Helin, ailesini kendi başına uydurduğu gösterileriyle eğlendirirken saat 22.00’ye yaklaşıyordu. Az sonra “Biraz daha oturayım!” krizinin çıkacağından annesi de babası da kendisi de haberdardı. Hopladı, zıpladı; yerde taklalar attı. Saat 22.00’de uyuması şarttı. Daha 6 yaşındaydı ve hayat dolu bir çocuktu. Bu sefer yorulduğundan mıdır, güneşin daha çabuk doğup hemen sabah olmasını istediğinden midir yatağına yorgun adımlarıyla hiç kriz çıkarmadan gitti. Babası yanına tüneyip yatağının yanındaki sandalyede oturup koca cüssesiyle arkasına yaslandı oturduğu sandalyede. “Bugün ne okuyayım sana?” diyerek gözlerini Helin’in renkli kitaplarında gezdirdi. Helin yatağından doğrulup karşıyı işaret etti. “Bu kadın okusun bu gece, Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler.” dedi heyecanını cümlesinden dökerek.
Hayır, parmağıyla işaret ettiği kadın annesi veya bir başkası değildi. Helin’in odasında babası ve kendisi dışında hiç kimse yoktu. Annesi ve babası son günlerde tam da bu durum için endişelilerdi. Helin olmayan varlıkları gösteriyor, olmayan sesleri işitiyor, var olmayan şeylere bakıyordu. Bir çeşit halüsinasyon mu görüyordu insanların görmediği şeyleri görüp duymadığı sesleri duyarak? Birkaç güne randevu aldıkları psikologla görüşeceklerdi Helin için. Bu durum günden güne içlerini sarsıyor, bir o kadar dehşet saçıyordu içlerine.
“Orada kimse yok, Helin. Nereye bakıyorsun sen?”
“İşte orada, görmüyor musun?” diyerek şaşkınlıkla babasına döndü Helin’in bakışları.
“Saçını tarıyor aynanın önünde!” diyerek ekledi. Babası boy aynasına çevirdi bakışlarını. Kimsenin orada olmadığını bile bile baktı boy aynasının etrafına. Alnını ovuşturup oturduğu sandalyeden kalktı. Kafasında düşünceleri savaş verirken usulca Helin’in üstünü örttü.
“Kitap okumayacak mısın?”
“Yarın okurum. Sen uyumaya çalış.”
Peluşunu kolunun altına alıp soluna dönüp gözlerini yumdu. Hakan Bey odadan çıkarken kapıda durdu, bir kez daha etrafına bakındı. Helin, anne babasının görmediği, doğrusu hiç kimsenin görmediği neler görüyordu?
Hakan Bey eşi Selin’in yanına ilerledi. Selin’in atıştırdığı cevizli kurabiyelerden alıp ağzına attı.
“Yarın gidiyoruz psikoloğa.”
“Ama randevumuz iki gün sonraya?”
“Yarına al, anlaş psikologla.” Hakan Bey sıkıntılı bir nefes eşliğinde bir kurabiye daha tıktı ağzına. Selin Hanım yanaklarını şişirip içinden tüm derdini döken bir oflama çaktı.
“Yine mi aynı şey?” dedi bıkkınlıkla.
“Aynanın önünde bir kadın varmış, yok saçını tarıyormuş… Ne saçmalıyor öyle Helin?”
“İlk defa yapıyor değil. Yazıyorum şimdi psikologa. Randevuyu öne alsın.”
Her ikisi de Helin’in bu durumu üzerine konuşup anlam çıkartmaya çalıştılar. Yıllardır çıkartamadıkları anlamı geceleyin oturup düşünürken çıkartmaya çalışmak sadece bir yanılmaydı. İkisinin de gözleri daldıkları boşlukta akmaya devam etti.
…
“Helin’le konuştum.” dedi Psikolog Elif Hanım, Helin’le görüştükten hemen sonra Selin Hanım ve Hakan Bey’in önüne geldi.
“Sorun neymiş?”
“Açıkçası nasıl tanımlayacağımı bilmiyorum. Bir çeşit halüsinasyon görüyor. Yaşadığı bir travmaya bağlı olabilir. Helin’in daha önce yaşadığı zor bir durum, ya da travma oluşturacak bir şey oldu mu?” Selin Hanım ve Hakan Bey başlarını olumsuz anlamında salladılar. Elif’ten sonra Psikolog Berna’yla görüştüler. O da aynı şeyleri söyleyince Psikolog Ali, Psikolog Kaan derken haftalardır Psikologların arasında koşturdular. Son olarak Psikolog Aylin’e gösterdiler Helin’i.
“Helin çok zeki bir kız. Fakat sanırım boş zamanlarında uyduruyor karşısında biri var diye, ve ya her yer sessizken bir ses duyuyor diye. Boş durmaması gerek. Bu düşüncelerini unutması gerek.”
“Nasıl yani? Helin uyduruyor mu bunları?” Selin Hanım merkıyla sordu Psikolog Hanıma.
“Eğer hiç boş durmayıp sürekli bir şeyle meşgul olursa ve bu davranışı hiç tekrarlamazsa bunu kendi kendine uydurduğunu düşünebiliriz. Oyun oynamak olur, bir boyama yapmak olur, sadece kafası başka şeyle meşgul olmalı. Buna rağmen ‘Ben burada bir kadın görüyorum, koltuğun üstündeki kediye baksanıza’ gibilerinden konuşursa tekrar görüşmeye getirin.”
Helin’i de alıp çıktılar klinikten. Helin uyanır uyanmaz kahvaltısını yaptırıyorlardı. Okul zamanı gelene kadar çizgi film izlettiriyorlardı. Yatmadan önce boyama yaptırıyorlardı. Helin uyuyana kadar masallar okuyorlardı ona. Ne yaptıysalar boş.
“Anne, bu kadın kim?” Selin Hanım kafasını uzatıp televizyona baktı.
“Meşhur Adile Naşit bu. Yeşilçam’ın unutulmaz karakteri. Bak burada ev hanımı rolünü oynuyor.” Helin annesinin ağzına tıktı lafını.
“Anne bulaşıkları yıkayan kadına baksana.” Selin Hanım mutfağa çevirdi bakışlarını. Dertli yanaklarını şişirdi.
“Boyama yapalım mı?” diyerek konuyu değiştirmeye çalıştı Selin Hanım. “Peter Pan’ı izleyelim istersen?”
“Ama çok komik durmuyor mu üstündeki önlük?” Helin kendince kıkırdarken parmağıyla mutfağı işaret etmeye devam etti.
…
Bir başka günün sabahıydı. Selin Hanım ve Hakan Bey dertli kahvaltılarını yapıyorlardı. Birazdan Helin uyanıp okula gidecekti.
“Görüşecek miyiz tekrar Aylin Hanımla?” Çayına limon sıktıktan sonra limonu ağzına atıp yüzünü ekşiterek konuştu Hakan Bey.
“Durumu tekrarlarsa getirin dedi ama bence kendi aramızda halledebiliriz. Psikologlardan uzak duralım biraz. İlgi çekmek istiyor belki.”
“Yıllardır yapıyor bunu Selin! Konuşmaya başladığından beridir evde ne ütü yapan kadınlar, yerde yuvarlanan kediler, televizyon izleyen kadınlar… Bunlarla yaşıyoruz yıllardır.”
“Büyüdükçe değişecektir. Hem gitmediğimiz psikolog kalmadı. Öyle ciddi bir şey olsa anlardılar.”
Selin Hanım Hakan Bey’e göre daha sakindi bu konuda. Kızlarının büyüdükçe değişeceğini düşünüyordu. Psikolog görüşmelerinin ardından Helin’in bu davranışı sürekli devam etti. Saçını tarayan kadın, etrafı toparlayan kadın, kitap okuyan kadın… Evlerinde Helin’in sürekli gördüğü bir kadın vardı. Sanki 3 değil, 4 kişiydiler evlerinde. Kendilerince Helin’in bu sorununu çözmeye uğraşan çift, en sonunda Helin’i bu yalancı halüsinasyonundan kurtarmayı başardılar. Helin büyüdükçe ‘evlerinde bir kadının daha olduğu’ düşüncesini unutmuş; aylardır, hatta birkaç yıldır sadece kendisinin gördüğünü iddia ettiği kadından bahsetmiyordu. Helin artık büyüyor, ve dünyayı keşfetmeye devam ediyordu.
-14 Yıl Sonra-
“Püff!”
Bugün, hep hayalini kurduğum yaşın 1. günündeyim. Hoş geldin 20. yaşım. Önümde duran 4 adet mumu üflemiş, annemle babamın elime tutuşturdukları hediye paketinin içinde ne olduğunu çözmeye çalışıyordum.
“Hareket ediyor sanki içeride bir şey.” Süslü kâğıtla sarılmış kutuyu açtığımda kutunun bir köşesinde bembeyaz tüylerinin içinde parıldayan mavi gözlü kedi, kehribar rengi gözlerime bakıyordu ürkekçe.
“Hep istiyordun ya.” Doğru. Hep istemiştim beyaz tüylü bir kedim olsun. Annemle babamın evde kedi tutma fikrine nasıl kandıklarını daha sonra düşünecektim. Elimde tuttuğum küçücük kedi iyice içime sokulmuş, dış dünyadan ürktüğü her halinden belliydi.
“Adını ne koyacaksın?” diye sordu babam. Kedim olsun hep istemiştim. Fakat her zaman bir kedimin olmayacağını düşündüğümden ismini ne koyacağımı hiç düşünmemiştim.
“Boncuk olsun!” dedim bir anda. “Gözlerine baksanıza.”
…
Ben Helin. 20 yaşıma basalı birkaç hafta oluyor. Hiç yaşım gibi gözükmem ben. Asla da gözükmedim. Çizgi film seyretmeyi hâlâ seviyorum mesela. Boyama yapmak terapi gibi ya da. Hayatım çok maceralı bir hayat değil. Çok değişiklikler olmaz hayatımda. Sıradan, en klasik hayatı yaşıyorum. Son zamanlarda olan tek değişiklik üniversiteye başlamamdı. Hangi bölümü okuyorum peki? Şaşıracaksınız belki duyunca. Psikoloji. Okuduğum bölüm psikoloji. Çocukluğu psikologlarda geçen benim şu an okuduğum bölümün psikoloji olması hayatımın klişesiydi. İkinci sınıfım ve psikoloji hakkında bir çok şeyi şimdiden biliyordum bile.
Hedefim psikolog olmak ama bu çocukluğumda yaşadığım garip olaylardan kaynaklı değil tabii ki de. Çocukken halüsinasyonlar görürmüşüm. Annemler öyle anlatırlar çocukluğumu. Boş yolda yürürken yanımda bir kadının daha yürüdüğünü görürmüşüm. Evde üçümüz otururken bir kadının daha bizimle oturduğunu görürmüşüm. Hep de bir kadın görürmüşüm. İşin ilgimi çeken kısmı da bu. Zamanla bu halüsinasyon konusu unutulmuş, hiç bahsetmemişim ikide bir gördüğüm kadından. Aslında hayal meyal hatırlıyorum gördüğüm halüsinasyonları. Yalnız benim gördüklerim o kadar gerçekçiydi ki, halüsinasyon bile denmezdi gördüklerime.
Kitabımı almış, notlarımı inceliyordum bir gün. Hiç kimse de yoktu evde. Mutfağa ilerleyip kahve pişirmek istedim kendime. Salondan mutfağa doğru geçerken televizyonun önünde durmuş, oyuncaklarıyla oynayan küçük kızı görünce kalbim ağzımdan çıkıyordu az kalsın. Sarsıldım. İyice sarstım kendimi. Oyuncaklarıyla oynayan küçük kız yok oldu birden. İşte tam da o gün küçüklüğüme gittim. Küçük Helin’in yıllarına. Şimdilerde her tarafta gördüğüm küçük kız gibi, küçükken de bir kadın görürdüm sürekli etrafımda dolaşan. Aradan yıllar geçti ve ben sanırım eskiye dönüyordum. Küçük Helin’in halüsinasyon gördüğünü zannedilen yıllara.
İkinci sınıf psikoloji öğrencisiyim ve diplomamı almama daha yıllar var. Fakat şimdiye kadar gördüğüm derslerde, okuduğum makalelerde ve ya duyduklarımda… Halüsinasyon dışında benim sorunumu tanımlayan hiçbir terim yok. İşin kötüsü de bu zaten. Ben halüsinasyon görmüyordum. Gördüklerim o kadar gerçekçi ve renkli ki, halüsinasyon demek hafif kalırdı buna.
İşte şimdi. Biraz önce babamın yıllar önce attığı garip bakışlarını tattım bir kez daha. Önümde küçük bir kız. Saçları beline kadar uzanıyor. Gördüm, eminim.
“Ne tatlı!” dedim yanına gitmeye çalışarak.
“Bu kediyi daha önce almalıydık.” Dedi annem bir anda.
“Neyi boyuyorsun?” diyerek yanına ilerledim küçük kızın.
“Kim neyi boyuyor?” dedi babam şaşkınlıkla. Bir anda küçük kız önümden toz olup gitti.
“Kediden mi bahsediyorsun?” Tek kaşı havada olan babamdan geldi bu soru. Eskiye döndüğümü zannediyordu her halinden belli. Yanılmıyordu da.
“Hı hı, gözlerinin rengi çok güzel değil mi?” Üçümüz de yayınlanan komedi programını izlemeye devam ettik az önce gerçekleşen diyaloğumuzu sanki örtmeye çalışarak. Benim eskiye döndüğümü biliyorlardı, sadece belli etmemeye çalışıyorlardı. Eskiyi hatırlıyordum, sürekli gördüğüm kadını… Psikolojide sorunumun ne olduğuna dair bir yasa, bir terim olmadığından kendim çözecektim sorunumu. Halüsinasyon görmediğime eminim, gözlerimin önünde gerçekten küçük bir kız çocuğu duruyordu.
…
İzlediğim bir film vardı. Geleceği gören bir kızla alakalı. Acaba ben küçükken şu anki halimi görüp şimdi de küçüklük halimi mi görüyordum? Mümkün olabilir miydi böyle bir şey? Bu gördüklerim halüsinasyon olmadığına göre gördüğüm bu küçük kızın küçüklükteki hâlim olduğunu düşünmeye başlamıştım. Heyecan veriyordu bunu düşünmek, bilmek. Hayatta kim görebilirdi ki çocukluğunu. Ve ya çocukken gençliğini? Peki bu nasıl oluyordu? Gerçekten benim çocukluğum muydu şu an bile iki adım uzağımda bebekleriyle oynayan kız çocuğu? Ben öyle düşünüyordum. Peki söyledikleri gibi hayal miydi gördüklerim, yoksa gerçek miydi çocukken gördüğüm kadın, şimdi de gördüğüm kız çocuğu? Size garip gelebilir belki ama eskileri hep merak etmişimdir. 100 yıl öncesine gidip o devri canlı canlı görmek isterdim mesela. Gerçekten çocukluğuma gidip gözlerimle kendimi görmek isterdim, ve bunu yaşıyordum sanırım. Önüme bu küçük kız çocuğu ne zaman çıksa sadece izliyordum artık. Kendimi tutup yanına gitmiyordum. Dalıp gittiğimde oluyordu bu olay. Gözlerim bir boşluğa dalsa çocukluğumu görüyordum, çocukken de böyle olurdu. Gözlerim dalıp giden boşlukta gelecekteki beni görürdü şu an geçmişteki beni gördüğüm gibi.
Saçlarımı tarıyordum geçen. Yatmadan önce saçlarımı tarar öyle yatardım ben. Öyle bir dejavu yaşadım ki, bu anı daha önce yaşadığıma adım gibi emindim. Sonra oturup düşündüm. Yaşadığım dejavular aslında küçükken ilerideki beni gördüğümden oluşuyor diye kararlaştırdım. Bir başka gün bulaşık yıkıyordum akşamüstü. Pembe kâseyi alıp iyice köpükten geçirdim. Durdum bir anda. Bu anı da yaşamıştım, emindim. Çocukken bu ânı gördüğümde annem televizyondaki kadının kim olduğunu sorduğumu sanıp “Adile Naşit.” demişti hatta. Oysa ben mutfakta bulaşık yıkayan kadından bahsediyordum. Annem bakınca görmüyordu tabii ama ben bakınca görüyordum. O gün bulaşık yıkadığını gördüğüm kadın ilerideki hâlimmiş meğer. Ayna önünde saçlarını tarayan kadın da benmişim. Bunları şimdilerde dejavu yaşayarak anlıyordum. Zamanla anladım tabii tüm bunları. Size söylemiştim, bunun bir halüsinasyon olmadığını söylemiştim.
Düşündüm bir gün, küçük Helin’le buluşabilir miyim diye? Bir gün önüme çıkarsa hemen toz olur mu diye? Nasıl buluşacaktım ki? İnsanlara anormal gelen şey benim dünyamda normaldi. İnsanlar halüsinasyon gördüğümü zannediyordu, oysa ben küçükken gerçekten ilerideki beni; şimdi ise gerçekten küçüklüğümü, çocuk Helin’i görüyordum. 20. Yaşımda öğrendim bunu, aslında halüsinasyon görmediğimi. Hiç kimseye de bahsetmedim, annemle babam hâlâ bir çeşit halüsinasyon gördüğüm konusunda hemfikir olduklarından onlara gerçeği açıklamak istemedim. Söylesem de inanmazlardı zaten. Küçük Helin’i nerede bulacaktım peki ben? Bir gün toz olup gitmese gözümün önünden olmaz mıydı?
– 4 Yıl Sonra-
Kepimi ne ara gökyüzüne doğru savurduğumu bilmiyorum heyecandan. Amacıma ulaşmış, hayalimi gerçekleştirmiştim. Artık “Psikolog Helin Yılmaz”dı benim adım. Annemle babam tek çocukları olan beni gözleri yaşarmış izlerken mutluluğumu paylaşıyordum onlarla. Her zaman hayalimdi psikolog olmak. O kadar büyük hayaller kurarım ki, hiçbirinin gerçek olmayacağını bildiğim halde kurarım hayallerimi. İşte bu hayalim gerçek olmuştu. Bir psikolog olmuştum.
Ben farklıydım. Ben önceden geleceği görüyor şimdi de geçmişi görebiliyordum. Nasıl bir rahatsızlıktı bu? Haberim bile yok. Sanırım fazlasıyla istediğim bir diğer şeyin gerçek olup olmadığını merak ediyorsunuz. Küçük Helin’le buluşup buluşmadığımı merak ediyorsunuz değil mi? Hayır, henüz değil. 24 yaşındayım ve aradan geçen bu 4 yılda da hep gözümün önünde dolaşmaya devam etti küçük Helin. Dalıyor gözlerim koltuğa, bir bakıyorum minik Helin babasıyla oyun oynuyor koltukta. “Saçların ne gürmüş eskiden.” diye söyleniyorum babama doğru sonra hatırlıyorum bunu saklamam gerektiğini. “Sen nereden biliyorsun?” diye şaşırıyor, konuyu örtmeye çalışıyorum ardından.
Kep töreninin ardından kalabalık dağılmış, bazılarının kepleri yerlerde unutulmuştu. Okulumun merdivenlerinde oturmak istedim sebepsizce. Okul hayatım artık bitmişti. Bundan sonra sıralar, tebeşirler, yazı tahtası yabancı gelecekti bana. Bir daha öğrenci olmayacaktım. Duygulanmıştım işte buna gökyüzüne doğru dikerken bakışlarımı. Film şeridi gibi geçti önümden kalem tutmaya çalıştığım günden kepimi gökyüzüne savurduğum güne kadarki tüm zamanlar gözlerimin önünden. Fark etmeden gülümsüyordum aklım hayallere dalmışken. Bir sıcaklık hissettim o an yanımda. Merdivenlerde yanımdan geçen onlarca insan vardı ve ben merdivenlerde oturmuş gökyüzüne bakıp gülümserken komik duruyordum belki dışarıdan. Biri tünedi yanıma. Küçük bir kız çocuğu. Kaybolduğunu zannetmiştim oysa sarıldı bana birden. Saçları yüzüne gelmişti. Parmaklarımın arasına bir tutam saçını alıp kulağının arkasına ittim.
“Merhaba.” dedim küçük Helin’e. Artık kavuşmuştuk. Üniversite merdivenlerinin üzerinde daha kalem tutmayı bilmeyen Helin’le Psikolog Helin yan yanalardı şimdi.
“Sana bunu getirdim.” dedi elindeki poşeti bana doğrultarak. “Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler” yazılı kitabı poşetin içinden çıkardım. Gülümseyerek baktım kitaba. Babam okumazdı bunu, gördüğüm halüsinasyonların Pamuk Prenses kitabından kaynaklandığını düşünürdü çünkü. Bu yaşımda hâlâ Pamuk Prenses hikâyesini bilmezdim ben. İnsanların dünyasından tamamen farklı olayların gerçekleştiği dünyamda küçük Helin’e geçmişten getirdiği kitabı okurken, kenarları yırtılmış eski kitabımla sadece geçmişe gidip orada yaşamayı diledim. Hiç büyümemeyi dilemek için artık çok geçti…