O, Nil’in koynunda doğan bir güneş,
Güneş’in kıskandığı bir altın tozuydu.
Güzelliği, bir efsanenin yaldızlı perdesi,
Ama asıl gücü,
Büyüsüydü kelimelerinin.
Bir kadın,
Bir kraliçe,
Bir fırtınanın gözbebeği…
Dudaklarından dökülen efsunlu her cümle,
Bir sarayın taş duvarlarına mühürlenir,
Her adımı, tarihin kalbine işlenirdi.
Sadece bir yüz değildi,
Ne göğüste taşınan narin bir çiçek,
Ne tek rüzgârda yıkılacak bir direk…
Tek dokunuşuyla tahtları titreten,
Diz çöktüren bir güçtü krallara.
Zarafetin ve zekânın buluştuğu bir denizdi,
Dalgalarına kapılan herkes,
Hazırdı onun için batmaya.
Her yol mübahtı onun yolunda,
Her yol, aşılırdı uğrunda.
Şehirler ateşe verilirdi,
Bir bakışı uğruna.
Kılıçlar çekilir,
Taçlarını unuturdu krallar.
Oysa ki o savaş değil,
Kusursuz bir dans isterdi.
Ah, Kleopatra!
Tahtın göklerde şimdi,
Kadınların baş tacı,
Efsanelerin vazgeçilmezi.
Adın, eski taşlara kazındı şimdi.
Ancak ne tarih sildi ismini,
Ne geçtiği topraklar unuttu izini.
Yüzyılların fırtınası karşısında,
Dağ gibi dimdik,
Dillere destan güzelliği.