Bizim mahalle Ankara’nın diğer bölgelerine göre outlet sayılır. Herkes birbiriyle ya hemşeridir ya akraba. Başlangıçta hiçbir şey değilse bile sonradan arkadaş olmuştur. İlla bir bağ kurulur yani. Bizim apartmanın hanımları yan binadaki Remziye’nin birkaç mülkünden gelen kira gelirine, kendisinin emekli olmasına, üç çocuğunun üçünün de memurluk yapmasına rağmen çöplerden plastik ve kâğıt toplamasını fırsat buldukça kınıyorlardı. Aralarına her katıldığımda Remziye’nin methini duyuyordum. O zamanlar hayat bu kadar pahalı değildi. Memurlar orta sınıf gibi takılabiliyor, emekli maaşıyla kimseye minnet etmeden yaşanıyordu. Öğrenciler burslarıyla doyasıya bira içiyorlardı. Sakarya Caddesi’nde herhangi bir barda yarım litre tuborg fıçı bira beş liraydı, daha nasıl anlatılır! Outlet mahallemizde çöpten bir şeyler toplayanlar Remziye gibileriydi.
Bir gün iş arkadaşımı bizim eve bekliyorum. O zamanlar ‘akıllı telefona konum attım, hadi gel’ kolaylığı henüz yok. Devir SMS devri. Tuzlu çayır mah. 603 sok. 7/2 diye yazdım. Bir de aradım dilim döndüğünce sözel anlattım. Çıktım balkona bekliyorum gelmesini. Ben yola bakarken bir kadın çöp konteynırına başını eğmiş iştahla karıştırıyordu ama ne iştah! Diplere diplere elini ata ata. Çöp torbası yapılmış market poşetlerinden sızan çay, çorba atıkları her kenara savruluşta akıverdi, bana mısın demedi. Ne var ne yok süzgeçten geçirdi. Bulabildiği kâğıtları, plastikleri kuyumcunun elmas muayenesi gibi havaya kaldırıp inceledikten sonra torbasına attı. Bu dedim olsa olsa Remziye’dir. Söylenen tüm tariflere uyuyor. Fakat şu dünyada kaç kişi işini bu kadar sever.
Bizim apartmanın ev hanımları camdan dışarıyı seyrederler. Yaprak düşse onlar görür, en kötü görmeyenlere de anlatırlardı. Ankara’nın suları içilmez, her eve plastik şişede su alınır. Ne zaman birisi su şişesi atsa Remziye’nin tetikte bekleyip konteynırın başına koştuğuna dair söylentilerle mahalle çalkalandı. İşten güçten fırsat bulduğum kadarını en son duyan benim bile kulağım aşındı. Apartmanın kadınları yemin etmiş Remziye’yi daha fazla çöpten zengin etmeyeceklerdir. Yaşlıca bir adamın da bu işi yaptığını gören görmeyenlere anlattı. O adam çöpe yaklaşınca hepsi birden su şişelerini indirdi. Böylelikle çöpten kazancı kontrol altına almış oldular. Remziye’nin çöple ilişkisi her dönem konuşuldu. Covid salgının revaçta olduğu zaman komşuluğa mesafe koymayan teyzeleri uyardığımda; Iğdırlı Gülsüm teyze “ Men covid diye bir şey bilmirem. Bir şey olsaydı deya İremziye’ye olurdu; çöpten gafasını çıkarmıyer,” demişti.
Onuncu yılın sonunda epey yukarı taşındığım mahallede Remziye’yi göremedim. Muhtemelen bu mıntıkaya o bakmıyordu. Yeni muhitimde yaşlıca bir kadınınla, on yaş altı kız çocuğunu atık kâğıt arabasıyla görüyorum. Hani şu iki tekerlekli metal gövdeye telis torba takılmıştır da toplanan kâğıt ve plastiklerden kabarmış gövde, kol gücüyle çekilerek taşınıyordur. İşte o dolu kâğıt arabasını kadın çekiyor, kız çocuğu onun arkasından yürüyor. Kadın uzun kollu bluzlar ve ayağına değen etekler giyiniyor. Başına örtüğü eşarbı yüzünü de gizliyor. Kafası her zaman öne eğik. Hiç kimse yokmuş gibi işini yapıyor. Yanından geçen hiçbir insana dönüp bakmıyor. Kız çocuğunun uzun siyah saçları her zaman örgülü. Elbiseleri eski olsa da temiz olduğu belli. Çocuk etrafıyla ilgili görünüyor. Gelip geçen insanlarla göz göze geliyor, kâğıt arabasını doldururken duruyor, kollarını sallıyor, elini beline dayıyor, etrafı seyrediyor. O yaştaki çocuğun ne işi var çöp konteynerinde diye üzülüyor insan. Manzarayı her gördüğümde de iç sızlamam tekrar ediyor.
Kurban bayramının ikinci günü işten eve dönüyorum, maalesef tatili olmayan bir iş seçmişim zamanında. Arkası bana dönük yaşlı kadın çöp arabasını yine çekiyor. Her zamanki kız çocuğundan başka beş altı çocuk daha var. Kaçı kız, kaçı erkek sayamadım, hepsi de on yaş altı görünüyor. Ben geçerken kadın her zamanki iş ciddiyetini bozmadı, umurunda değilim. Çocuklar hep bir ağızdan “İyi bayramlar abla,” dedi. Gözleri çantamdan çıkaracağım harçlığı umarak bakıyor. Çantamda hepsine yetecek para yok. Birine versem, diğerine vermesem olmaz. Siz bu parayı paylaşın desem, aralarında kavga çıkar, biliyorum. “İyi bayramlar,” demekle yetinerek yanlarından geçip gittim.
Bayramın üçüncü günü oldu. Ben de çalışmıyorum nihayet, hiç değilse büyüklerin ellerinden öpeyim de kırılan darılan olmasın diye çıktım evden. Yaşlı kadın arkasına aldığı çöp arabasını çekerek geliyor, başı her zamanki gibi öne eğik, yanında siyah uzun saçı örgülü kız çocuğu. Ben de onlara doğru yürüyorum. Karşı karşıya kaldığımız mesafede kız çocuğu “İyi bayramlar abla,” dedi. “ İyi bayramlar, dur biraz bekle,” dedim. İkisi birden olduğu yere sabitlendi. Cüzdanımdan biraz para çıkarıp kıza uzattım. Kız ne kadar olduğuna bakmadan avucunun içine aldı. Kadın ilk defa başını kaldırıp yüzüme baktı. Çenesinde dövmeler vardı. Esmer alnında göçmen olduğu yazıyor gibiydi. Yüzü; ağır yaşam koşullarından yıpransa da sandığım gibi yaşlı değildi. İnsanların bakışları birbirine değince bağ kuruluyormuş meğerse. Gözlerinde çaresizlik, yüzünde yaşanmamış ömrün ihtiyarlığını fark ettim. Hallerini hatırlarını sormak istedim. Fakat boğazım düğümlendi o bana bakıp kısa bir süre durduktan sonra “İyi bayramlar,” dedi. Ben de sadece “İyi bayramlar,” diyebildim. Birbirimizi geçtik, ters yönlere doğru yürüdük. Keşke dedim keşke yine çöpleri bir tek Remziye karıştırsaydı.