Ahmet Urfa’nın Tozluca köyünde doğup büyümüş, ilk gençlik yıllarında İstanbul’a gelip yerleşmişti. İnşaat işçiliğinden yap sat işlerine terfi etmiş, bu sayede epey mal, mülk sahibi olmuştu.
Hayatı tekdüze denilebilecek durgunluktaydı. Öyle gece hayatı, içki, karı kız ayağı yoktu. Anasının tüm ısrarlarına rağmen evliliğe yanaşmamış, müzmin bir bekârdı. İşinin yoğun olmasına rağmen ev işlerini de hiç aksatmadan titizlikle yapardı. Mesleği gereği insan ilişkileri epey iyi denilebilirdi. Camiada sevilen, dürüst bir insandı.
Oturduğu evi beş yıl önce almış, kendi zevkine göre dayayıp döşemişti. Apartman sakinleri, biri dışında hemen hepsi emekli ya da emekliliği yaklaşmış kişilerdi. Sakin bir apartman sayılırdı. Herkes kendi halinde takılır, bir birlerine pek girip çıkmazlardı.
Ahmet’i şaşırtan da bu olmuştu. Böylesine sessiz sakin bir apartmanda nasıl olur da böyle bir cinayet işlenirdi? Hiç mi kimse duymamış, görmemişti? Cinayet apartmanda işlenmediyse bu kesik başı kim gelip, buraya bırakmıştı? Bu sorular Ahmet’i yiyip bitiriyordu.
Acaba polise mi gitsem diye düşündü. Fakat bu fikirden anında caydı. Polise gitseydi katilin kendisi olmadığını nasıl ispatlayacaktı. Sonuçta suçun kendi üzerine kalma olasılığı da vardı. Çaktırmadan apartmanda araştırma yapsam mı? Diye düşündü. Ondan da vazgeçti. Bunca zaman hiç girip çıkmadığı dairelere ne diyerek girecekti? İnsanlar şüphelenmez miydi?
Tüm olasılıkları gözden geçirdikten sonra son çarenin bu meretten bir an önce kurtulmak olduğuna karar verdi. Ama nasıl?
Valiz çoktan hazırdı. İş valizin nereye atılacağına kalmıştı. Düşünürken ilk aklına gelen çöp konteynerleriydi. Sonuçta bu zamana kadar birçok katil, cesetten uzaklaşmak için konteynerleri kullanmıştı. O neden kullanmasındı ki?
Bu fikir onu epey heyecanlandırdı. Valizi alıp, kapıdan çıktı. Ayakları onu asansöre yöneltti. Fakat asansör hala arızalıydı. Elinde kesik bir başla yürüyerek merdivenlerden inmek onu epey korkutmuştu. İstemeden de olsa inmeye başladı. Neyse ki ortalık sakindi.
Apartman kapısından çıkınca rahat bir nefes aldı. Eve en yakın duraktan dolmuşa bindi. Esenyurtta indi. Hızlı adımlarla kaldırımları arşınladı. Bir an valizi yere bırakıp, onun değilmişçesine oradan uzaklaşmak istedi. Kendi kendine neden olmasın dedi. Biraz daha gittikten sonra valizi kaldırım kenarına bıraktı. Tam uzaklaşacaktı ki arkasından bir ses:
-Hey, beyefendi sanırım valiz sizin deyip adamın eline tutuşturuverdi.
Şaşırmış gibi yapıp, teşekkür ettikten sonra sakin adımlarla oradan uzaklaştı. Şimdi istikamet kameraların olmadığı bir yerde çöp konteyneri bulmaktaydı.
Sağına, soluna bakıp yola devam etti. Epey yürüdükten sonra bir tane bulmuştu. Yaklaştı, tam atacaktı, karşıdan iki delikanlının gelmekte olduğunu görüp vazgeçti.
Olduğu yerde dönüp duruyordu. Belli ki bu işi bu gece halledemeyecekti. En yakın dolmuş durağına yürüdü. İlk gelene binip eve döndü.
Öfkeden gözleri ateş saçıyordu. Kesik başı nefretle buzluğa yerleştirdi. Valizi yıkanması için makinaya attı. Kendi de duşa girdi.
Ertesi sabah işe gitmek üzere hazırlandı. Fakat aklı fikri kesik baştaydı. Acaba inşaat alanlarından birine mi gömseydi? Olabilir dedi. Ama kendini oldukça yorgun hissediyordu. Onunla uğraşacak ne enerjisi ne de sağlam psikolojisi kalmıştı. Bu olay onu epey yıpratmıştı.
Bir anda aklına merdivenlerdeki kan lekeleri geldi. Acaba temizlenmiş miydi? Temizledilerse bundan hiç şüphelenen olmadı mı? Çünkü iki gündür asansör bozuktu. İnsanlar inip çıkmak için merdivenleri kullanmak zorundaydı. Mutlaka biri rast gelmiş olmaydı.
Bu düşüncelerle basamaklardan hızlı hızlı indi. Fakat etrafta hiç kan lekesi yoktu. Temizlenmişti. Şaşkın halde öylece kalakaldı. Aklında deli sorular dönüp duruyordu. Neler oluyordu? Bu insanlar neler çeviriyordu? Yoksa birileri katili biliyordu da, cinayeti ona mı yıkmak istiyordu?