İşe ilk başladığımda bu mesleği sevdiğim için her şeye katlanabileceğimi düşünmüştüm. En büyük duamı söylemek isterken aslında kendime beddua etmiş olduğumu fark ettim. Ne dilediğine dikkat et demişlerdi bana yeni anladım ne demek istediklerini. “Allah’ım, öğretmen olayım başka hiçbir şey istemiyorum ne gezmek tozmak ne de para.” Ne korkunç bir dua.
Öğretmenlik kutsal bir meslek derlerdi küçüklüğümde, öğretmenlere imrenip onlar gibi olmak isterdim. Gözümde o kadar çok büyütmüşüm ki hayal kırıklığım da bir o kadar büyük oldu.
Mesleğimin ilk senesi alışma dönemiydi, öğrencilerle yakın yaşlarda olduğumdan onlardan korktuğumu söyleyebilirim. Söylediğim herhangi bir kelimeyle dalga geçebilecek kadar ergen ve bilinçsizlerdi bu yaş grubu, bu sebeple önceleri mesafeli yaklaştım hepsine fakat zamanla en sevdikleri öğretmen olabilmiştim. Öğrencilerimi ve mesleğimi düşündüğümden daha çok sevmeye başlamıştım. Sırlarını, duygularını ve tüm düşüncelerini sadece bana paylaştılar. İlk zamanlar insanın hoşuna gidiyor bu durum, özel hissettiriyor fakat zamanla öğrenciye söylediğim kelimeleri diğer öğrenci ve öğretmenlerden duyunca ilk darbemi onlardan aldım ve tekrardan öğrenciye mesafe koymak zorunda kaldım. Şimdi ise bana “Hocam siz eskisi gibi değilsiniz, eskiden bizle güler sohbet ederdiniz, şimdiyse…” Küçücük çocuklar öğretmişti bana ilk dersi; öğrenciye güven olmaz. Şimdi ise ne kadar çok sevsem de onları sadece öğretmem gereken şeyleri öğretiyordum ve çıkıyordum sınıftan. Artık ne sohbet etmek ne de tüm sorunlarını dinlemek geliyordu içimden.
Peki ya buradaki öğretmenler, şaka gibi ama bir okul dolusu öğrenci onlardan daha olgun ve ahlaklıydı. Şey sanırdım, o kadar okumuş, görmüş geçirmiş insanlardı öğretmenler, birine bir şeyler öğretmek isteyen insan kötü olamaz. İlk öğretmenler odasına girdiğimde çok çekindiğimi hatırlıyorum, hepsi gözümde devasa önemli insanlardı. Neredeyse iki katı yaşımdaydılar onlardan daha tecrübesizdim nede olsa, yanlış bir şey yapmaktan sakındım. Daha sonra muhabbet etmeye başladık, kendilerini, yaşadıkları olayları, hislerini ve dünya görüşlerini anlattılar. Dinledim, hiç eleştirmeden sadece dinledim ve beni dışlamasınlar diye onlar gibi düşünüyormuşum gibi davrandım, onların konuştuğu konulardan muhabbetler açtım ilgimi çekmese de. Zaman içerisinde öğrencilerden bana öğretmenleri hakkında şikayetler gelmeye başladı, önce öğretmeni savundum öğrenciye sonra bunları müdürden sakladım, anlatmadım, olabilir herkes mükemmel olmak zorunda değil, onlar da hata yapabilir dedim kendimce.
Zamanla her şey değişmeye başladı, kendi aralarında çok iyi muhabbet ederken benim yanımda yalnız kaldıklarında birbirlerini kötülemeye başladılar. Küçücük sorunu büyüterek anlatıyorlardı ve dalgasını geçiyorlardı, ilerleyen günlerde ise gruplar oluştu aralarında. En son lise zamanında görmüştüm bu şekilde gruplaşmaları, küçük ergen kafasıyla oluşturup diğer gruptaki arkadaşları dışlardık, cahillik dönemiydi diye düşünürdüm ben hep, diğerleri de gruptakiler kadar normal insanlardı ve dışlanmalarına gerek yoktu aslında ama küçüktük ne de olsa. Şimdi ise aynısını burada koskocaman insanlarda görünce şaşkınlığımı gizleyemedim. Matematik öğretmenini dışlayarak başladılar ilk mobbinglerine, arkasından konuştukları vakitlerde matematik öğretmeni içeriye girdiğinde sanki dünyanın en iyi insanlarıymış ve ondan hiç bahsetmemişler gibi oturup kadınla muhabbet ediyorlardı, şuan ki gördüğüm insanlar birkaç saniye önceki insanlar değildi. Asıl şaşırdığım ise matematik öğretmeni, onların kendisinin hakkında konuştuklarını bilmesi ve buna rağmen onlarla gülümseyerek konuşması.
Zamanla mobbingin bana döndüğümü hissetmeye başladım ki hislerimde yanılmadığımı iki gün içerisinde öğrendim. Ben çıktıktan sonra birlik olup arkamdan iftira atmaya başladılar. Müdürden aldığım bir aferin mesajı onları bana düşman etmeye yetmişti. Hiçbir suçum olmadığı halde, onları savunmama ve onları sevmeme en önemlisi onlara hiçbir kötülüğüm dokunmamasına rağmen birkaç gün içinde hayatımı mahvetmişlerdi. Başka bir öğretmenle adımı çıkarıp asla yapamayacağım şeyleri yapmışım gibi anlatmışlardı.
Sinir küpüne dönmüştüm ama ne yapacağımı bilemediğim işin gidip üzerlerine köpüremiyordum. Öğrenciyle bile dedikodumu yapacak kadar küçülmüşler. Kimsenin yüzünü görmek istemiyordum, okula gitmek istemiyordum ki şuan ki kafayla ders anlatmam imkânsız gibiydi. En kötüsü ise hâlâ yüzüme gülümseyerek selam vermeleri ve muhabbet etmeye çalışmalarıydı. Midem bulanmaya başladı bu durumdan hatta bu bulantı onları her gördüğümde tekrarlanıyordu.
“İyi misin Gülşah hocam?”
Alışkanlıktan “İyiyim.” diye geçiştirdim sesin sahibini görmek için arkamı dönerken. Matematik öğretmeni olduğunu görünce biraz rahatladım ve üzgün bir şekilde gülümsemeye çalıştım.
“Miden mi bulanıyor?” diye sordu kısık bir ses tonuyla. “Eğer bulanıyorsa kimseye çaktırma, arkandan kesin hamile demeye başlarlar.”
“Bu kadarını yapmazlar herhalde hocam.” diye şaşırarak geri çekildim.
“Yaparlar, onlara göre bu çocuk oyuncağı, ağızlarından çıkanların insanları nasıl etkilediğini asla düşünmezler.”
“Siz bu duruma nasıl katlanabiliyorsunuz hocam, benim içim almıyor. Arkanızdan neler söylediklerini bildiğiniz halde nasıl böyle soğukkanlılıkla yaklaşabiliyorsunuz?”
“Bak işte hayatın gerçeğini öğrenmiş oldun. Herkes sahte davranır hayatta.” “Gel otur.” Sandalye çekti oturmam için. “İnsanlar evden çıkıp buraya geldiklerinde iyilik maskesi takarlar daha sonra o maskeyle işleri bittiğinde ya da canları sıkıldığında yeni maskelerini çıkarırlar; kötülük, sırdaş, arkadaş canlısı, çıkarcı… daha sayılamayacak bir sürü yüz.”
“Kimse gerçek davranmıyor.” dedim ağlayarak. “Artık bir şey yaptıklarında altında ne var diye sorguluyorum. Hepsi sanki bir tiyatroda kendi senaryolarını kurmuş ve istedikleri gibi oynuyorlar.”
“Gülşah hocam yaşın daha çok genç, öğreneceğin çok şey var, hepsine böyle üzülürsen sonunda zararlı sen çıkarsın. Kafaya taktıkça streslenirsin, delirirsin, miden bulatın bundan dolayı. Bırak, izin ver konuşsunlar, sen de görüyorsun kendi arkalarından bile neler söylüyorlar.”
“Olmadığım biri gibi mi davranmalıyım yani.”
“Olmadığın biri gibi davranmak zorundasın. Konuş, gülümse sohbetine devam et onlarla ancak sırlarını söyleme. Sadece sen ne kadarını istiyorsan o kadarını bilsinler. Onlar senin dünyanda karınca kadar küçük ve önemsiz insanlar, senin dünyan senin kararların, onları önemli yapacak kadar büyütürsen dünyanı mahvedersin fakat önemsemezsen kendi oyununu kurarsan inan çok eğlenceli olur.”
Kendi oyunumu kurmak, bu kulağa hoş geliyordu. Benim istediğim gibi şekillenen bir dünya. Onlara onlar gibi cevap vermeyecektim, hayır onlar gibi olmayacağım, onlardan daha eğlenceli yapacağım bu hikayeyi.