• Destek
  • Üye Ol
  • Yazar Girişi
  • Abone Ol
0 553 423 00 17 kibelekulturs@gmail.com
Kibele Kültür Sanat Dergisi | Hayatı Doğuran Sanat  |  Hatice DÖKMEN
  • Hakkımızda
  • Künye
  • Dergiler
  • Galeri
  • E-Dergi
  • Yazılar
    • Edebiyat
      • Şiir
      • Roman
      • Öykü
      • Deneme
      • İnceleme
      • Anlatı
      • Araştırma
    • Kitaplar
      • Kitap İncelemeleri
      • Yeni Çıkanlar
    • Tiyatro
    • Sinema
  • Yazarlar
  • İletişim
  • Üye Ol
No Result
View All Result
  • Hakkımızda
  • Künye
  • Dergiler
  • Galeri
  • E-Dergi
  • Yazılar
    • Edebiyat
      • Şiir
      • Roman
      • Öykü
      • Deneme
      • İnceleme
      • Anlatı
      • Araştırma
    • Kitaplar
      • Kitap İncelemeleri
      • Yeni Çıkanlar
    • Tiyatro
    • Sinema
  • Yazarlar
  • İletişim
  • Üye Ol
No Result
View All Result
Kibele Kültür Sanat Dergisi | Hayatı Doğuran Sanat  |  Hatice DÖKMEN
No Result
View All Result
Home Öykü

Kaybolan / Bekir Dalgıç

Bekir by Bekir
22 Temmuz 2025
in Öykü
0
Kaybolan / Bekir Dalgıç
0
SHARES
51
VIEWS
Share on FacebookShare on Twitter

 

   Kendimi kaybediyorum bazen. Kaybedincede tekrardan bulmak epey bir zamanımı alıyor. Bulmak için sarfettiğim çaba dersen cabası. Bazen bir umuda kapılırım, alır götürür beni umudum, içsel bir akıntıyla. Gözümü açarım ki yosunlu, balçıklı, pis bir deredeyim.Bazen kuruntu yaparım olmadık bir sebepten ötürü. Kedere düşer,  mahsur kalırım düştüğüm iç dünyamın derinliklerinde, kıvranirım türlü acılar içinde bir müddet. İşte öyle çıkış yolu arar dururum kendimce. Hakikat diyorum bu arayışa. Ama hakikat nedir tam da kestiremiyorum açıkçası. Bazı düşünceler var yüz yıllar, belki bin yıllar evvelinden gelen. Beynimin en derin zindanlarına hapsedilmiş bir takım düşünceler.
Bana olduğundan farklı bir bilinci empoze eden bir benlikle, her sabah yeniden doğar gibi unutkan, sıfırlanmış, bakmamı istediği yere bakıyor, düşünmemi istediği şekilde düşünüp öylece sürdürüyorum yaşantımı.     Belki ben dediğim kişi sadece ben değilimdir. Ben sadece ben olsam hayatta kalamazdım bunca sene, kimbilir? Aklımı kontrol edip yönlendiren, çöküşümü önleyen, bu doğrultuda ise unutmam gerekenleri unutturup, hatırlamam gerekenleri hatırlatan, yani beni ve kendini koruyup kollayan biri daha.. Ruhumun üzerine giydirilen kişilik, hayatta tutan her şeye rağmen. Kaçamayayım diye bu sefil, bu yaşanası dünyadan.
Ruhum ve bedenim.

 Bir fısıltı sesi geldi evvelâ.
Ne söylendi, kimden geldi bu ses bilemedik.
Kime söylendiğini ise sonradan anladık.
Birden olup bitti, gelip geçti, parladı ve söndü.

“Yahni” dedi Mehmet evvelâ.
Sonra;  başladı mı öyle deli deli bağırmaya durduk yere..

“Yahniii yahniii!!!”

??
“Ne yahnisi oğlum?”

“Yahniiiii!!!” dedi ve…Kalkıp palas pandıras oturduğu yerden, kuyruğu kopmuş uçurtma gibi yalpa yapa yapa,  çarpa çurpa gövdelerine yaşlı çam ağaçlarının, meşelerin, andızların, çınarların arasından, bir kalabalığı yarıp yırtarcasına öylece yürüdü gitti ormanın derinliklerine doğru. Oralı bile olmadık açıkçası.
Arada içerdik, bizim şu ilerde bir çamlık var. Ha ha işte şurda şurda!
Şu iileride ya! Ya ya evet  evet orası! O çeşmenin başında otururduk.
İçerdik içerdik oh! Ne dert kalırdı ne tasa serde. Buz gibi bir sohbet-muhabbet  derken vakit su gibi akar, hava kararmaya yakın dağılrdık evlere.  Kavgaymış, gürültüymüş  kat-i olmazdı vallâhi.
Amma ha bak yalan yok! Son zamanlarda biraz  durgunlaştıydı bizim Mehmet. Bir derdi vardı ellam. Pek tatsız tuzsuzdu canım. Öyle değil miydi arkadaşlar?
° “Ha evet evet!”
• “Doğrudur doğrudur.”
~”Durgundu evet doğrudur.”

~MEHMET~

O sabah uyandığımda içim bir genişlemiş bir genişlemişti ki. O boşluğuda gatip bir suçluluk duygusu doldurmuş, kafam desen gıpgıcır, ağzımda ekşi, yavan bir meyvenin burkamsı tadı ile böyle sanki  kabuğumu kırıp, parçalayıp çıkmış, farklı bir bedene bürünmüş, bambaşka birine dönüşmüşüm. Uyanır uyanmaz yine her zaman yaptığımı yapıp, çevirip kafamı sağımdaki  duvara, yukarıda asılı duran o ahşap saati arayıp göz ucuyla, lakin yerinde bulamayınca “yahni” demek gelmişti içimden.

“Yahniiii!”

“Ne yahnisi?”

“Kuzu yahnisi. Yarım kilo kuşbası kuzu eti, iki adet orta boy patates, iki baş arpacık soğan…”

Durdum bir an, toparlanmaya çalıştım. Zar zor açtabiliyordum gözlerimi. Kapandı, açtım. Kapandı, açtım. Tekrar kapandı ve tekrar…
Odada hızlıca bir göz gezdirdim. Çar çaput, köşede asılı duran eski bir elek, kapının yanında çok eski, saçları oldukça seyrelmiş bir çalı süpürgesi, kuru su kabağı falan.

“Su kabağı mı!?”

Bu ev bizim bağ evi değil miydi? “Evet ama benim burada ne işim vardı?
Saçta yufka yapar kadınlar burada ne bileyim, közde patlıcan pişer veya aşure  kara kazanda. Acıkmış gjbiydi karnım ama aç değildim, doğruldum. Hemen evime gitmek geçti içimden. Zira bizimkiler merak etmiş olmalıydılar tabi haliyle, gelmeyince eve dün gece.
Üzerimde zaten dünkü kıyafetler, ayağımda çamurlu ayakkabılarım, ıslak çoraplar.
Kapıya doğru yöneldim. Çıktığım gibi dioğruca baraj yolunun oradan zeytinliğe, oradan da köye giden en kestirme yol olan orman yoluna yönelip yürümeye devam ettim.  Gözlerimde hâlâ sabah mahmurluğu,  ne kadar yürüdüm bilmiyorum. Öğle vakti gelmiş olmalıydı ki hava iyiden iyiye ısınmış, cırcır böceği orkestrası bir ahenkle o bilindik şarkılarını çalmaya başlamışlardı. Garip, hiç bu kadar ilgimi çekmemişti bu müzik. Uzaktaki bir yerlerden ki bizim köy olmalıydı o yer, öğle ezanının sesi bir sivrisinek vızıltısını andırırcasına geliyordu kulaklarıma.
Derken çan sesleri. bir koyun surüsüyle beraber geldi ve uzaktan gelen ezan vızıltısıyla birlikte  cırcır böceklerininde müziği birleşip yeni melodiler oluşturmaya başladı. Genç bir çoban elinde uzun, ince bir değnekle göründü tam karşımda. Kötü bir anısını hatırlamış gibi duraksadı bir an, sonra tekrardan adımladı. Önümden geçerken bir an göz göze geldik. Topallıyordu. Selam verdim kafamla, O da aynı şekilde karşılık verdi ve birden arkamda sert bir ıslık sesi  çın çın çınlattı kulaklarımı. Nereden çıktıysa kısa, uzunca, alalı bulalı bir köpek ok gibi fırlyıp, kız kovalayan roketler misali koşarak sağa sola, bir araya toparlama işine girişti sürüyü. Bu köpek o çobanın köpeğiydi galiba. Etrafta zıplayıp oynaşan minik minik kuzular, köpeğin net tavrı karşısında duraksayıp, bırakıp oynadıkları oyunlari, istemeye istemeye, ayak sürüye sürüye de olsa katııldılar diğer koyunların arasına. Sonra da hep birlikte şırıldayan suyun sesiyle beraber, tepenin ardındaki otlağa doğru ilerlemeye başladılar. Su sürünün tam tersi istikamette akıyordu.
Yürümeye devam ettim.
Çeşmeye vardığımda gri bulutlar gökyüzünü parça parça istila etmeye başlamıştı. Bulutların güneşi perdelemeleriyle birlikte sıcaklık etkisini iyiden iyiye kaybediyor ve serin bir esinti kulaklarıma gelmekte olan yağmuru fısıldiyordu. Çeşmeyi biraz geçipte köy mezarlığının o tarafa doğru yöneldiğimde üç beş kadının bir öbek oluşturmuş, aralarında hararetle bir şeyler konuştuklarını gördüm. İçlerinden biri sık sık eğilip doğrulup iki eliyle sertçe dizlerini dövüyordu. Bir müddet bu nümayiş devam etti ve sonra teker teker düzeltip başlarındaki baş örtülerini, önce dağıtıp o öbeği daha sonra da dağınık bir şekilde tek bir noktaya doğru ilerlediler. Acaba yakınlarından biri falan mı öldü diye düşündüm bir an. Yürümeye devam ettim. Tam o bolgeyi geçip gidiyordum ki bir kadının yürek burkan feryadını işittim.

“Nasıl kıydın şuncacık kuzuya? Nasıl? Karıncayı bile incitmezdi benim yavrum.”
Emel’im”

Ormandan çıkmak üzere, köye varmaya yakın, bir Jandarma arabasını yol kenarına park etmiş olduğunu görünce nedenini merak edip merakımada yenik düştüm. Yolun sol yanında aşağısı kanal olan bayağı derin bir uçum vardı. Bu uçurumun eğimli yamacında bir kaç jandarma eriyle birlikte komutan olduğunu düşündüğüm eli telsizli, üniformalı, iri cüsseli bir adam, bir kaç jandarma eri ve sanırım on oniki kişilik köylü halkı bir yandan birbirleriyle, bir yandan da komutanla konuşup, elleriylede bir takım işaretleşmeler yapıyorlardı. Biraz uzaktaydım o kitleye, beni göremezlerdi. Ama ben onları görebiliyordum. Çünkü dağlık alanda ve tek kişiydim. Onlar ise kitle halinde. Hedef gözetmeksizin bir silah ateşleseydim oraya doğru, birini vurmam hiç de sürpriz sayılmazdı.
Ne konuştuklarını, orada neler olup bittiğini merak ediyordum doğrusu. Bir an önce o bölgeye varıp, olay hakkında bilgi almalıydım. Hızlı adımlarla yürümeye başladım.

“Şahıs nereye gidebilir, bu yol nereye çıkıyor?”

Kalın sesiyle kırklı yaşlarında, esmer, göbekli bir jandarma komutanı, başçavuş falandı sanırım, sivilceli esmer yüzünde kayıtsız bir ifade, pek güç ve ender aralanan dudaklarından;

“Hasan hemen başlıyoruz. Afad’ı arayalım. Köy halkındanda varsa katılmak isteyenler katılabilirler”
“Otuz dokuz yaşında, kumral, bir yetmiş boy,. Kaybolduğunda üzerinde çizgili turuncu bir gömlek ve siyah kot pantolon var.”

“Nereden başlayalım komutanım”

“Çeşmenin oradan yukarıya doğru gidelim. İşimiz çok.  Bunu bulalım sonrada şu… Şu cinayet vakasına bakalım.  Tecavüz şüphesi var. Küçük kızın yakınlarından ifade alacağız.”

“Emredersiniz”

O an anladım ki biri kaybolmuş ve bu kalabalık kayıp kişiyi arama işine  girişmek üzere toplanmıştı.. Arama çalışmalarına katılmaya kendimide mecbur hissettim doğrusu. Sonuçta kayıp kişi veyahut o kişinin bir yakını ben de olabilirdim. Aynı şey benim de başıma gelebilirdi yani. Takıldım peşlerine.
Kalabalık hızla artarken o kalabalığın arkasında, çeşmenin oradan ormanın iç kesimlerine doğru, önce sık sık kollara dağılıp sonra bir noktada birlrşerek iki üç saat geçirdik. Bir iz aradık durduk bu süre zarfında kayıp kişiye dair. Fakat hiç bir iz yoktu.
Jandarma komutanı karşısında dikilen seyrek saçlı, kuru yüzünde kirli uzun sakalları olan cılız adama dönüp arada sırada “eminsin değil mi  bu tarafa doğru gittiğine”” deyip, bir yandanda gözleriyle etrafı tarıyordu durmadan.

“Mehmet’di değil mi ismi?”
“Evet komutanım.”
“Ne gibi bir sıkıntısı vardı? Borcu harcı falan mı vardı? Eşiyle mi bir sorunu vardı…?”
“Yada başka bir durum mu?”

“Valla bilmiyorum komutanım. Bize bir şey söylemezdi.”

“Peki bu yahni neyin nesi?”

Mehmet ismin duyunca yerde bir noktaya dikip gözlerimi, sonra bir o yana bir bu yana çevirip başımı, bir köstebek gibi delik arayıp bularak yeraltına, derinlere doğru kaçmak istedim.  Bulamayınca ağaçlara kaydı gözlerim ve sincap olmak. Hızla bir ağacın gövdesine tırmanıp yeşil, gür yapraklarının arasında kaybolmak, kendime uygun bir oyuk bulup uyumak o oyukta. Günlerce uyumak.

“Komutanım tam bilmiyorum ama bir oğlu vardı sekiz-on yaşlarında. Geçende oğlu sormuş. Yahni ne baba demiş  Bir kitapta mı ne okumuşta çocuk. Merak etmiş sormuş işte.”

“Eee!”

“Eee işte ne bileyim? Heralde Mehmet’de anlatmış nasıl bir yemek olduğunu. Yarın akşam annen yapsın demiş.”

“Hııı! Tamam. Peki o zaman devam edelim.”

Dayanamayıp bağırsam, “Ben kayıp değilim, buradayım. Aramanıza gerek yok. Ben buradayım.” desem herkes kaşlarını çatıp bana bakar ve belki biraz kızıp, söylenirlerdi. Belki alıp götürür jandarma ifademi almaya. İfade mifade derken gelip geçiverirdi zaman.
Tabi bir de eşim var. Bu sorumsuzluğumdan ötürü bana küsüp üç beş gün konuşmazdı ama ne yapayım? Böyle varsaymıştım olacakları  ama Muallâ dahil kimse duymadı bile sesimi. Ya da duydularsada  kendini sözümona ön plana çıkartmaya çalışan işgüzar, ahmak bir köylü falan zannettiler galiba ki bu daha olası, doğrusu bir anlam veremedim bu ksyıtsızlığa.

Yüzünde çürük bir elmayı yanlışlıkla ısırmışlığın böyle güçlü bir iğrenme ifadesiyle”Bulunduuu!” diye bağırarak koşa koşa geldi bir jandarma eri. Soluk soluğaydı. Koyu yeşil şaykasının altından alnina, oradanda yanağına doğru bir damla ter, süzülerek aktı ve yere damladı.

“Ne bulundu? Yahni mi?” dedim içimden.
“Yarım kilo kuşbaşı kuzu eti, iki adet orta boy patates, iki baş arpacık soğan…”

“O” dediler sadece.
“O”

Yine duyan olmadı “Ben buradayım” dediysem kendimi parçaladıysamda yok. Duyan olmadı.

İki kadının kolları arasında, ayakta güçlükle duruyordu.
“Muallâ dedim, akşama Yahni yapsana oğlana.  Yarım kilo kuşbaşı kuzu eti, iki adet orta boy patates, iki baş arpacık soğan…”

Sonra kendimi görmek istedim bir an, orada oturmuş, o ağaca dayanmış gövdemi. Sonra Yahni dedim içimden.
Yahni dedim.

“Yahni.”

Acaba dedim, ne zaman bir yangın çıkar da bu ormanda, belki o zaman tüter dumanım ve işte öylece yükselir gider ruhum gökyüzüne doğru. Sadece taze bir etin iştah açıcı kokusu kalırdı benden geriye.

Yazıyı nasıl buldunuz?

Oy için yıldıza tıkla!

Ortalama Oy / 5. Oy Sayısı

Oyu yok

We are sorry that this post was not useful for you!

Let us improve this post!

Tell us how we can improve this post?

Paylaşarak destek olabilirsiniz!
Previous Post

Hokkabaz / Figen Günlü

Next Post

Şafağın Yolcusu /  Binnaz Deniz Yıldız

Bekir

Bekir

Next Post
Şafağın Yolcusu /  Binnaz Deniz Yıldız

Şafağın Yolcusu /  Binnaz Deniz Yıldız

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

No Result
View All Result

Hakkımızda

Kibele Kültür Sanat Logo

Kibele Kültür Sanat

Merhaba sevgili okur.

Mitolojide Tanrıların anası olarak bilinen Tanrıça Kibele’nin anaç, üretken, hayatın devamını sağlayan özelliklerinin uğruna inandık. Ve onun adını kullanıp Kibele Sanat olarak edebiyatta biz de varız dedik. Edindiğimiz misyonla amacımız; bizden önceki kalem ustalarımızın bayrağını, gelecek kuşaklara ulaştırmak. Çünkü edebiyat dünya tarihini içinde barındıran devasa bir ansiklopedidir… Devamını Oku

Arşivler

  • Eylül 2025
  • Ağustos 2025
  • Temmuz 2025
  • Haziran 2025
  • Mayıs 2025
  • Nisan 2025
  • Mart 2025
  • Şubat 2025
  • Ocak 2025
  • Aralık 2024
  • Kasım 2024
  • Ekim 2024
  • Eylül 2024
  • Ağustos 2024
  • Temmuz 2024
  • Haziran 2024
  • Mayıs 2024
  • Nisan 2024
  • Mart 2024
  • Şubat 2024
  • Aralık 2023
  • Eylül 2023
  • Ağustos 2023
  • Temmuz 2023

Kibele Kültür Sanat Logo

Kategoriler

  • Anlatı
  • Araştırma
  • Deneme
  • Genel
  • Hakkımızda
  • İnceleme
  • Kitap İncelemeleri
  • Masal
  • Öykü
  • Roman
  • Röportaj
  • Şiir
  • Sinema
  • Sizden Gelenler
  • Söyleşi
  • Tiyatro
  • Yeni Çıkanlar

Son Yazılar

  • Sağlık Karnem
  • Gökyüzü Bizimdir! / Çilem Kılıç
  • Keşkeler Geçmişe / Miyase Ören
  •   EFLATUN BİR SERGİ
  • Çizgi

Copyright 2023 - 2025 Haziran K İ B E L E Kültür Sanat Dergisi Limited Şirketi All Right Reserved. Developer by Fedora Bilişim Teknolojileri İnternet Danışmanlık Hizmetleri Basım Yayın Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi. Bu sitede yayınlanan ses, görüntü, yazı içeren bilgi ve belge, hiçbir şekilde kullanılamaz, izinsiz kopyalanamaz. Tüm hakları K İ B E L E Kültür Sanat Dergisi Limited Şirketi'ne aittir.

KİBELE Abone
No Result
View All Result
  • Hakkımızda
  • Künye
  • Dergiler
  • Galeri
  • E-Dergi
  • Yazılar
    • Edebiyat
      • Şiir
      • Roman
      • Öykü
      • Deneme
      • İnceleme
      • Anlatı
      • Araştırma
    • Kitaplar
      • Kitap İncelemeleri
      • Yeni Çıkanlar
    • Tiyatro
    • Sinema
  • Yazarlar
  • İletişim
  • Üye Ol

Copyright 2023 - 2025 Haziran K İ B E L E Kültür Sanat Dergisi Limited Şirketi All Right Reserved. Developer by Fedora Bilişim Teknolojileri İnternet Danışmanlık Hizmetleri Basım Yayın Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi. Bu sitede yayınlanan ses, görüntü, yazı içeren bilgi ve belge, hiçbir şekilde kullanılamaz, izinsiz kopyalanamaz. Tüm hakları K İ B E L E Kültür Sanat Dergisi Limited Şirketi'ne aittir.