Batmakta olan güneşin ışıkları boş yatak odasının camından girerken gözlerimi yalnızlığa çevirdim. Orada öylece oturmuş sessizce elleriyle oynayan küçük bana baktım. Boş sandığım odada aslında küçük bir ruh vardı. Yalnız başına öylece orada oturuyordu. Onun yüzüne bir süre baktıktan sonra ağır adımlarımla ona ilerlemeye başladım fakat o anda odanın açık mavi duvarları parçalara ayrılmaya ve etrafa dağılmaya başladı. Gözlerimi korkuyla küçük çocuğa çevirdiğimde onun oturduğu yerin de parçalalara ayrılmaya başladığını fark ettim. O ise sakince orada oturuyordu. Onu uyarmak için ağzımı açtıysam da sesim çıkmamıştı. Kısa bir süre içinde oda ve o yok oldu. Ne olduğuna anlam veremediğim sırada bir başka oda oluşmaya başladı. Oturma odası olduğunu sandığım bir yerde, koltukta bir kadın oturuyordu. Elindeki bir şeye sevgi ile baktığını fark ettim. Aniden odaya “Alexsandra, bir şeyler yaptım. Yer misin?” diyerek babam girince nefesim kesildi. Çünkü karşımdaki annemdi. Kaybettiğim, biricik annem. “Alexsandr, gel de şu miniğin resmine bir bak.” Annemin melek gibi sessini duymamla gözlerimin nemlendiğini hissettim. Babamın ağır adımlarına baktım duygulanmamak için. Yanına oturup annemin uzattığı resme çevirdi gözlerini. Silikleşen görüntülerde annemin sesi yankılandı tekrar. “Baksana, daha çok minik benim canım Alex’im.” Nefesim kesildi, bedenimi güçsüz hissediyordum. Annem resmi okşarken onlara yaklaştım yavaşça. Merakla resme kafamı çevirdiğimde bir ultrason resmi olduğunu fark ettim. “Evet çok minik. Ama Alexsandra biliyorsun…eğer onu doğrursan…” Babam çekinerek ama endişeli sesiyle söylemişti bunları. Annem ona iç çekerek döndü. Elini karnına yerleştirip “O seni duyabiliyor. Lütfen bir daha tekrar etme. Hem ben kararımı verdim. Şunu unutma, bu minicik bebeğin hiçbir suçu olmayacak. Onu suçlama sakın.” dedi. Babamı rahatlatmayan cevap karşısında gözlerimi annemden bir dakika bile çekmedim. Kararlıydı ve elini bir saniye bile karnından çekmemişti. O saniyeler boyunca annemi inceledim. Gençti ve çok tatlı bir yüzü vardı, sadece biraz üzgündü. “Ama…sensiz büyüyünce ne anlamı olacak?”
“Evet, biliyorum. En çok buna üzülüyorum. Keşke…ben de…” Devam edemedi cümlesine, gözlerinden yaşlar hızla akmaya başlarken ona sarılıp ‘Annem’ diyesim gelmişti. “Ben de yanında olmak ve büyümesini görmek isterdim.” Tekrar ona ona sarılmak ve gözyaşlarını silerken ‘Sen hep benimleydin annem.’ demek istedim bir an. Ama bunu yapamayacağımın da ne yazık ki farkındaydım.
Sonra tekrardan oda yok olmaya başladı öncekiyle aynı şekilde. Önce duvarlar, sonra kişiler. Tekrar bir oda oluşunca ağır adımlarla içine girdim. “Oğlum…” Annemin sesini duymam ile gözlerimi bembeyaz bir ışığın hakim olduğu yere çevirdim. “Sen harika biri olacaksın, bunu biliyorum. Sadece…yanında olamayacağım ama…ama seni gerçekten çok sevdiğimi unutma, lütfen.” Annemin ağlamaklı sesi yankılanırken elini karnında gezdirdiğini fark ettim. “O gün yavaş yavaş yaklaşıyor ve canım yanıyor. Seni bırakıp gitmek zorunda olduğum için üzgünüm meleğim.” Gözlerimden akan yaşları bu sefer durduramamıştım. Annemin titreyen sesini duydukça koca evrende onsuzken yapayalnız hissettiğimi fark ediyordum.
Ve daha sonra tekrar parçalandı, dağıldı her şey. Bu sefer karşımdaki şey ise doğumhane gibi bir yerdi. “Oğlum…” Sesi duyunca hemen gözlerimi anneme ve yanındaki babama çevirdim. Kollarındaki bana baktığımda gözlerim tekrar dolmuştu. Ağlaması yeni kesilmiş, huzurla uyuyor gibiydi. “Annen…seni çok seviyor.” Annemin gözlerinden yaşlar hızla akıyor ve o bunları bana damlamasın diye çabucak siliyordu. “Bırak damlasın anne…” diye fısıldadım. “Bırak senin gözyaşlarınla yıkanayım. Beni kendinden mahrum etme.” Sesimi duymuşcasına gözyaşlarını silmeyi bırakıp küçük benim yanağımı okşamaya başladığında içimin ne kadar çok acıdığını o an fark ettim. Kısa sürelik de olsa mutlu gözüküyordu annem, sonrasında ise babama verdi beni aniden. “Alexsandr, ona iyi bak. Lütfen…konuştuklarımızı…unutma…” Zar zor konuşuyor gibiydi. Minik ben ağlamaya başladım aniden. Annemin kokusunu hissedemediğim için ağladığım çok belliydi. Annem hüzünle son bir bakış attı ve sahne yok olmaya başladı.
Yeni oluşan sahnede “O zaman aç aç otur! Geri zekalı çocuk.” babamın bağrışı yayıldı. Oda oluşunca kafası eğik bir şekilde elindeki Joker ve Batman oyuncağına bakan Alex’i gördüm. Gözlerinden yaşlar sessizce oyuncaklarına dökülürken içim sızladı. O anda neler düşündüğümü hatırlamaya başlamıştım.
Kimse beni sevmiyor, keşke doğmasaydım, beni kimse önemsemiyor, ölüp gitsem kimsenin umrunda olmaz belki de… Bunlar sadece hüzünlü çocuğun birkaç düşüncesiydi. “Alex! Çabuk yemeğe gel.” Babam uzaklardan bağrırken gözyaşlarımı elimin tersiyle silip ayağa kalktım. Sahne o anda yok olmaya başlarken sol tarafımda kalan boş alanda yeni bir sahne çoktan oluşmuştu.
Babamın odasında annemin kolyesini bulduğum o günün sahnesine benziyordu. “Annemin…” Gözlerim anneme ait bir şey bulmanın verdiği mutlulukla parlıyordu. Babam annemi kaybetmenin acısını yaşamaya dayanamadığı için eşyalarını saklar ya da onlara özenle bakardı. O kolyeyi alıp annemi yanımda hissetmek istemiştim küçükken ama babamı hesaba katmamıştım. Odaya girdiği anda korku ile arkama sakladım kolyeyi. “O ne Alex?” Önce sakince sordu. Korktuğum için cevap veremeyen küçük beni izledim. Az sonra olacakları bilmek canımı daha çok yakıyordu. “Alex! Arkanda ne var?” Babam üzerime yürürken “Hiç…” dedim zorla çıkan korkulu bir sesle. Gözlerini açık bıraktığım kutudan hızla bana çevirdi ve “Ver onu!” diye bağırdı. “Anneme ait bir şeyin bende de olmasını istiyorum.” Üzgün bir sesle bunu dememe rağmen acımasız babam aniden arkama uzanıp kolyeyi aldığı gibi kutuya koydu. “Baba! Yapma…” diyerek ağlamaya başladığım sırada kutuyu yüksek bir yere koymuştu. Sonra bana döndü ve “Bir daha annenin eşyalarına dokunma!” diye bağırdı. Bağrırken korkunç görünüyordu ve onun bağrışını tekrar duymak titrememe sebep olmuştu. Bu sahneyi izlemek benim için çok zordu çünkü o küçük masum çocuğun yardımına yetişecek kimse yoktu. İçim acıyordu ve olduğum yerde titrerken sesimi duydum tekrar. Kafamı kaldırıp korku ile kendime baktım. Ağlıyordum ve bu babamın daha fazla sinirlenmesine sebep oluyordu. “Ama…” Ağlamaya devam ettiğim sırada “Kes şunu!” diyerek bana vurdu babam. Küçük ben ağlamaya devam ederken babam beni daha fazla hırpalamaya başlamıştı. Biliyordum ki onu rahatsız eden ağlamam değil, annemi kaybetmiş olmasıydı. Sahne yok olurken acı dolu ağlayış sesim yayılmaya devam ediyordu. Ben ağladıkça bedenim titriyordu korkuyla.
Ellerim kulaklarıma gitti. Duymamak için kapattığım o anda yepyeni bir sahne oluşmuştu. Bu sefer minik ben yatağında oturmuş bir albüme bakıyordu. “Anne…beni sadece sen seviyordun. Neden gittin?” Titreyen masum sesimi duyduğumda alt dudağımı ısırdım. “Anne, lütfen geri gel. Ben beklemekten yoruldum. Canımı yakıyor babam. Lütfen kurtar beni.” Küçük Alex’in titreyen sesi içimi daha da acıtıyordu. Onu bu durumdan kurtaracak bir kurtarıcı istiyordu çünkü tam olarak anlayamadığı şeylerden dolayı sevilmiyor gibi hissediyordu. Sanki oraya ait değilmiş gibiydi. Ama tabii ki Annemin geri gelemeyecegini o zamanlar anlayamamıştım.
Sonra sol tarafımda hızla bir sahne oluşurken bu sahne yok olmaya başladı. “Boşuna umutlanma! Annen sonsuza dek gitti.” Babamın yine çok sinirlendiği bir vakitti demek ki. Görüntüden önce ses yayılmıştı boşlukta. Gözleri dolmuş minik bana baktım. “Hayır! O beni bırakmaz.”
“Senin yüzünden…hepimizi bıraktı.” Babamın acılı sesi yayılırken koşarak oradan uzaklaşmaya başladım. Benim koştuğum yerler tekrar oluşuyordu. Koridordan direk odama koşuyordum. Kapıyı minik ellerimle itip yere oturdum ve ağlamaya başladım. “Ona bir şey yaptığım için mi gitti annem?” diye fısıldadığımda şu anda kendi içimden ‘hayır, ağlama miniğim.’ diyordum. “Anne…” Daha fazla bu acı dolu geçmişimi izlemeye dayanamayacaktım. İçimde bir yerlerim sızlıyordu.
Sahne yavaş yavaş yok olurken bir ışık belirdi boşlukta. Tam karşımda duran ışık bana doğru ilerledi, ilerledi ve durdu. “Anne.” dudaklarımdan özlem ve acıyla dökülen kelimeyi fark etmemle karşımdaki ışık bembeyaz bir elbise içindeki anneme dönüştü. Sağ elini yavaşca kaldırıp yanağıma koyunca elini yanağımda hissedebilmem ile gözlerimden yaşlar akmaya başladı. “Çok zor bir çocukluk geçirdin biliyorum Alex. Ama şunu hiç unutma. Annen seninle gurur duyuyor ve seni sonsuza dek seviyor.” O an aniden anneme sarılma isteği ile dolup taşmaya başlamıştım. Kollarımı çekinerek ona sarmalarken “Ben sensiz yaşayamıyorum.” diye fısıldadım. “Oysa ben hep seninleydim, canım oğlum.”
“Seni seviyorum annem.” Ona sarıldığım anda hissettiğim huzur ve mutluluk tarif edilemezdi. Sanki bir meleğe sarılmışım gibiydi, hiçbir negatiflik barındırmıyordu ve bana şifa veriyordu. Ne yazık ki kollarım arasındaki beden yavaş yavaş yok olmaya başlayınca “Hayır gitme!” dedim telaşla. Ne kadar büyürsem büyüyeyim annemin şu an yanımdan ayrılacak olmasına verdiğim o tepki küçükken verdiğim korkulu tepkilerim gibiydi. “Vaktim doldu ne yazık ki Alex. Her zaman senin yanında ve seni izliyor olacağım.”
“Anne!..” Bağırsam da, gitmesini istemesem de nafileydi. Geriye sadece kollarım arasında beyaz bir ışık ve telaşla yayılan sesim kalmıştı. İçim acıyordu ve o an tek yapabildiğim şey ağlamak olmuştu. Annemin güzel kokusu, gülümsemesi ve sesini asla unutmayacaktım. O bir melekti ve ben onun oğlu olduğum için çok şanslıydım.