Üniversitenin ilk yılıydı, yurttaki tüm kızlarla birlikte Kore dizilerine öyle bir sarmıştık ki, yurt adeta küçük bir Seul’e dönmüştü! Kore dizilerinde en çok dikkatimi çeken şey, duyguların anlatım biçimi oldu. Aile bağlarının ön planda oluşu, saygı kültürünün neredeyse her sahnede hissedilmesi ve incelikli romantizm, izleyiciyi içine çeken başlıca unsurlar. Türk dizilerinde bir kavga sahnesi varsa, kesin bağırış çağırış olur ama Kore dizilerinde aynı sahnede sessizlik çok şey anlatabilir. Göz göze gelmek, hafifçe başını eğmek, durup bir şey söylemeden gitmek… Bu tarz şeyler bana önce tuhaf geldi ama zamanla alıştım. Hatta artık bu sade anlatımın etkileyiciliğini daha çok hissediyorum. Elbette bu dizilerde idealize edilmiş bir dünya da var. Çoğu zaman gerçek hayatta karşılığı olmayan, fazla mükemmel karakterler, zengin-prens ve fakir-kız hikâyeleriyle karşılaşıyoruz. Ancak belki de tam da bu yüzden izliyoruz onları. Gerçek hayatın sert yüzünden biraz olsun uzaklaşmak, umut dolu hikâyelerde kaybolmak için… Bir gün yurttaki oda arkadaşlarım Boys Over Flowers’ı bitirmeye kararlıydılar ve sabaha kadar başından kalkmadılar. Sabah ben gözümü açtığımda, onları hâlâ bilgisayar başında, yarı uykulu halde buldum. Amaçlarına ulaşmışlar, dizi bitmişti ama onlarda bitik durumdaydı. Sonra hep birlikte “İktisada Giriş” dersine gittik. Amfide yan yana oturduk ama derste değillerdi aslında. Biri kafasını sıraya koyup, “Yemin ederim herkes Korece konuşuyor gibi geliyor,” dedi. Günü çıkaramadılar, dersten sonra doğruca yurda dönüp sızdılar. Bu arada yurttaki çoğu kızın Lee Min Ho’ ya âşık olduğunu söylemiş miydim? Adam oynadığı an bizde peşinden izliyorduk; resmen filmografisine ezbere hakimdik. Yalnız şimdiye kadar izlediğim hiçbir Kore dizisi, geçen aylarda izlediğim dizi kadar beni etkilememişti. Bir dostumun tavsiyesiyle izledim. Dizi o kadar içime işledi ki, hemen ardından kız kardeşime de izlemesi için baskı yaptım. Evet, bahsettiğim dizi: When Life Gives You Tangerines. Toplam 16 bölümlük bir dizi ve neredeyse her bölümde gözyaşlarımı tutmakta zorlandım. Son bölüme geldiğimde ise artık dayanamayıp bıraktım kendimi; ne varsa içimde, hepsi aktı gitti. Hayatınızdaki tüm duyguları, en büyük acıları ve en temiz sevinçleri bir başkasıyla birlikte, aynı anda hissettiğinizi düşünün. Hikâye zaman zaman can yaksa da adamın çalışkanlığı ve kadının tertemiz kalbiyle her şey yavaş yavaş çözüme kavuşuyor. When Life Gives You Tangerines, izleyen herkesin kendinden bir şey bulabileceği; sevgi, hüzün, umut ve mücadele gibi tüm duyguların aynı anda yaşandığı güçlü bir hikâyeye sahip. Dizide ne gereksiz bir sahne ne de rastgele yazılmış bir replik bulmak mümkün. Her detay, emek ve hassasiyetle işlenmiş. Hayatın en zorlu yollarında bile, doğru insanın yanında yürümek bir bahar bahçesi açtırıyormuş. “Zor günlerim oldu, ama hiç yalnız bir günüm olmadı.” Dizinin sonunda geçen bu replik, yalnızca bir cümle olmanın ötesinde, tek başına bir deneme yazısının kalbini oluşturacak kadar derin ve anlamlı. İzleyin, izlettirin. Bu tür hikayeler, unutulmaz izler bırakır.