Acı her tarafını bürümüştü. Tek hissettiği kaburgalarındaki yanma hissiydi… Ama ağzını açıp tek kelime edemiyordu. Kelimeler ona küsmüş gibiydi. Ağzı mühürlenmiş , gözyaşları içine akıp onu sonsuz bir denizde boğuyordu. Sahip olduğu her şey , herkes ona sırt çevirmiş ellerinde bir bıçakla başında bekliyorlardı. O gece , o sokakta sadece eski hayatını kaybetmedi. Artık eskiden olduğu kişi de onu terk etmişti. O zaman gerçekten yapayalnız kaldığını anladı. Boğazındaki düğüm kalbindeki ipleri öyle bir sıkıştırıyordu ki öleceğini sandı. Sonra onun için bunun güzel bir son olduğunu düşündü.
Evden çıktı . Birkaç sokak geçti. O saatte açık bir çiçekçi -nasıl oldu bilmiyordu ama- bulabildi. Koca bir buket papatya aldı. İçinde uzun zamandır hissetmediği bir coşku hissediyordu. Kasabanın en yüksek tepesine çıktı. Bu hayatta en sevdiğinin yanındaydı şimdi. Papatyaları minik mezara bıraktı. Biraz zaman geçirdi minik kedisiyle. Son kez baktı ona , en güzel şekilde vedalaştı. Gerçi bu bir veda sayılmazdı , kavuşmalarına çok az kalmıştı. Birbirlerini çok özlemişlerdi.
Kaç saat geçti bilmiyordu. Belki bir belki beş belki otuz dakika… Nefesi ve nabzı gittikçe yavaşladı. Uzun zamandır hissetmediği kadar huzurlu hissediyordu. Ağzından çıkan son solukta ilk kez bu kadar rahat nefes aldığını hissediyordu.