Birtakım ahlaki zorunluluklara inanıp aksine sınırsız kadın imajı çizen yeni tip muhafazakâr kadınlardan farklı olduğuna dair sezgilerim vardı.
Emniyet kemerini takmadı. İsterse dünyayı yerinden oynatabilecek bir gücün ketlenmişliğine bir ket daha vurmak istemediğini düşündüm.
“Aç mısın?” diye sordum.
Bende yaptığı çağrışımlardan habersiz bir kaş hareketiyle, bir kar tanesinin buzlu bir kış gününü anımsatması gibiydi bu, “evet” dedi, sustu, yola baktı. Buruşmamış profilini, yani silahını kafama dayadı.
“İstersen direksiyona geç.” dedim. Kem küm edince, “Bilmiyorsun.” dedim.
O sırada saçında tek tel beyaz gördüm.
“Daha çok genetik.”
“Ne?”
“Saç beyazlaması.”
Kızardı sanki.
Elini modern kesim dağınık saçında gezdirdi. Daha çok beyazında…
İçimden gülerek sigara yaktım, ikram ettim.
Bana nedense Tolstoy karakterlerini ve daha birçok şeyi anımsatan kabanını sıyırdı üzerinden. Gerildi biraz. Camı araladıktan sonra yaktı sigarasını.
“Sıcak.”
Klimayı kapattım.
“Ben üşüyorum.” dedim parmaklarını tutarak. Şaşkındı, elini çekmedi, sıcaktı, benimkiler soğuk.
Parmaklarımızın buluşması, coşku ve heyecan yarattı. Tanrılar canlılık ve özgürlük üfledi ruhlarımıza…
Bir zamanlar motor tutkusu olduğunu, babasının ona motor kullanmayı öğrettiğini söyledi, detayını tam dinlemedim.
Konuştukça göğüs kafesi umutla dolup şişiyordu, boynu uzundu, daha çok narin.
Parmaklarına daldı, sonra yola.
Kahkaha atmıyordu ama gülüyordu gözleri.
Onda neler çağrıştırıyordum?
Ara sıra ilksel çağrışımlarla lafa giriyordum.
“Çılgınlık, ölümcül, gözünü budaktan sakınmamak, düşmemek için hızlanmalısın…”
“Torpidoda ot var.”
Torpidoyu açtı, karıştırdı.
“Az önceki, hışırdayan poşet”
Poşeti açtı, kapattı, bana baktı.
“Maraş otu, sigara tütünü gibi, dene istersen, pek bir numarası yok.”
“Yasak değil mi?”
“Değil, kullanmıyorum zaten, bir hediye.”
Aurasını görmek için zaman kazanmaktı amacım.
Başının etrafında hafif ışıldamalar belirdi, bulanık renkler resimleşirken gözlerim derinlerine aktı…
Torpidoyu kapattı.
“Durugörü.”
“Nasıl?”
“Duru bakıyorsun dedim.”
“Teşekkür ederim.”
“Kalabalıkta kaybolmuş beş yaşında bir kız çocuğu gibi, ama bu çocuk panik halinde değil, insanlar arasında salınmayı oyun bellemiş, günler günleri kovalıyor, oturuyor, yürüyor, dans ediyor, uyuyor, neredeyse bulunmak istemiyor, neredeyse korkusuz… Olanı biteni sakince gözlemliyor.
Tek isteği..”
“Gözlerini kapatır mısın?”
Meraklanmıştı çok. Tereddütsüz kapattı.
“Sende görüyor musun kendini? Bak, oradasın işte! Kırmızı elbiseli. Kırmızı, gücün sembolüdür. Yanından yabancı insanlar, tanınmadık yüzler gelip geçiyor, çoğu varlığının farkında bile değil. Rüzgâr estikçe dalgalanan zarif bir gelincik çiçeği…
Herhangi birinin çocuğu, yapayalnız, belki kimsesiz, muhtaç diye düşünüyor kimisi senin için. Ama sandıkları gibi değil!”
“Açma gözlerini, yola bakıyorum.”
“Tamam.”
“Sana yardım etmek istediğini söyleyen bir erkek geldi yanına. Tanıdığın biri… Eğildi, ellerinden tutmak istedi, geri çevirdin. Seni annene götürmek istiyor.”
“Evet. Çok tuhaf!”
“Gitmek istemedin.”
“Neden?”
“Çünkü bu bir metafor. Olmak istemediğin kişi o ve seni ona yaklaştıran her şeyin seni üzeceğini, bir tür boşluk duygusuna sürükleyeceğini düşünüyorsun.”
“Ee?”
“E ‘si bu kadar!… “
“Bitti mi?”
“Evet.”
“İlginçti gerçekten…” dedi.
“Tek isteği, demiştin. O çocuğun tek isteği ne?”
“Kendini bulmak!”
Yola baktı, parmaklarına, torpidoya, gözlerini irice açarak, omuz üzerinden bana…
“Birinin sana kim olduğunu gösterdiğini düşünüyorsan, ona güven.” dedim.
Saçmalamamak için sustu.
Dalıp gitti… Islak dilini alt dudağında gezdirdi.
Bir elim direksiyonda, bir gözüm yolda, dokunduğu yeri büyüleyen tılsımlı parmaklarımı saçlarına götürdüm, oradan kulağına ve boynuna…
“Mutlu olmak isteriz.” dedim.
Hareketsizdi… Enerji birikiminin en yoğun olduğu bir anda beni kendine doğru çekip boynuma asıldı ve tek hamlede kucağıma atladı. Binicilik sanatı, diye düşündüm. O şekilde, hız keserek biraz daha ilerledim, gözlerini kapattı, dudakları dudağımda gezindi, yüzümde, boynumda, kendini arıyordu, saçların dedim, hep arkasına odaklanmaktan gözümün önünü göremiyordum, yolu göremiyorum, yol dedim, buldum galiba dedi, sağa sıfırlayıp, yer yer çöp ve moloz yığılı kuru bir tarım arazisinde el frenini çektim. Asla vazgeçmiyordu. Karşılık verdim, kesik kesik soluma ve iniltiler arasında kapıları kilitledim.
İşimiz vardı.
Dünyanın ketlenmişliğini becerecektik…
***
Yol aldık; kâh bir şeylere bakarak, kâh susarak / sigara içerek, başa ne gelecekse gelsin, olayların dışında her şeyi konuşarak, zorunluluklar ya da ahlaksal her tür baskılar…
Vahşi ve açtık.
Birer sigara daha yaktık.
” Sigara kanser yapıcıdır ama içmeye devam ederiz. Geçici de olsa yatıştırır…” dedikten sonra herhangi bir tostçunun önünde durdum.
İki yarım tostla geri döndüğümde torpidoyu karıştırıyordu.
“Seviyorsun, evet, sağlıksız, öyle, ben tost sevmem, ben de yemeyeceğim, motor tehlikeli, araba da, yumurtalı tost iğrençtir, bence de, yumurtalı istememiştim, bitiremeyeceğim, şu işe yaramaz ot, sigara kağıdına sarıp dudağının arkasına yerleştiriyorsun, nasıl, niyet çeken tavşanlar gibi, komik görünüyor, söylemiştim, onlar gibi sevişmeyi tercih ederim, gidelim, kemerler!”
SON