Güneş o sabah da doğmuştu ama onun odasına uğramamıştı.
Derin, ağır bir sessizliğin içinde uyanan kadın,kaç gündür sustuğunu, kaç yıldır yaşamadığını hatırlayamıyordu.aynada yüzüne baktı;tanımadığı biri vardı karşısında.ne zaman bu kadar uzak düşmüştü kendine?Oysa bir zamanlar ışıkla doluydu gözleri.Bir zamanlar, bir “neden” vardı ama artık hiçbir şeyin anlamı yok gibiydi.
Ve bir gün, çekildi içine. Gerçek anlamda.
Kadın,evinin arka bahçesinde,çocukluğunda oynarken fark ettiği eski, kurumuş bir kuyuya indi.İlkin kimse fark etmedi.zaten kimse bakmıyordu artık birbirine.
Katman katman ayrılmış bir kuyuydu bu,yavaşça ilerledi;
ilk katmanında, geçmiş yankılandı.
Anne sesinde bir dua:
“Tanrım, bu çocuğu karanlıktan koru.”
Çocukluğunda duyduğu, ama anlamını hiç sorgulamadığı sözler…Şimdi bir çınlama gibi yankılanıyordu taş duvarlarda.
Kadın durdu.
İçinden bir ses, “Dön,” dedi ama başka bir ses daha vardı:”Ne zaman yaşadın ki, neyden dönüyorsun?”
İlk kez, kendine sormaya başladı:
“Ben kimim?”
Cevap gelmedi.
Ve yoluna devam etti.
İkinci katmanda karanlık daha yoğun, hava daha ağırdı.burada geçmişiyle karşılaştı.
Babası…Onu asla dinlememişti.Eski sevgilisi… Onu asla gerçekten sevmemişti.
Kendisi… Kendini hiç duymamıştı.Kuyunun taşlarına dokunduğunda,yüzlerce parmak izi hissetti.Kendisi gibi kaç kişi daha inmişti bu kuyuya?Kaç kişi çıkabilmişti?
Bir yankı geldi yukarıdan:
“Her şey senin içinde oldu.”
Ağlamaya başladı ama bu, yıkıcı değil, temizleyici bir ağlayıştı.İlk defa kendini affetmeye başladı…
Daha derinlere indi.üçüncü katmana gelmişti ve artık hiçbir ses yoktu.Ne bir düşünce, ne bir acı, ne bir umut.zaman buraya hiç uğramamış gibiydi.burada sadece hiçlik vardı ve o hiçliğin ortasında bir şey oldu.
Bir sıcaklık…Bir varlık…
Adı yoktu ama her şeyin adı gibiydi.
Kadın,gözlerini kapadı ve o sesin içinden geçen kelimeleri duydu:
“Sen, var olmakla yok olmak arasında duran çizgisin.Korkma.Çünkü zaten sen hiç olmamıştın,Ve hep var oldun.”
Kendine dönüş;
Kadın kuyudan çıktığında dünya değişmemişti ama o değişmişti.İnsanlar hâlâ koşuyordu, ağlıyordu,gülüyordu.Savaşlar vardı, aşklar vardı, ölüm vardı…
Ama artık her şeyin içinde bir anlam vardı.
Çünkü kadın,o anlamı dışarda değil,içindeki sonsuz kuyuda bulmuştu.kendi kuyusunda kaybolup yine kendisini bulmuştu.
O günden sonra yürümeye başladı.
İnsanlara bakarak, gözlerinin içine, gerçek bir dikkatle… bazen sessizce şöyle diyordu:
“Senin de bir kuyun var.
Korkma inmeye çünkü karanlık,ışığın doğduğu ilk yerdir.”
Kaç kişi anladı işte orasını hiç sormadı çünkü o cevaplardan çok soruları aramakla ilgilenmişti…