O zamana kadar kimseye 5 dakika bile bırakamadığı yavrusunu, ilk kez okula bırakan kadın ,yavrusuna el salladı, gülümsedi. Okulun kapısı kapandığında yüzündeki gülümseme yerini garip bir ifadeye bıraktı. Bu duyguyu tanımıyordu. Sudan çıkmış balık gibi yürümeye çalışıyordu. Şehrin en sevdiği sokağına doğru yürüdü. Oturmakla yürümek arasında bir yerde kamıştı bedeni ve zihni. Düşüncelerden özgürleşmek için bir seçim yaptı ve onları dinlemek üzere bu minik şehrin en sevdiği sokağındaki geleneksel ahşap dükkanlardan oluşun sanat sokağındaki kitap kafeye oturdu. Hala alışmaya çalışıyordu bu şehre. Acaba bir şeyler içsem mi içmesem mi diye düşünürken, arafta kalan zihnine inat dilinin ondan habersiz bir kahve ve kurabiye söylediğini fark etti kendi sesini kulaklarında duyduğunda. Sanki ona rağmen bir şeyler oluyordu artık hayatta. Henüz karar vermişti kendini hayatının merkezine koymaya. Henüz karar vermişti her şeyi kontrol etme, mükemmel anne olma hastalığından özgürleşmeye ,Özünü gürleştirmeye. Bu kadar yüksüz olmak hafifletmişti kalbini, zihnini. Oysaki henüz alışıyordu bu kadar hafiflemiş hissetmeye. Anne olmadan önce yoktu sanki. Nasıl yani? Sürekli yapılacaklar listesi olmadan, sadece bir kahveyi yudumlamak, o sandalyedeki bedenini hissetmek, kalbindeki koşulsuz sevgi ışığını hissetmek nasıl bir şeydi? Sahi insan kendini sebepsiz sevebilir, değer verebilir miydi kendine her şeye rağmen. Kendini inşa edebilir miydi dilediği gibi yeniden tüm rollere rağmen, onlara tamamen karışmadan ama ayrışmadan da. Şükrü ,kabulü, umudu, sevgiyi ,özgüveni hissetmek nasıl bir şeydi egonun oyunlarına rağmen. Yeni bir duygu skalası oluşuyordu hayatında. Oturdu ve henüz aldığı o yeşilin pek çok tonunun sanki bir ebru sanatı gibi buluştuğu defterin kapağını açtı. Ne çok düşünmüştü oysaki o defteri para verip vermemek için. Oysaki hafiften koyuya yeşilin yavaşça kaynaşan o tonları adeta büyülemişti gözlerini. Zaten ev hep yarım kalmış defterlerle dolu diye düşünürken içinden bir ses “bu yeni bir başlangıç niyetiyle olsun “diye ikna etmişti sanki onu. Kapağı açar açmaz bilmediğini sandığı bir hikaye akmaya başladı parmaklarından kalemin ucuna .Oradan da el değmemiş bir gelin gibi duran bembeyaz kağıda. Kalem ona sormadan akıtıyordu biriken kelimeleri. Bir zaman sonra öylesine sorgulamadan yazmak öyle iyi geldi ki zihnine. Sanki kalemin ucunda oynayan o huysuz çocuk ,sakinleşmeye ve ona güvenmeye başlamıştı. Sanki kalemin ucuna bir gibi demir atmıştı zihni. Kalbi daha fazla istemiyordu hiçbir şeyi. Daha az da istemiyordu ama. Tam olması gerektiği gibiydi sanki her şey. Yazarken şaştı kendine. Bu kelimeler bana emrediyor sanki diye düşündü. Kafenin kapısı gıcırtılı şekilde açılınca refleks olarak, kafasını kaldırıp bakmak dışında hiç kafasını fark etmedi .Eli sanki kalbine bağlanmış ve senelerin hasretini gideriyor gibiydi. Kalemle kutsal bir buluşma yaşıyordu parmakları adeta. Zaman neredeydi diye bağırdı kronosa? Kendini kaybetmişti. Kaybolmanın bazen ihtiyaç olduğunu o an fark etti. Çok kapıldıklarında boğulmak yerine bir anlık bu kimliklerde kaybolmak ne iyi gelmişti. Amaçsız, sebepsiz, hesapsız, korkusuz yazmak. Sonun başıyla buluştuğu yerde yazmak. Sonunu başını düşünmeden. Yazdığını bile unutarak yazı olmak adeta. Ne iyi gelmişti ruhuna. Yıllardır yorulan zihnine. Aradığı şeyi bulmuştu. Bulmuştu ama kaybetme korkusu yoktu. çünkü onun aslında hep orda olduğunu hissetmişti. Sadece ona kaybettiğini düşündürmüştü toplum. Bulduğu şeyin o kadar içindeydi ki ,tanımlayamıyordu. Ona özeldi bu sihirli duygu. Bulduğu şey kendiydi. Göremiyordu, dokunamıyordu, duyamıyordu, beş duyuyla fark edemiyordu ama ilk defa kendi oluyordu. Kelimelerin arasında kayboldu ve ilk defa var oldu sanki kayboluşun demliğinde. Anneliği, eşliği, statüsü, beşerliği, her şey kayboldu bir an. Ve Rumiden ilhamla kalp denizinden sakince kıyıya yaklaşan bir gemi gibi zihni kalemin ucundan usulca dilinin kıyısına yaklaştı. Defterin içinde bir dalgalanma oldu yeşilin tonlarıyla büyüleyen defteri kapağındaki gibi. Sayfanın sonuna doğru hunharca yazmaktan yorulan bileğini fark etti. Baktı ki bu kelimeler bitmeyecek. Tekrar kaybolmak üzere Yavaşça kalemi ikna etti ve sayfanın sonuna doğru bir oh çekerek noktayı koydu.

 
			

