
Başlangıç: Yabancılık ve Sessizlik
Daha üniversiteye yeni başlamıştı.
“Üniversite dedikleri şey böyle bir şey miymiş?” sorusunu kendine ilk defa sormuştu.
Koridorlarda bir koşuşturma, bir acelecilik vardı. Herkes bir yere yetişmeye çalışıyor, ama kimse gerçekten nereye gittiğini bilmiyor gibiydi.
İlk haftadan, kütüphanenin kokusu, kantinin uğultusu, sınıf kapılarının arasından taşan kahkahalar… Hepsi bir tür özgürlük gibiydi — ama biraz da yalnızlık.
Kimse seni tanımıyordu, kimse senden bir şey beklemiyordu. O tuhaf özgürlük duygusu, Ceren’i hem heyecanlandırıyor hem de korkutuyordu.
İlk kez gerçekten “kendin” olma şansın vardı ama ne demekti bu “kendin olmak”?
Belki de o zamana kadar hep birilerinin gölgesinde tanımlamıştı kendini: ailesinin, öğretmenlerinin, arkadaşlarının…
Düşünmenin Gürültüsü
Bir akşam yurttaki odasında, elinde çay bardağıyla camdan dışarı bakarken düşündü Ceren;
“Ben gerçekten kimim, neyi istiyorum, neden buradayım?”
Bu soruların cevabı yoktu.
Ama o gece, ilk defa sustuğunda, içinden bir sesin fısıldadığını duydu.
O ses korkak değildi, yalnızca zamana ihtiyaç duyuyordu.
Fakat kendi sesini duymak düşündüğünden daha gürültülü bir şeydi.
Günler geçti, her yeni yüz, her yeni derste biraz daha kendini dinlemeye başladı.
Artık kimsenin “şöyle ol” demediği bir yerde, “nasıl olmalı” sorusuyla baş başaydı. Belki de, büyümek tam olarak buydu: kendine sormaktan kaçtığın sorularla yalnız kalmak.
Kütüphanedeki Kadın
Belki de bu yüzden kendini kütüphanede buldu — sessizliğin bir çeşit sığınak olabileceğini düşünmüştü.
Oysa orada tanışacağı kadın, bu sessizliğin içinde yıllardır boğuluyordu.
Kütüphane, onun için kampüsün en sessiz ama en ağır yeriydi.
İlk haftalar boyunca oraya sadece ders notlarını çoğaltmak için gidiyordu.
Ama o gün, nedenini bilmeden rafların arasında uzun uzun dolaştı.
Kitapların sırtlarındaki kelimeler birbirine karışıyordu. Gözleri sayfalarda gezinse de aklı çok uzaktaydı.
Görevli kadın, masasının arkasında sessizce çayını karıştırıyordu.
Gözlüklerinin ardından dikkatle onu izledi bir süre — sonra gülümsedi.
“Kaybolmuş gibisin,” dedi, sesi neredeyse fısıltı kadar yumuşaktı.
Ceren hafifçe irkildi.
“Bir kitap arıyorum… sanırım,” dedi kararsızca.
Kadın başını eğip gülümsedi.
“Sanırım mı?” diye sordu. “Yoksa bir cevap mı arıyorsun?”
Ceren cevap veremedi.
İlk defa biri, tam da ihtiyacı olan şeyi sormuştu.
O an, kütüphanedeki sessizlik bambaşka bir anlam kazandı.
Kadın masasının altından eski bir kitap çıkardı, kapağı yıpranmıştı.
“Bu kitabı kimse almaz,” dedi, “çünkü cevabı içinde arayanlar genelde daha sormadan vazgeçer.”
Ceren kitabı aldı. Sayfalar arasında eski bir kitap fişi vardı — üzerine kurşun kalemle şu yazılmıştı:
“Kendini bulmak, önce kaybolmayı göze almakla başlar.”
Kadınların Sessiz Direnişi
O günden sonra Ceren kütüphaneye kitap okumaya değil, kendini duymaya gelmeye başladı.
Ve her defasında görevli kadının gözleriyle karşılaştığında, ikisi de sessizce gülümserdi.
Çünkü bazı konuşmaların sözcüklere ihtiyacı yoktu.
Kadın, ona kitabı uzattığında yalnızca bir sayfa değil, bir bakış da bırakmıştı eline.
O bakışta bir tür yorgunluk vardı — ama aynı zamanda tuhaf bir direnç de.
Sanki yıllar boyunca sessizce bir şeylere katlanmış, ama hiçbir zaman tam teslim olmamış birinin bakışıydı.
O an fark etti; kütüphanedeki o kadın sadece görevli değildi.
Birinin annesi, birinin kızı, belki de gençliğinde başka hayalleri olan bir kadındı.
Ama hayat onu burada, başkalarının unuttuğu kitaplara bekçilik eder hale getirmişti.
Ve o yine de, içinde bir yerlerde o hayallerin tozunu saklıyordu.
Ceren, kitabın kapağını kapatırken kendi içinden geçen sesi ilk defa net duydu:
“Ben de öyle olmak istemiyorum.”
Söylemeden, yüksek sesle dile getirmeden bile bu cümle içini titretti.
Çünkü ne kadar sessiz olursa olsun, bazı fark edişler haykırmak kadar güçlüydü.
Belki de kadın olmak tam olarak buydu. Dayatılanlarla mücadele etmeyi öğrenmek değil,
önce kendi isteğini duymayı, sonra o isteğin sesine kulak verecek cesareti bulmayı…
Kadın Olmak
Ceren, kitabı alırken bakışlarını çok uzun süre kadının bakışlarından alamadığını farketti.
Sanki o an, sayfaların değil de hayatın ağırlığı geçmişti kadından kendisine.
Bakışlarını kadının gözlerinden ayırıp yüzünün tamamını inceledi; kırışıklıkları arasında bir yorgunluk değil, bir tür “kabulleniş” vardı sanki.
Ama o kabullenişin altında, sönmemiş bir şey — bir isyan kıvılcımı gibi duran sessizlik.
“Hiç düşündünüz mü… başka bir şey yapmak ister miydiniz?” diye sordu Ceren,
kelimeleri kendi dudağından çıkarken utanır gibi.
Kadın, kısa bir sessizlikten sonra hafifçe güldü.
“Senin yaşındayken,” dedi, “her şeyi isterdim. Ama sonra insan istemeyi bile unutur oluyor.”
Bu cümle Ceren’in içini bir anda ısıttı, sonra ürpertti.
Kadının sesi kütüphanedeki sessizliğe karışırken, Ceren bir şey fark etti:
O kadın aslında vazgeçmemişti.
Sadece, kimse ona artık ne istediğini sormuyordu.
Belki de bütün mesele buydu.
Kadınlar susturulmadan önce, sadece sorulmamayı öğreniyordu.
Kapanış: Kendi Sesini Duymak
Ceren, kitabı çantasına koydu.
Ama o kitabın adı değil, kadının o son cümlesi kaldı aklında:
“Unutma,” demişti, “herkesin bir ‘artık istemem’ yaşı vardır.
O yaşa gelmeden önce, ne istediğini yüksek sesle söyle.”
O gün kütüphaneden çıktığında, dışarıda hava hâlâ aynıydı. Ama Ceren’in içindeki sessizlik, artık sessizlik değildi. Bir yankıya dönüşmüştü. Etkisi uzun yıllar sürecekti.