleri esintiyle savrulur arkasında.
“Ve Tanrı Girit kırsalına vardığında boğa görünümünden sıyrılıp kendi öz benliğini açığa çıkarır.”
Europa’nın kaçırılış öyküsünü Ovidius’un ‘Dönüşümler’inden aktardık. MS 2. yüzyılda yaşamış olan Samsatlı Lukianos’un tanrısal kişilikleri konuşturduğu diyaloglarından birinde Batı Rüzgârı Zephyros Europa’nın kaçırılışına nasıl tanık olduğunu Güney Rüzgârı Notos’a şöyle anlatıyor:
‘‘Zephyros – ….. Zeus kendini bir boğaya dönüştürüp kızların arasına katıldı, o da onlarla oynamaya başladı. Tepeden tırnağa bembeyaz gövdesiyle ve kıvrımları hoş görünümlü boynuzlarıyla çok güzel bir boğa olmuştu. Evcil bir hayvana özgü uysal bakışlarla bakıyordu kızlara. Derken kıyıda tatlı bir sesle böğürüp coşkulu hareketler yapmaya başladı. Bu Europa’nın o kadar hoşuna gitti ki canı boğanın sırtına binmek istedi, hiç çekinmeden oturuverdi. Boğa kızı sırtında bulur bulmaz koşar adım denize doğru seğirtti ve suya girip yüzmeye başladı. Kızcağız çok korkmuştu, sol eliyle boğanın boynuzlarından birine tutunurken sağ eliyle de bol dökümlü giysisinin uçuşan eteklerini tutuyordu.


Notos – Ne hoş bir manzaraya tanık olmuşsun Zephyros; denizde yüzen âşık Zeus ve sırtında sevdiceği.


Zephyros – Sonra olanlar daha da hoş. Deniz birden sakinleşmişti, bir kıpırtı bile yoktu, ama biz ses çıkarmadan sadece seyirci kalarak peşlerinden gidiyorduk. Eros ve arkadaşları ara sıra ayaklarını suya değdirerek yanlarında uçuşuyor, ellerindeki meşaleleri sallayarak hep bir ağızdan düğün şarkıları söylüyorlardı. Bu arada Nereid’ler de denizden çıkıp bindikleri yunusların üzerinde ellerini çırparak eşlik etmeye başladılar; çoğu yarı çıplaktı. Triton’lar ve görünümü ürkünç olmayan bir sürü deniz yaratığı Europa’nın çevresinde dans ediyordu. Poseidon yanına eşi Amphitrite’yi oturtmuş, neşe içinde arabasını sürüyor, arkasında yüzen kardeşine kılavuzluk yapıyordu. Bütün bu manzarayı taçlandırırcasına Aphrodite iki Triton’un taşıdığı bir istiridye kabuğunda uzanmış süzülüyor, geline türlü türlü çiçekler atıyordu. Bu şenlikli alay Fenike’den Girit’e kadar böyle sürüp gitti. Ada’ya ayak basar basmaz boğa boğalıktan çıktı. Zeus Europa’yı elinden tutup Dikte Mağarası’na götürdü onu. Genç kızın yüzü kızarmıştı, bakışları yere dönüktü; neden kaçırıldığını biliyordu çünkü. Biz de sağa sola estirip denizi coşturmaya koyulduk.’’



Girit’te Europa’nın Zeus’tan üç oğlu oldu: Minos, Rhadamantis ve Sarpedon. Zamanın Girit kralı Asterios Europa’yı kraliçesi yaparak üç çocuğunu evlat edindi. Minos Asterios’tan krallığı devraldı ve kurup geliştirdiği Minos uygarlığına adını verdi. Rhadamantis ünlü bir yasa koyucu oldu ve ölümünden sonra yeraltı tanrısı Hades tarafından Ölüler Diyarı’na yargıç atandı. Ölümünden sonra Minos da başyargıç göreviyle kardeşinin yanına geldi. Sarpedon Likya’ya (Antalya’nın batısı) göç edip bu bölgeye adını veren Lykos ile tahtı paylaştı. Europa’ya gelince, o da zaman içinde adını Avrupa Kıtası’na verdi. Europa’nın babası kral Agenor oğullarına kız kardeşlerini aramaları, bulmadan geri dönmemeleri yolunda buyruk vermiş, “Onu bulmadan geri dönerseniz cezanız sürgün olur” demişti onlara. Arayışları boşa çıktığından oğullardan hiçbiri geri dönemedi. Bunlardan Kadmos son uğrak yeri olan Yunan anakarasında Thebai kentini kurdu. Kurduğu kentin yanı sıra önce konuk geldiği topraklara bir armağan getirmişti yanında: Yunan alfabesinin kökeni olan Fenike alfabesini.
1610’da Galileo’nun Jupiter gezegeninin çevresinde ilk kez gözlemlediği dört uydudan birine aynı yıl Europa adını veren Alman bilim adamı Simon Marius, Jupiter’le Europa’nın sonsuza dek bir arada kalmalarını istemişti herhalde; Jupiter’in yine başkalaşarak yaklaştığı Kallisto ve İo’nun isimlerini verdiği diğer iki uydu için de yaptığı gibi.

