• Destek
  • Üye Ol
  • Yazar Girişi
  • Abone Ol
0 553 423 00 17 kibelekulturs@gmail.com
Kibele Kültür Sanat Dergisi | Hayatı Doğuran Sanat  |  Hatice DÖKMEN
  • Hakkımızda
  • Künye
  • Dergiler
  • Galeri
  • E-Dergi
  • Yazılar
    • Edebiyat
      • Şiir
      • Roman
      • Öykü
      • Deneme
      • İnceleme
      • Anlatı
      • Araştırma
    • Kitaplar
      • Kitap İncelemeleri
      • Yeni Çıkanlar
    • Tiyatro
    • Sinema
  • Yazarlar
  • İletişim
  • Üye Ol
No Result
View All Result
  • Hakkımızda
  • Künye
  • Dergiler
  • Galeri
  • E-Dergi
  • Yazılar
    • Edebiyat
      • Şiir
      • Roman
      • Öykü
      • Deneme
      • İnceleme
      • Anlatı
      • Araştırma
    • Kitaplar
      • Kitap İncelemeleri
      • Yeni Çıkanlar
    • Tiyatro
    • Sinema
  • Yazarlar
  • İletişim
  • Üye Ol
No Result
View All Result
Kibele Kültür Sanat Dergisi | Hayatı Doğuran Sanat  |  Hatice DÖKMEN
No Result
View All Result
Home Genel

-MIŞ GİBİ

Edanur Turcan

Edanur Turcan by Edanur Turcan
2 Temmuz 2025
in Genel
0
-MIŞ GİBİ
0
SHARES
8
VIEWS
Share on FacebookShare on Twitter

Aydın, dolmuştan dağılmış bir şekilde indi. Siyah, seyrelmiş saçları darmadağın olmuştu. Omuzları hafifçe çökmüştü. Kahverengi gözleri yorgun bakıyordu. Geçen ay otuzuna basmıştı ancak yaşından büyük gözüktüğünü hissediyordu. Sanki otuz değil de kırk gibi… Kravatını çözmüş, gömleğinin önden üç düğmesini açmış, ceketini çıkartıp koluna almıştı. Pantolonunun içine özenle koyduğu gömleğinin bir kısmı, ne ara olduğunu bilmediği bir şekilde dışarı çıkmış ve kavgadan çıkmış gibi dağınık bir görüntü oluşturmuştu. İçinde evrakların ve diz üstü bilgisayarının bulunduğu, kahverengi, deri çantası bir süre sonra dünyanın en ağır yükü gibi gelmeye başlamıştı.

Kapıları kapanıp yanından uzaklaşan dolmuşun arkasından rahat bir iç çekti. Kendine ait bir arabasının olması şarttı ancak borca girecek cesareti kendinde bir türlü bulamıyordu. Yüzüne vuran serinlik, sıcaktan bunalmış bedenine ödül gibi gelse de yakın zamanda hastalanacağını biliyordu. Hassas bir bağışıklık sistemi vardı ve terini üzerinde soğutarak her türlü hastalığa davetiye dağıttığının pek tabii farkındaydı.

Kayışı, çantasıyla aynı renk olan saatine baktı; akşamın yedisini gösteriyordu. “Geç kaldım,” diye homurdandı kendi kendine. Hava kararmış, caddeler dükkanların ve sokak lambalarının ışıklarıyla renklere bürünmüştü. Adımlarını hızla atarken bir yandan da üzerine çeki düzen vermeye çalıştı. Savaştan çıkmış gibi durduğunun farkındaydı fakat dolmuştaki kalabalığın bunaltıcı havası bir yerden sonra üst baş dağıtacak kadar boğucu oluyordu. Gömleğinin düğmelerini iliklemeye çalışırken karşıdan geldiğini fark etmediği genç bir kadına çarptı. Kadın çarpmanın verdiği şiddetle birkaç adım savsaklarken öfkeli bakışları Aydın’ı bulmuş, “Önünüze bakın!” diye azarlamıştı. Aydın mahcup bir ifadeyle, “Affedersiniz!” dedi. Genç kadının ters bakışlarını hâlâ üzerinde hissederken yoluna devam etti. Ancak bu kez göz ucuyla karşıdan gelen insanları da kontrol ediyor ve kimseye çarpmamaya özen gösteriyordu.

Düğmelerini ilikledikten sonra kravatını taktı. Gömleğini pantolonunun içine soktu. Ceketini giyerken yolun karşısına geçti. Bir taraftan da söyleniyor, “Hay Allah!” diyordu. “Çok beklettim. Ayıp olacak.”

Caddenin sonundan sola döndüğünde, dar sokaklı yolun sağında ve solunda çeşit çeşit esnaf dükkanları olan bir sokağa çıkmıştı. Buranın her karışını adı gibi bilirdi. Gençliği buralarda geçmişti. Okul sonrası arkadaşlarıyla geldikleri bu sokakta, esnaf lokantalarından birine girip tıka basa yer, akşam evde tek lokma yiyemeyince annesinin dudaklarından firar edecek olan öfkeyle karışık nasihat cümlelerini düşünmemeye çalışırdı. Arkadaşlarıyla internet kafeye gider ancak orada fazla duramayarak bu sokak üzerindeki tüm sahafları gezerdi.

“Aydın!” diyen sese çevirdi başını. Orta yaşlı bir adam, oturdukları masadan ayaklanmış, ona seslenirken bir yandan da görebilmesi için elini sallıyordu. Aydın’ın adımları o tarafa yönelirken gözlerini kıstı. Lise arkadaşlarıyla buluşmaya geliyordu ancak kimin kim olduğunu çıkaramıyordu. Ne çok zaman geçmişti meğer…

Masaya yaklaşınca daha dikkatli baktı. Gözleri ele veriyordu adamı. Yaş almıştı ancak bakışları hiç değişmemişti. Hâlâ aynı şakacı, haylaz bakışları vardı ela gözlerinde.

“Arif!” dedi gülümseyerek. Birbirlerine sarılıp sırtlarına, dostane bir tavırla vurdular.

“Nasıl da tanıdın!” dedi Arif kahkahalar atarak. “Senin aksine, şu iki hayırsız tanıyamadı beni!”

Aydın’da tanıyamamıştı ancak bu konudan bahsetmek yerine gülmekle yetindi. Arif’ten ayrıldıktan sonra masadaki diğer adamlara baktı. Onları tanımak, Arif’i tanımaktan çok daha kolay oldu. Sırık boylu, çelimsiz, kumral saçlı adam Mehmet, Mehmet’in aksine, uzun boylu, güçlü kuvvetli duran, pala bıyıklı esmer adam ise; Hüseyin olmalıydı. İkisine de sarıldı, araya yıllar girmemiş gibi gülüp şakalaştılar bir süre. Arif, Hüseyin ile Mehmet’in onu nasıl tanımadığını ancak onun ilk bakışta her birini tanıdığını söyleyerek övünüyordu.

“Arif, şu gelen Aydın değil mi, diye sormasa seni de tanıyamayacaktık. Takım elbiseler, kravatlar falan. Başka biri olmuşsun resmen!” dedi Mehmet.

“Yok be oğlum! Aynı Aydın’ım işte.”

“Var, var. Memur olmuşsun. Bankada çalışıyormuşsun, aldık haberlerini.”

“Öyle oldu.” dedi Aydın.

“Benimde bir kredi işim var,” dedi Arif. “Bir ara uğrasam da yardımcı olsan bana.”

Aydın başıyla onayladı arkadaşını. “Olur tabii. Müsait bir zamanında uğra da halledelim.”

Siparişler gelince sohbete kısa bir ara verdiler. Aydın, karnının epey acıkmış olduğumu fark etti çorbasını içerken. Bir dilimde ekmek aldı. Öğle yemeğine çıkmamıştı, sabah ayaküstü atıştırdığı bir adet poğaça ile etmişti akşamı. Normaldi acıkması.

“Ne kredisiymiş bu?” dedi Hüseyin.

“Lazım. İş kuracağım kendime”

“Ne işi oğlum? Batırırsın iki güne işi gücü!”

Arif kaşığını arkadaşına fırlattı. Gülüştüler. Bir süre oradan buradan konuştular. İş hayatlarından, özel hayatlarından… Arif, ciddi bir ilişki yaşıyordu. Anlattığına göre, işini kurduktan sonra gidip kızı ailesinden isteyecek ve evlilik arifesine girecekti. Lise yıllarında sırf bir kızdan hoşlandığı için dalga konusu olan Mehmet, Arif’ten yıllar sonra öcünü almış, masada Mehmet’in alaycı sesi, Arif’in homurtuları, Aydın ve Hüseyin’in kahkahaları eksik olmamıştı.

“Senin yazarlık işleri ne oldu Aydın?” dedi Arif bir süre sonra. Böylelikle sohbetin ana konusu olmaktan da çıkmıştı. İşten güçten konuşurken birden aklına gelmişti aslında. Ancak Mehmet boş boğazlık edip onu ve aşk hayatını dalga konusu yapınca araya kaynamıştı.  Aydın, dilinden düşürmezdi eskiden yazarlığı. Sanki bu ufak detay o an akıllarına gelmiş gibi aydınlandı Hüseyin ve Mehmet de.

“Doğru ya!” dedi Mehmet.

“Yazar olacağım sözü diline pelesenk olmuştu. Yazıyor musun hâlâ?”

Aydın, elinde kaşığıyla kalakaldı. Ağzındaki lokmasını zor bela bitirip suyundan uzun uzun içti. Boğazında aniden oluşan bu düğümün sebebi de neydi şimdi durduk yere? Gülümsemeye çalıştı.

“Fırsat olmuyor artık,” dedi çorbasını karıştırırken. Arkadaşlarının hiçbiri ile göz göze gelmiyor. Gözlerini tabağından kaldırmıyordu. Kim bilir kaç yıldır almıyordu kalemi eline? Oysa ne mutluydu kâğıdı cümleleriyle lekelerken.

“Hadi canım!” dedi Hüseyin. Sesindeki ‘inanmam’ vurgusu öyle kuvvetliydi ki Aydın başını kaldırıp yanında oturan arkadaşına baktı.

“Yazmak senin için, yemek, içmek gibi bir şeydi yahu. Nefes almak gibi bir şey. Nasıl bıraktın yazmayı hayret doğrusu.”

“Hayat işte.” dedi omuz silkip gülümseyerek. “Araya başka şeyler girdi.”

Aydın’ın lisedeki o umutlu, onlara göre hayalperest halleri, akıllarına geldikçe geçmişten, Aydın’ın o tutkulu hallerinden söz ederek gülüp eğlenmeye devam ettiler. Ancak Aydın ne yaparsa yapsın aklını veremiyordu konuşulanlara. Hüseyin’in sözleri mıh gibi yerleşmişti aklına. Nefes almak gibi… düşündü Aydın. Nefes alıyor muydu şimdilerde? Gecenin geri kalanında sessizliğini korudu, sohbete çok nadir dahil oluyor, genellikle dinliyordu. Gecenin sonunda, böyle akşamları tekrarlamak üzere sözleşerek ayrıldı arkadaşlarından. Saat geç olmasına rağmen, sokaklar hâlâ kalabalıktı. Ağır ağır evine gidip üstünü başını bile değiştirmeden yattı yatağına. Bir halsizlik vardı üzerinde. Hasta mı oluyordu ne? Kravatını gevşetti gözlerini kapatmadan önce.

Kısa süre sonra sesler doluşmaya başladı kulağına. Kaşları çatıldı, gözlerini açmak istese de sanki birbirine yapışmış gibiydi kirpikleri. Fakat gayret etti, gözlerini açtı. Karşısında babası duruyordu. Yatağın kenarında, ellerini belinde bağlamış, çatık kaşlarıyla, “Yazarlık da neymiş, adam akıllı işin olsun!” diye bas bas bağırıyordu babası. Şaşırdı. Buraya nasıl geldiğini, ne ara geldiğini anlayamadı. Elleriyle yataktan destek alarak doğruldu. Tam o sırada babasının suretini annesi aldı. “Olmayacak işlerin peşinden koşma oğlum.” diyen annesinin sesi, babasının otoriterliğine karışıyordu. Karşısındaki beden bir annesine, bir babasına, bir Hüseyin’e, bir de yabancıya dönüşüp duruyordu. Sesler birbirine karışıyor, başı zonkluyordu.  Neler olduğunu kavrayamadıkça kalp atışları hızlanıyor, gözlerinin önünde siyah beneklerin uçuştuğunu görüyordu. Bir şeyler oluyordu.

“Memuriyetin olsun ki, hayatın kurtulsun.”

“Devlete sırtını yasladın mı sırtın yere gelmez! Başın açıkta, karnın aç kalmaz.”  

“Kaç yaşına geldin, hâlâ bir baltaya sap olamadın!”

“Bu dosyayı kabul etmemizi beklemeniz gülünç. Bu dosyayı bastırırsak zarar etmiş oluruz.”

“Şimdiki aklım olsa ben çoktan işimi, düzenimi kurmuştum.” 

“Yazarak, karın doyduğu nerede görülmüş!”

“Yazmak senin için, yemek, içmek gibi bir şeydi yahu. Nefes almak gibi bir şey. Nasıl bıraktın yazmayı hayret doğrusu.”

Ellerini kulaklarının üzerine kapatıp gözlerini sımsıkı yumdu. Soğuk soğuk terler dökmeye başlamıştı. Nefes alışverişleri gittikçe hızlanıyordu. Düşüyormuş gibi bir hissiyata kapıldığında, irkilerek uyandı. Neredeydi? Sağına soluna baktı. Biraz önce sürekli değişen bedenin olduğu yerde boşluk vardı. Dışarının ışıkları, odanın loş bir ışıkla aydınlanmasını sağlıyordu. Yutkundu. Titreyen elinin tersiyle alnında boncuk boncuk biriken terleri sildi. Kâbus görmüştü.

Bir süre sükût içinde oturdu. Yıllardır aklına bile getirmediği yazarlık, geçmiş yılları ve arkadaşlarıyla birlikte tekrar hatırlatmıştı kendini. Öyle ki, kâbuslarına bile girmişti. Oysa, babasının dediği gibi devlete sırtını yaslamış, annesinin dediği gibi düzenini, işini kurmuştu. Her gün titizlikle hazırlanıyor, herkes gibi işine gidiyor, çalışıyor ve akşam mesai saati bitişinde evine dönüyordu. Bir zamanlar, bir uzvu gibi olan kaleme ve kâğıda veda etmişti. Hayallerini yok saymıştı. Ancak mutlu değildi. Rahat edeceğini, rahatça geçineceğini söyleyen anne ve babası, mutluluğun sırrını vermeyi unutmuş olabilirler miydi? Dinlemişti işte ailesini. Rahat edeceksin diyen, şu an nerede, ne yaptıklarından dahi haberinin olmadığı akrabalarını, hatta bir zamanlar üst kat komşusu olan emekli Muzaffer amcayı. Niye mutsuz hissediyordu, niye başkasının hayatını yaşıyormuş gibi yabancılık duyuyordu hayatına?

İçten gelen bir ses yanıtladı sorularını. Çok tanıdık, ancak bir o kadar da yabancıydı konuşan ses.

“Rahat değilsin çünkü,” dedi. “Hayat mücadelesine dalıp gittin. Geçinmek öyle ağır bastı ki, kuytu köşede bir zamanlar tutku olarak tanımladığın hayatının işini unuttun. Hayallerindeki işi yapmana izin vermediler. Sende çabalamadın zaten, tam tersine boyun eğdin. Herkes gibi oldun. Şimdi ise, sadece etten ve kemikten oluşmuş, -mış gibi yapmaktan öteye gidememiş hayatlardan birine sahipsin.

Yaşıyor(muş) gibi.

Mutlu(imiş) gibi.

Nefes alıyor(muş) gibi. Yazık… ”

Sesin söyledikleri, Aydın’ın dilinde acı bir tat bıraktı. Bir anlık kararla ayaklandı. Çekmecesinden bir düzine boş, beyaz kâğıt çıkardı. Yıllar sonra eline aldı kalemini. Yazmak için büyük istek duyuyordu. Tıpkı yıllar önceki o genç gibi. Sağa eğik, karakteristik bir yazısı vardı. Kalem, kâğıda dokundukça ortaya çıkan o hışırtılı sesin heyecanını yaşamaya başlamıştı. Dudakları iki yana kıvrıldı. Kalemi çekip yazısına baktı. Kâğıdın ortasına başlangıç olarak, tek bir kelime yazmıştı;

-Mış gibi

Yazıyı nasıl buldunuz?

Oy için yıldıza tıkla!

Ortalama Oy / 5. Oy Sayısı

Oyu yok

We are sorry that this post was not useful for you!

Let us improve this post!

Tell us how we can improve this post?

Paylaşarak destek olabilirsiniz!
Previous Post

Celal Serter’in ‘Manifestosu…’

Next Post

Bitmesin Fırtınalar

Edanur Turcan

Edanur Turcan

Ben Edanur Turcan. 2000 Ankara doğumluyum. Lise eğitimimi Yunus Emre Mesleki Teknik ve Anadolu lisesinde Grafik Tasarım ve Fotoğrafçılık okuyarak tamamladım. Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi sosyal bilimler meslek yüksek okulu Basım ve Yayın bölümü mezunuyum. Grafik Tasarımcıyım. Yazmaya ortaokul döneminde başladım ve yaklaşık on seneyi aşkın bir süredir ara vermeksizin yazıyorum. Daha öncesinde birkaç öyküm elektronik edebiyat dergilerinde yayınlandı. Halihazırda kendi mesleğimin yanı sıra edebiyat ile ilgilenmeye devam ediyorum.

Next Post

Bitmesin Fırtınalar

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

No Result
View All Result

Hakkımızda

Kibele Kültür Sanat Logo

Kibele Kültür Sanat

Merhaba sevgili okur.

Mitolojide Tanrıların anası olarak bilinen Tanrıça Kibele’nin anaç, üretken, hayatın devamını sağlayan özelliklerinin uğruna inandık. Ve onun adını kullanıp Kibele Sanat olarak edebiyatta biz de varız dedik. Edindiğimiz misyonla amacımız; bizden önceki kalem ustalarımızın bayrağını, gelecek kuşaklara ulaştırmak. Çünkü edebiyat dünya tarihini içinde barındıran devasa bir ansiklopedidir… Devamını Oku

Arşivler

  • Temmuz 2025
  • Haziran 2025
  • Mayıs 2025
  • Nisan 2025
  • Mart 2025
  • Şubat 2025
  • Ocak 2025
  • Aralık 2024
  • Kasım 2024
  • Ekim 2024
  • Eylül 2024
  • Ağustos 2024
  • Temmuz 2024
  • Haziran 2024
  • Mayıs 2024
  • Nisan 2024
  • Mart 2024
  • Şubat 2024
  • Ocak 2024
  • Aralık 2023
  • Kasım 2023
  • Ekim 2023
  • Eylül 2023
  • Ağustos 2023
  • Temmuz 2023

Kibele Kültür Sanat Logo

Kategoriler

  • Anlatı
  • Araştırma
  • Deneme
  • Genel
  • Hakkımızda
  • İnceleme
  • Kitap İncelemeleri
  • Masal
  • Öykü
  • Roman
  • Şiir
  • Sinema
  • Sizden Gelenler
  • Söyleşi
  • Tiyatro
  • Yeni Çıkanlar

Son Yazılar

  • (başlıksız)
  • Bitmesin Fırtınalar
  • -MIŞ GİBİ
  • Celal Serter’in ‘Manifestosu…’
  • Mum

Copyright 2023 - 2025 Haziran K İ B E L E Kültür Sanat Dergisi Limited Şirketi All Right Reserved. Developer by Fedora Bilişim Teknolojileri İnternet Danışmanlık Hizmetleri Basım Yayın Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi. Bu sitede yayınlanan ses, görüntü, yazı içeren bilgi ve belge, hiçbir şekilde kullanılamaz, izinsiz kopyalanamaz. Tüm hakları K İ B E L E Kültür Sanat Dergisi Limited Şirketi'ne aittir.

KİBELE Abone
No Result
View All Result
  • Hakkımızda
  • Künye
  • Dergiler
  • Galeri
  • E-Dergi
  • Yazılar
    • Edebiyat
      • Şiir
      • Roman
      • Öykü
      • Deneme
      • İnceleme
      • Anlatı
      • Araştırma
    • Kitaplar
      • Kitap İncelemeleri
      • Yeni Çıkanlar
    • Tiyatro
    • Sinema
  • Yazarlar
  • İletişim
  • Üye Ol

Copyright 2023 - 2025 Haziran K İ B E L E Kültür Sanat Dergisi Limited Şirketi All Right Reserved. Developer by Fedora Bilişim Teknolojileri İnternet Danışmanlık Hizmetleri Basım Yayın Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi. Bu sitede yayınlanan ses, görüntü, yazı içeren bilgi ve belge, hiçbir şekilde kullanılamaz, izinsiz kopyalanamaz. Tüm hakları K İ B E L E Kültür Sanat Dergisi Limited Şirketi'ne aittir.